“Normalleşmiş Bir Distopik Filmde mi Yaşayacağız?”

Uğur Doğan / 01 Temmuz 2021
Mimar ve şehir plancısı bir ailede büyüyen Yönetmen Azra Deniz Okyay'la toplumsal/sosyal konularla birlikte çarpık şehirleşme, kentsel dönüşüm ve kenar mahalle yaşamına da dikkat çeken filmi Hayaletler’i konuştuk.

Azra Deniz Okyay © Serkan Eldeleklioğlu

77. Venedik Film Festivali’nin Eleştirmenlerin Haftası bölümünde Büyük Ödül ve ardından 57. Antalya Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu dahil beş ödül birden kazanan Azra Deniz Okyay’ın 2020 yapımı çıkış filmi Hayaletler, yakın zamanda büyük bir kentsel dönüşüm sürecinden geçen Sulukule’yi andıran bir mahallede yolları sürekli kesişen dört kişinin hayatlarına odaklanıyor. Onların hikayesi, aslında bu mahallenin hikayesi; İstanbul’un şimdiki zamanının, toplumsal eşitsizliklerin, kent politikalarının, göçlerin hikayesi... MUBI’de izlenebilen film, bugünü anlatırken, yakın geleceğe dair bilim kurgu filmlerinden çıkmışa benzeyen bir İstanbul tasvir ediyor.

Öncelikle filmin başarısı ve kazandığı ödüller dolayısıyla sizi tebrik ediyoruz. “Hayaletler” nasıl ortaya çıktı. Senaryonun fikri nasıl gelişti, ilham kaynağı neydi?

Çok teşekkür ederim. Mimar ve şehir plancısı bir ailede büyüdüm. Çocukluğumda babam İsmet Okyay, UNESCO için Mardin ve Safranbolu'nun koruma planını yapıyordu ve orada kısa da olsa korumanın yalnızca bir bina için değil, yaşamın ve insanların da korunması olduğunu çok küçük yaşlarda öğrendim. Unutamadığım bir örnek de, çocuk yaşlarda katıldığım, Kız Kulesi’nin özelleştirilmesine karşı, içinde Mimarlar Odası ve Mücella Yapıcı’nın da olduğu protestodur. Onlarca mimar, kayıklarla Kız Kulesi’ne yol alarak ‘Kız Kulesi özelleştirilmesin, halk orada çay içebilsin’ demişti. Şehrin insan hayatının etkileyen politikalar oluşunu çok erken yaşta algıladım. Dolayısıyla hayatıma hep dokunan bir duyu gelişti. Hayaletler’in senaryosunu yazarken de şehrin yalnızca bir dekor olmadığı, karaktere dönüştüğü bir dünya kurmaya çalıştım. “Şehrin dokusunun bozulması, kimliğinin yıkılışı hepimizi etkileyecek” demek istedim.

Azra Deniz Okyay - Antalya FF 2020 - En İyi Yönetmen Ödülü

Filmde sadece olaylara değil toplumsal/sosyal konulara ve bununla birlikte çarpık şehirleşme, kentsel dönüşüm, kenar mahalle yaşamına da vurgu yapıyorsunuz. Bu da filmin başarısına büyük katkı sağlıyor. Ancak sanırım, bunu yaparkenki amacınız sadece filmin başarılı olması değildi. Vurguladığınız, anlatmak istediğiniz neydi?

Noémie Klein’ın Şok Doktrini yıllardır ilgimi çekiyor. Büyük bir şok olduğunda toplum o sırada olan başka şokları nasıl göremez? Bunu da aslında yıkılmakta olan bir şehirde ayrıca başka şokların yaşanmasını normalleştirerek anlatmaya çalıştım. "Elektrik kesintisi yaşanırken kenar dediğimiz ama aslında şehrin göbeğinde olan bu mahallede neler olabilir"i inceledim. Türkiye’de çok büyük bir elektrik kesintisi olmuştu 2015’te ve herkes hiçbir şey olmamış gibi hayatına normal şekilde devam etmişti. En büyük resmi, atmosferi ile ortaya koyup detaylarda gizli olan duyguları ortaya koymanız gerekiyor. O duygu da aslında herkese hitap edebilmeli. Bu detayların gizliliğini yazar, annem Leyla Ruhan Okyay ile öğrendim. Bunları yazmamın en büyük mentorüdür kendisi. Bunun yanında büyük kaos içinde, kendi neslimin tanıdığım karakterini ve karanlığa nasıl gömüldüklerini resmetmek benim için çok büyük cesaret gerektirdi. Bu ülkede yaşarken bana dayatılan sürekli bir sessizlik duygusu var ve bundan çıkıp kendi ışığımı yaratmam gerekti bu film ile.

Hayaletler filminden bir görüntü

Ailenizde mimar ve şehir plancısı var. Bu da sanırım şehre ve mimariye daha farklı bir gözle bakmanızı ve filmlerinize de bu bakış açısını yansıtmanızı sağlıyor. Size göre bu durumun size ve sanatınıza ne gibi katkıları oldu?

Az önce söylediğim gibi, bakış açımın bu şekilde oluşması dışında filmin kendisini de mimarı bir yapı gibi tasarlamama yardımcı oldu. Çünkü her şeyi de öyle görmeye başlayarak öğrendim. Bir duvar yıkılırsa öbür duvarların da etkilenebileceğini bilmek, bir domino etkisi yaratmak önemliydi karakterler arasında. Tıpkı bir bina gibi. Detaycılık ve mimari paletin sanat açısından nasıl geniş ise film yapmak da her detayın -müzik, kamera, kurgu gibi- birbirlerine etkileşiminin değerini bilerek yıllardır çalıştım.  Bir nebze de kendi laboratuvarımı ve ekibimi kurdum. Bu inşaatımı yıllara yayılan ve kendisini ancak teknik olarak geliştirerek ortaya çıkmasını istedim.

Hayaletler filminden bir görüntü

Sulukule Mon Amour da yine anlattığı hikayenin yanında mimariye, kentsel dönüşüme dikkat çeken bir filmdi. Bundan sonra da devam edecek mi bu tarz (mimari, kentsel dönüşüm, çarpık şehirleşme vs.) vurgulamalar?

Bildiğim, “benim” dediğim İstanbul’u Türkiye sinemasında bütünüyle göremedim diyebilirim. Kendi ifademle resmetmek yaşamsal bir içgüdüydü bu süreçte. Özellikle de yıkılmakta olan bir şehri belgelemek en önemlisiydi. 17 günde çektiğimiz filmde bile çektiğimiz görüntüyü aynı şekliyle bulamadığımız evler, sokaklar oldu. Bunu belgelemek bile önemliydi. Bunun bir tarz değil bir duruş olduğunu söyleyebiliriz. Bunun bir sonraki projemde işlemesi de olası. Şu an kentsel dönüşümü ele almış olsam da asıl sorun İstanbul’un, şehrin orantısızca büyümesi ve bunun üstüne Kanal İstanbul ve müsilaj problemlerinin gelmesi. Bunlar insanları nasıl etkileyecek? Yapıldığı takdirde normalleşmiş bir distopik filmde mi yaşayacağız? Bunun öncesini göstermem doğaldır. Bir de bu şehirde kadın olunca, birçok konunun birbiriyle olan bağlarını göstermek de çok doğaldı. Kadın hakları ve LGBTQ+ haklarının yok sayıldığı bir ülkede normal bir birey olmaya çalışmak ilk başta zaten, kimliksizleştirilmeye çalışılan bir şehirle paralel bir şeydir.

Hayaletler filminden bir görüntü

İlk uzun metraj filminizle 5 Altın Portakal’ın yanı sıra çok önemli festivallerden çok önemli ödüllerle döndünüz. Bekliyor muydunuz? Filmin bu başarısını neye bağlıyorsunuz?

Ödül almamız kadar, anlattığım konuların insanlara da umut olması ve destek görmek bana en güzel hediye oldu. Başarı göreceli bir kavram benim için. Uluslarası film festivalleri arasında A kategoride olan Venedik Film Festivali’nde yıllar sonra Türkiye’den bir filmin ödüllendirilmesi ve ülkenin en önemli film festivallerinden Antalya’da jürinin farklı bir sinemayı, ‘cesur’ buldukları  için en iyi film seçmesi, özellikle pandemi sürecinde büyük mutluluk oldu. Çok fazla ret aldık filme başlamadan önce, fonlarımızı da son 1 ayında bulabildik. Bu koşullarda yapımcım Dilek Aydın ile birlikte kendi tekniğimizi geliştirmeye mecbur kaldık. “Az para ile en çok yaratıcılık nasıl olur?”un peşine düşüp yeni teknikler geliştirmek filmin kendi dinamiğine de yansıdı. Filmi bitirdiğimizde de elimizde çok farklı bir şey olduğunu biliyorduk. Ya beyaz ya siyahtık. Su yolunu bulur, dedim bitirdiğimde. Çok da güzel buldu da, akmaya da devam ediyor...

Hayaletlerin başarısı sonrası şimdi daha çok şey beklenecek sizden. Bu baskıya hazır mısınız? Önümüzde yeni projeler var mı?

Baskı bir sanatçının kendi disiplini içinde en iyisini yapmak adına olması gereken bir kavram benim için. Yeni bir fikir ortaya koyduğunda Türkiye'de tam açıklık bulmak, anlaşılmak çok kolay olmuyor. Bu yalnızca Türkiye’ye özgü de değil, tüm dünyada yeni bir sözün, bakışın geniş kitlelerce anlaşılması yıllar, kimi zaman da asırlar alabiliyor. Ancak bu beni korkutmuyor. Söylenmesi gereken şey tepki alıyorsa bu bile bir şeylerin değişmesi için ilk adım geliyor bana. Hayaletler’i destekleyen bir kitle de ortaya çıktı ve onların gücü beni yüreklendirdi, sorumluluğum da onlara olabilir.


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :