Yapı sektöründeki ivmeyle birlikte Türkiye'deki mimarlık monografileri de artış göstermeye başladı. Meslektaşlar arasında yaşanan tatlı rekabetin verdiği motivasyonla ilk yayın çalışmalarına başlayan A Tasarım Mimarlık, Images Publishing'den çıkan kitabını geçtiğimiz günlerde mimarlık ortamına sundu. "The Architecture of Ali Osman Öztürk" (Ali Osman Öztürk Mimarlığı) adını taşıyan, monografi niteliğindeki yayının hikayesini, baş aktöründen dinledik.
Ali Osman Öztürk, A Tasarım Mimarlık tarafından üretilen yapıların arkasındaki çabaları ve ofisin yaklaşım biçimlerini özetleyen kitabın, böyle bir istek içinde bulunan meslektaşlarını da motive edeceği görüşünde...
* * *
A Tasarım Mimarlık olarak daha önce başka bir yayın çıkarmış mıydınız? Bu yeni yayın nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
A Tasarım Mimarlık 17 senelik bir ofis ama bu ilk ciddi yayınımız. Daha önce projeleri derleyip toplamak için ufak tefek şeyler hazırlamıştık ama kitap çok zor bir süreçmiş, ilk çalışmalarımız 5 yıl öncesine gidiyor.
Mimar olarak kendinizi, yaptığınız yapılarla ifade ve temsil etme imkanı buluyorsunuz. Kitap çıkarmak sizin için neden önemliydi?
Kitap kalıcı bir şey. Şu anda bilgisayar ortamı ne kadar ön planda olsa da insan, bir kitabı eline alıp ona dokunmak, onu karıştırmak, hatta ona sahip olup kütüphanesine koymak ve daha sonra çıkartıp tekrar bakmak istiyor. Bir mimarlık ofisi içinse kitap, fikir ve düşüncelerinizi, mimarlığa yaklaşımınızı derli toplu bir şekilde ifade edebileceğiniz bir ortam anlamına geliyor.
Sonuçta süreli yayınlarda da proje yayımlıyorsunuz ama bunların hepsini bir arada ele almak daha bütüncül bir çerçeve sunuyor tabi... Bu kitapta 1997'den 2014'e kadar olan süreci nasıl ele aldınız? Projeleri seçerken neleri gözettiniz?
Tabi bazı projelere daha kapsamlı yer verildi, bazıları ise sadece anılarak geçti. Doğal olarak bizi daha iyi ifade eden, düşüncelerimizi daha ön plana çıkarabildiğimiz yapılara yer vermeye çalıştık. Zaman içerisinde çizdiğiniz her proje gerçekleşmiyor. Ama bunlar ofisin felsefesini ortaya koyduğu zaman çok önemli olabiliyor. Dolayısıyla hiç yapılmamış ama çok sevdiğimiz projelere de yer verdik doğrusu. Mesela ODTÜ Teknokent'te çok severek çalıştığımız bir yarışma projemiz var. Sonuçta Boran Ekinci'nin projesi uygulanmıştı. Mimarlığın böyle güzel yanları da var; dostlarınız bazen rakibiniz olabiliyor. Ama herkesin taş üstüne taş koyduğuna inanıyorum. Bu kitap da tahmin edersiniz ki bir sürü emek, bir sürü manevi ve maddi fedakarlıkla ortaya çıktı. Bizim de ortama bir katkımız olsun istedik. Maalesef Türk mimarlık ortamında çok fazla kitap yok. Aslında daha farklı bir formatta, insanlarda kentsel mekan bilincini harekete geçirmeyi hedefleyen bir kitap da yapmayı düşünüyoruz.
Bu kitap biraz daha monografi niteliğinde fakat burada bile klasik formatın içerisinde kalmak istemedik. Ekip çalışması yapıyoruz ve insanların katkısı çok önemli. Eskiden daha küçük binalar yapılırken, belki sadece bir mimar onun her şeyiyle uğraşırdı. Bugün büyük ve karmaşık yapıların kısa sürede yapılması ve her bir köşesinin ayrı ayrı ele alınması gerekiyor. Mimari projenin yapıya dönüşmesi bayağı uzun ve karmaşık bir sürece dönüştü. Dolayısıyla ekip çok önem kazandı. O nedenle bu kitabın projelerden sonraki önemli bir kısmını ekip üyelerine ayırdık. Önsözde mimarlık pratiğiyle ve meslekle ilgili düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Ardından, şu anda ofis organizasyonumuzda görev alan 4 proje grubuna ayrı ayrı yer veriliyor.
Peki A Tasarım'ın kitabı, Images Publishing'in 'The Master Architect Series'i içerisinde nasıl bir yere sahip? Türkiye'den bu dizide yer alan ilk ofis siz misiniz? Bu süreçte sizi nasıl yönlendirdiler?
Images Publishing uluslararası bir yayınevi. Foster, Zaha Hadid, SOM, KPF gibi dünyanın önde gelen pek çok mimarlık ofisi bu dizide yer almış. A Tasarım ise Türkiye'den bu diziye dahil olan ilk ofis oldu. Belki de yayınevi açısından böyle bir açılış yapmış olduk. Bundan sonra Türkiye'den başka ofislerin de buradan yayın çıkarabileceğini umut ediyorum.
Images Publishing bu yayını dünyanın her yerine dağıtıyor. Kendi internet sitesinde satıyor, başka internet sitelerinde de satılacağını biliyoruz. amazon.com'da zaten satışta. Ayrıca önde gelen kitapevlerinde, kütüphanelerde ve diğer önemli noktalarda (RIBA, AIA vb) yer alacak. Dağıtım, yayınevini tercih etmemizde önemli bir kriterdi. Uluslararası bir formatta çalışıyorlar. Görseller ve grafik düzen konusunda kendileriyle çok sayıda görüşme yaptık. Bir sürü taslak hazırlandı, ardından ana gövde oluştuktan sonra onun üzerinde çeşitli düzenlemeler yapıldı. Yayınevinin yönlendirmelerinin yanında bizim ekipten Funda Mehter, Süreyya Atalay ve İlgiz Öztürk de kitapla bizzat ilgilendi.
Kitapta yer alan yazarları da siz belirlendiniz sanırım.
Kitabın en başında bizim için çok değerli üç yazara yer verdik. Öncelikle, World Architecture Community'nin kurucusu Prof. Dr. Süha Özkan'ın bir yazısı var. Süha Bey mimarlık ortamında oldukça tanınan bir isim ve uzun yıllar Ağa Han Ödülleri'nin genel sekreterliğini yaptı biliyorsunuz. Arkasından Erkut Şahinbaş geliyor. Erkut Bey de Mimarlar Odası tarafından 2012 yılında Büyük Sinan Ödülü'ne layık görülen değerli bir büyüğümüz, bize öncü olmuş birisi. Son olarak, kitabın omurgasında ağırlıklı yeri olan Prof. Dr. Celal Abdi Güzer'in yazısı var.
Ben, ODTÜ Mimarlık Fakültesi1987 mezunuyum. Bu üç isim de aynı fakülteden yetişmiş, beni öğrencilik dönemimden beri tanıyan insanlar. Bu ilk kitabımız olduğu için doğduğumuz noktadan başlamak istedik. Mimarlık camiasından bizi tanıyan insanların yazılarının olmasının da anlamlı olacağını düşündük. Özellikle Abdi Güzer'in yazısı, mimari yaklaşımımızı oldukça kapsamlı bir şekilde ortaya koyuyor; yapılarımızı, yapılarımızın arkasındaki çabaları ve yaklaşım biçimlerimizi anlatıyor. Güzer'in beri yaptığımız çalışmaları takip etmesi bizim açımızdan büyük bir avantaj oldu.
Yazarlarla görüşürken monografi niteliğindeki bu çalışmayla ilgili kendilerinden nasıl bir metin istediniz, onlara nasıl bir çerçeve çizdiniz?
Bir taslak gönderdik ama özel bir çerçeve tariflemedik. Sadece ilk kitabımız olduğunu ve projelerimizi bunun içinde derleyip toplayacağımızı söyledik. Süha Bey'le Erkut Bey'in yazıları daha genel ve Ali Osman Öztürk'e yönelik metinler. Abdi Bey'in yazısı hem yapılan işlerle, hem de Ali Osman Öztürk'ün yaklaşımıyla alakalı.
Peki kitapta toplam kaç projeden bahsediliyor?
Seksenin üzerinde proje, çok sayıda fotoğraf ve çizim var. Cemal Emden, Gürkan Akay, Fethi Mağara gibi mimari fotoğraf konusunda uzman arkadaşların çalışmaları yer alıyor.
Bu kitap için özel olarak çektikleri fotoğraflar oldu mu?
Binalar bitmeye yakın hep fotoğraflarını çektirmeye çalışıyoruz. Tabi bu kitap düşüncesi çok eskiden beri var. O yüzden Cemal'in dönem dönem gelip çektiği fotoğraflar oldu. Bazı fotoğrafları sonradan kullanamadık bile. Mesela Armada, bizim ofis için çok önemli bir proje. Sonradan yanına ikinci bir etap yaptık, proje bütünleşti ve yeniden kendine geldi. Cemal ilk fotoğrafları çektiğinde o ikinci kısım yoktu. Başka binaların tepelerine çıkıp çok ilginç panoramalar çekmiş. Çekimler bitince bize de gösterdi. "Bu panoramalar bir gün çok önemli olacak, tarihe kaydettik bunları" dedi. Gerçekten de 3 yılda araya bir sürü bina eklendi ve bugün o çevrede (Ankara, Söğütözü) ciddi değişiklikler olduğunu görüyoruz.
Armada gelişim projesi, yaya sokağı
Tabi bu uluslararası bir yayın olduğu için dili İngilizce. Türkçe bir yayın hazırlamayı da planlıyor musunuz?
Ofisin projelerini bir araya toplayalım derken, bunu sadece İngilizce yapalım gibi bir düşüncemiz yoktu. Fakat Images Publishing ile anlaşınca öyle olması gerekti. Yarı İngilizce yarı Türkçe olsun istemedik. Artık herkes İngilizce metinleri pratik olarak takip edebiliyor. Mimarlık kitapları zaten görsel ağırlıklı kitaplar. Sadece sayfaları çevirirken bile ciddi oranda fikir sahibi olunuyor. Türkçe bir yayın şu anda planlamamızda yok ama olabilir.
Kitaba değer veren bir mimar olarak siz hangi yayınları takip ediyorsunuz?
Öncelikle Türk mimarları takip ediyorum. Hem arkadaşlarımız, hem dostlarımız, hem de rakiplerimiz olmaları çok hoş. İnsanları motive eden ve tatlı bir yarışma duygusuyla ileri götüren bir durum bu...
Uluslararası ödül programları için de aynı durum geçerli. Türkiye'den ödül kazananlar arttıkça başvurular da çoğalıyor.
Kesinlikle aynı kanaatteyim. Monografiler de giderek artıyor, herkesin böyle bir düşüncesi olduğunu fark ediyoruz. Birkaç yıl önce YEM Yayın'dan Erginoğlu & Çalışlar'ın kitabı çıkmıştı. O kitabı da çok büyük bir keyifle elimize alıp baktık. Sonra onlarla bu konuda konuştuğumuzda, yayın sürecinin 5 yıl sürdüğünü söylemişlerdi. Daha sonra bu yıl içinde Emre Arolat Architects'in kitabı yayımlandı. O da Rizzoli'den çıkan ilk Türk mimarlık ofisi oldu. Sanıyorum önümüzdeki aylarda Tabanlıoğlu'nun da bir kitabı çıkacak.
Bir mimarlık kitabı alacağınız zaman hangi özelliklere dikkat ediyorsunuz? İçinde nelerin olmasını bekliyorsunuz?
Mesela sadece fotoğrafları olan bir kitap benim için hiçbir zaman yeterli değil. Çünkü orijinal bir mimarlık kitabının sadece fotoğraflardan oluşacağına inanmıyorum. Muhakkak bir eskiz, bir çizim arıyor insan. Hatta bazı özel yapılarda sistem detayı veya malzeme de çok önemli olabiliyor. O yüzden bizim kitabı da o yönde oluşturmaya çalıştık. Eskizlere, ara çalışmalara, perspektiflere, maket fotoğraflarına yer verdik. Proje yapıya dönüştüyse planlarını da ekledik. Bir ofis binasının kat planını koyduğunuz zaman bu çok daha anlamlı oluyor. Bazen de projedeki saf düşünceyi ve yaklaşımı eskizlerden yakalayabiliyorsunuz. İnsanlar bu kitabı incelediklerinde bazı konularda fikir edinebilir veya merak ettikleri konuların cevabını bulabilirler.
Armada gelişim projesi, detay
Yaşamkent Camisi, render
Yapılarımızın arkasındaki düşünceleri ortaya koymaya çalıştığımız bu kitapta, dikkat çekmek istediğimiz bir konu da kamu yapıları oldu. Adalet Bakanlığı'nın açtığı davetli yarışmalar sonucunda onlara bazı projeler ürettik. Samsun Adalet Sarayı kullanıma açıldı. Zonguldak Adalet Sarayı inşa halinde. Kayseri Adalet Sarayı'nın yapımına ise yeni başlandı. Bunlar son derece modern, çağımızı yansıtan kamu yapıları. Özellikle iç mekanları ferah ve bol ışık alıyor. Bunlara kitapta ağırlıklı olarak yer verdik ve bunun da ayrı bir mesaj olduğunu düşünüyoruz.
Kitabın sonunda kendinizi ve pratiğinizi tanıttığınız yazıda; "Yapılarımızı her zaman içinde bulunduğu çevre ile beraber tasarlamaya çalışıyoruz. Böylece her yapı çevresinden gelen verilerle şekillendiği için oraya ait ve özgün olacaktır diye inanıyoruz. Yine yapı inşa edildiği dönemin, yapan ve yaptıranın imkan ve sınırları ile şekillenir düşüncesindeyiz. Dolayısıyla yerel ile evrensel birlikte hep bir denge içinde olmak zorundadır. Yapının insanlar için yapıldığı düşüncesi bizim için önemlidir. Kullanıcıların benimsemesini, beğenmesini, içinde yaşamak istemesini önemseriz." diyorsunuz.
Yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda proje gerçekleştirmiş bir mimar olarak bugün kentlerimizin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçen gün okuduğum bir yazıda, 10 yıl sonra dünya nüfusunun 2 milyarının kentlerde yaşayacağını öğrendim. Kentleşmeyle birlikte kentlerin ekonomideki önemi de gittikçe artıyor. Dolayısıyla insanların kentle olan ilişkileri giderek önem kazanıyor. Türkiye'de de kırsal nüfus azalırken, kent nüfusu artıyor. Ama 'kentli nüfusu' artıyor demek çok zor. Kent bir yaşama kültürü. İnsanlar birlikte yaşıyorlar ama toplumda yaşamanın birtakım incelikleri var. Şehir çok üst düzey bir organizasyon.
İstanbul hem ölçeği hem de önemi itibariyle dünyanın en önemli şehirlerinden birisi. Türkiye'de kente bütüncül bir bakış olması sevindirici. Tabi bu bakışta ulaşımdan altyapıya ve kent ekonomisine kadar farklı başlıklar söz konusu. Daha küçük ölçeklere inmeye başladığınızda kent içindeki mekanlarının (bulvarlar, meydanlar, sokaklar) kurgusu gündeme geliyor. Oradan mimariye doğru geliyoruz. Yeni yapılan kent parçalarında bunlara yeterince dikkat edilmediği kanaatindeyim.
TOBB ETÜ, Teknoloji Merkezi
Mesela Armada'yı tasarlarken, bağlamı da dikkate alarak hareket ediyorsunuz. Sonra etrafına eklemlenen yapılarla aslında o başka bir şeye dönüşüyor. Mimar bunu ne derece öngörebilir?
Daha geniş bir bakış ve o kent parçasıyla ilgili bir master plan olması lazım. Benim çok sevdiğim ve çok örnek aldığım şehirlerden birisi Berlin'dir. Bu kente ilk olarak, mezun olduğum 1987 yılında gitmiştim. O zaman Doğu Berlin ve Batı Berlin olarak iki ayrı şehirdi. Sonra duvar yıkılınca şehri yeniden yapmaya başladılar. O da müthiş heyecan verici bir süreçti. İlk gittiğimiz yıllarda (1987-90) konut bölgeleri oluşturuluyordu. Şehir birleşince bu kez merkezdeki alanları ele almaya başladılar. Onların arasında da en çok hoşuma giden yer Postdamer Platz bölgesidir. Tam duvarın geçtiği yer, eski merkez... Oraya gittiğinizde çok güzel sokak dokuları görüyorsunuz, sokaklar bir yerde birleşip meydanı oluşturuyor. O zaman diktikleri ağaçlar şimdi büyüdü. Bazen mimarlıkla ilgisi olmayan birileriyle Berlin'e gittiğimizde, biraz orada yürüdükten sonra dönüp "Bu sokak 10-15 yıllık yeni bir sokak" diyorum ve insanlar çok şaşırıyor. O kadar doğal bir hale gelmiş ki, suni durmuyor. Yani doğru bir doku nakli olmuş. Eski izler üzerinden gidip, kaybolmuş veya artık önemini yitirmiş parçaları yeniden yapıyorlar. Bu anlamda Berlin'in çok iyi bir şehircilik ve mimarlık örneği olduğunu düşünüyorum. Zaten pek çok kişi de Almanya'yı ve Alman şehirlerini planlama açısından çok iyi noktalarda görüyor. Kısmi kent parçaları anlamında Paris ve Londra gibi çok daha iyi kentlerden bahsedebiliriz ama konuya şehrin sağlığı açısından bütüncül baktığınızda Alman şehirleri daha ön planda...
Türkiye'deki şehirlerin yeniden yapılanmasında mimarlara nasıl bir rol düşüyor? Mesela bu yayını da bunun bir parçası olarak görüyor musunuz?
Ben mimarların da bir şeyler yapabileceğine inanıyorum. Biz birtakım çabalar sarf ediyoruz. Bunlar bu kitapta da yer alıyor. Mesela Tepe Prime bizim için çok önemli projelerden bir tanesi. Tepe Prime, Eskişehir yolu üzerinde dikdörtgen bir parsel fakat biz onu kamusal mekan oluşturma çabasıyla farklı bir geometride ve mekansal kurguda ele alarak, toprakla ilişki kurduğu noktada sokak ve meydanlar yaptık. Daha üst kotlarda ise yukarıya doğru yükselen yapılar organize ettik ve bir yaşam mekanı oluşturduk. İnsanların severek gittikleri popüler bir yer haline geldi.
Tepe Prime
Ardından Armada'nın ikinci etabına geçtik. Orada da iki yapı arasında bir sokak oluşturduk. Ortasında, şu anda pek çok aktiviteye ev sahipliği yapan bir meydan tasarladık. Kentin birçok yerinden gelen insanlar buradaki konserleri izliyor, etraftaki kafe ve restoranları kullanıyor. Sonuçta burayı kentsel bir mekan haline getirebildik.
Armada, yaya sokağı
Mimarlar olarak daha küçük ölçeklerle uğraşıyor gibi gözüksek de öyle değil. Yapabileceğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum.