"Mimarın Çocuğunun İyi İş Çıkarması Gerekiyordu"

02 Mart 2025

Bahsettiğiniz gibi çocukluğunuzdan beri mimarlığın içerisindesiniz. Bunun mimari pratiğinize etkileri neler oldu?

Öncelikle, bu mesleği hiç tanımayan arkadaşlarınıza karşı 5-0 önde başlıyorsunuz. Kalem tutmayı biliyorsunuz, kesit çizmeyi biliyorsunuz... O yüzden benim için İTÜ Mimarlık Fakültesi süreci çok hızlı ve çok az anıyla göz açıp kapanıncaya kadar geçti. Hiçbir dersimde zorlanmadım, çok keyif aldım. Dersleri bir ödev olarak değil de, mesleği tamamlayıcı bir unsur olarak gördüğümden zevk alarak devam ediyordum. Ancak şöyle bir sıkıntılı tarafı da vardı; hocalarım babamı tanıdıklarından -içlerinde sınıf arkadaşı olanları da vardı- gözlerini hep üzerimde gibi hissederdim. Bu durum sonucunda da beklenti hep çok yüksek oluyordu. Mimarın çocuğunun iyi iş çıkarması gerekiyordu, Metin Erözü’nün oğlu kimliği adeta üzerime yıkılıyordu. Bu kimlikten sıyrılıp Cem Erözü olabilmem için daha farklı çırpınmam gerekti o zamanlar...

Tabii bunun yanı sıra eğitim sürecini bitirdikten sonra babayla aynı ofiste, aynı projede çalışıyor olmanın da beraberinde getirdiği sıkıntılar vardı. Çünkü kuşak farkı, görüş farkı oluyordu. Ben biraz da bu nedenlerle “ipleri kopararak” kendimi Viyana’ya attım.

Müzik ve mimariyi bir araya getiren çalışmanız hakkında neler söyleyebilirsiniz? Nasıl bir araya getirdiniz bu iki alanı?

Müzik ve mimari çok ilgi duyduğum iki alandır. Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalara bakıldığında, özellikle de mimarlığın ve müziğin ortak objektif alanlarını araştırınca her iki alanın da var olduğu ortak bir düzlem çıkıyor ortaya: Matematik. Müziğin matematik yönüne karşın armoni ve mimarinin de matematik yönü olarak da oranlar vb. ortaya çıkması gibi. Bunları bir araya getirmenin yollarını aramaya başladığımda, bu konuda çok derine inen ilginç çalışmalar ve literatür olduğunu biraz da hayretle keşfettim. Daha antik dönemde Yunan felsefesinin bütün estetik kriterlerinin kulağa hoş gelen sayısal oranlara göre düzenlenmiş olması, başlı başına uçsuz bucaksız bir çalışma alanı aslında. “Kulağa hoş gelen, göze de hoş gelir” düşüncesi yatar bu yaklaşımın arkasında. Benim tezim ise: “İnsan tamamen önyargısız doğduktan sonra, baktıkları ve duydukları karşısında edindiği şartlanmalar sonucu, optik ve akustik armoni anlayışını da buna paralel geliştirir.”

Bu hipotezimin karşılığını bulmak için yola çıktığımda, ilk çalışmalarım 16. yy mimarisinin derinden etkilendiği Rönesans felsefesinin altında yatan oran çalışmaları ve müzikal armoniden kaynaklanan örnekleri incelemek oldu. Bu örneklerde, mimarların müzisyenlerle ortak çalışmalar yürüttüğünü ortaya koyan belgelerle mimari çizimlerin üzerindeki müzikal armoniye işaret eden notlar, araştırmalarımın ilk basamaklarını oluşturdu. Aynı yıllarda eserlerini inşa eden Mimar Sinan’ın camilerindeki oran çalışmalarıyla bu bulguların karşılaştırılması önerim danışmanlarım tarafından da onaylanınca, konu başlığı “Mimar Sinan Camilerindeki Müzikal Oranlar” şekline dönüştü. Yaptığım incelemeler sonucu, kültürel besin kaynaklarını doğudan alan Sinan’ın büyük eserlerindeki mimari oranların batı müziği armonisini oluşturan sayısal oranlarla örtüşüyor olması, hipotezimin ispatı için önemli bir bulguyu oluşturmuştu.

Böyle bir araştırmanın gerekçesine gelince: Mimarı tasarımların daima yaslandıkları bir takım kavram ve düşünceler olması gerektiğine inanıyorum. Belli bir felsefenin, bir ana fikrin, tasarıma gerçek bir kimlik kattığını düşünüyorum. Bu noktadan hareketle, özellikle cephe tasarımında müzikal oranlardan destek alabilmenin yollarını araştırdım ve hala da araştırıyorum. Yöntem olarak, Sinan Camilerindeki sayısal modül çıkarımlarını kullanmaya devam ediyorum. Bu çıkarımlarda, eserlerin mevcut ölçülerinin sayısal değerleri yerine, geometrik ilişkilerle ortaya çıkartmaya çalıştığım modüller aracılığıyla bu sayısal oranları yakalamaya çalışıyorum. Çünkü bu yapıların tasarlandığı ve inşa edildiği dönemlerde metrik sistem gibi objektif ölçü birimleri yerine karış, parmak, ayak gibi kişilere özgü ölçü birimleri kullanılıyor ve bu da objektif değerlendirmelerin önüne bir engel olarak çıkıyordu. 

Cami tasarımında, ana kubbenin iz düşümü olan dairenin geometrik bölümlenmesiyle ortaya çıkan motif ve modüller hem plan ve cephelerde akraba formların oluşmasına yardımcı oluyor hem de oluşan modül sayıları çok daha objektif olan bir sayısal değere dönüşebiliyor. Bu geometrik sistemleri cephe tasarımlarında kullanınca, kendi içinde daha tutarlı olduğunu düşündüğüm bir sistemi de devreye soktuğuma inanıyorum.

Akademik çalışmalarınızın yanı sıra Viyana’da mesleki tecrübeleriniz neler oldu?

Viyana’daki ilk ofis tecrübem, bana mimarlık felsefesi açısından büyük kazanımlar sağlayan çok değerli Mimar Jörg Klinger’in ofisiydi; kendisiyle  birlikte toplam üç kişiydik. Çok küçük projeler yapardık, fakat müthiş bir felsefi anlayışı vardı. Bir mimarın problem çözmeye nasıl yaklaşması gerektiğini çok basit, çok derinlemesine anlatabilen bir kişiydi. 

İki yıl kadar onun yanında çalıştıktan sonra Viyana’nın en büyük ofisine başvurdum, Peter Czernin. O ofisten de hemen kabul geldi. Orada da çok büyük projeler yaptık. 60 kişilik bir ofisin nasıl işlediğini görme fırsatını elde ettim. O zamanlar tabii bilgisayar yok, her şey elle çiziliyor. Tasarımların desinatörler ve çizimcilere nasıl aktarıldığı, bunun uygulamaya nasıl yönlendirildiği, izin alma süreçleri, ruhsat süreçleri, mimarların ofis eğitimi, ofislerde çalışanların kıdemlerine göre nasıl bir muameleyle karşılaştığı gibi konuları etüt etmek açısından çok faydalı iki yılı da orada geçirdim.

Bu süreçler esnasında, aslında bizim İTÜ’de almış olduğumuz eğitimin hiç de kötü bir eğitim olmadığını gördüm. O dönemlerde, yani 80’li yılların sonunda, Türk genç mimarlar Viyana ofislerinde direkt kabul ediliyorlardı. Birçok arkadaşım Türkiye’den geldi ve hemen hepsi hiç sıkıntı çekmeden çok iyi yerlerde iş buldular. Bu meslektaşlarımın herhangi bir sorun yaşadıklarını görmedim.

Eğitim konusu açılmışken, Türkiye’de şu anki mimari eğitimi nasıl görüyorsunuz?

Mimarlık eğitimini öğrencilerin üniversite öncesi eğitim süreçlerinden soyutlamak pek mümkün değil. Sonuçta siz anaokulundan itibaren öğrenciyi üniversiteye hazırlarken nasıl bir eğitim sürecinden geçiriyorsanız, mimarlık eğitim süreci de ne yazık ki onun formasyonuna girmek zorunda kalıyor. Ülkemizin benim gözümdeki en büyük sıkıntısı, 8. sınıflarda ve 12. sınıflarda çocukların giriş sınavına hazırlanmaları gibi çağdışı bir eğitimin olması. Bu sıkıntılı eğitimin sonucunda çocuklar sanatla, sporla, edebiyatla, sosyal olaylarla tamamen ilişkilendiremez hale getiriliyorlar. 

Oysa mimarlık tüm bunları bir arada bulundurabilmeyi gerektiren bir meslek. Siz sanattan edebiyattan anlamayan, felsefi altyapısı olmayan bir çocuğa, ne yaparsanız yapın, nasıl bir eğitim uygularsanız uygulayın, başarılı olamazsınız. Çünkü o çocuğun algılayıcıları kapanmıştır artık. Mimarlığın bu ana yetilerini çalıştıramayacak bir kafa yapısıyla geliyor ne yazık ki öğrenci. Çocuk mimarlık eğitiminde 3. sınıfa gelmiş, bakıyorsunuz daha Ayasofya’yı görmemiş. Sultanahmet Camii’ni gezmemiş, yalılara bakmamış. Mimarlık tarihini hocalar ne öğrettiyse ders olarak görmüş, ezberlemiş. Ama altında yatan felsefeyi öğrenememiş. Bir antik kent kurulurken nelere dikkat edilmiş, orada şehircilik nasıl gelişmiş, öneminin farkında değil. Ezberlemiş, sorulan soruları cevaplamış ve sonra da paketi unutmuş.

İşin bir tarafı bu, diğer tarafı da mimarlık eğitiminde kanayan pratik eksikliği yarasının yanı sıra artık bir eğitim süreci disiplininin kalmamış olmasıdır. Benim zamanımda hocalarımızın çizdiği çerçeveler vardı; birinci ve ikinci sömestrde işlenecek konular, 3-4-5-6-7-8’inci sömestrde işlenecek konular... Bunlar harfiyen uygulanır, asistanlar buna göre yetiştirilir ve bir hedef olurdu her zaman. Öğrenci o donanımı elde edebildiği takdirde yola devam edebilirdi. Şimdi bakıyorsunuz, 180 öğrenci giriyor, 160 kişi mezun oluyor. Bu gerçekçi olmayan bir başarı. Avrupa’daki öğrencilere baktığımızda bunlar yüzde 20’leri geçemiyor; bizde ise yüzde 80’lerde. Bizim bu kadar iyi öğrencilerimiz ve bu kadar iyi eğitim personelimiz mi var? Acaba bu müthiş başarıyı nasıl elde ediyoruz?

Bu durumda diğer bir problem de özel üniversiteler. Özel üniversitelerin birçoğunda ne yazık ki ticari bir amaç olduğundan, oraya gelen öğrencilerin aslında performanslarına göre yollarına devam etme kriteri de pek fazla uygulanmıyor. Yaklaşımları çoğunlukla: “Çocukları zorlamayalım, geçsinler. Hakkımızda iyi bir imaj oluşsun, daha çok müşteri alalım. Öğrenci, eşittir müşteri.” İşte bu çocuklar piyasaya çıktıkları ve hayatın gerçekleriyle karşılaştıkları zaman ya bunalıma giriyorlar ya da mesleği yapmayı bırakıyorlar. Bu mutlaka çözülmesi gerekli bir sorundur benim gözümde...

Mimarlık eğitimini nasıl düzeltebiliriz sorusunu yanıtlamak çok zor. Ama mimarlık eğitimi almak isteyen öğrencilerin seçimi konusunda bir takım önlemler alınabilir diye düşünüyorum. Mimarlık öğrencilerinin yetenek ve genel kültür sınavıyla seçilmesiyle, bu işi gerçekten seven ve öğrenmek isteyen, bu işe merak duyan ve bir sınava hazırlanarak girme zahmetine katlanabilecek kişilerin bu eğitime dahil edilmesiyle daha faydalı sonuçlar elde edilebilir düşüncesindeyim. Böylesi bir seçim sistemiyle mimarlık eğitimi için gerekli olan doğru hammaddeyi elde etme olasılığı çok daha yüksek olacaktır.

Şöyle bir örnek vereyim: İTÜ Mimarlık Fakültesi çatısı altında Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünü kurduk, 94 ya da 95 yıllarında. O zaman iki sene üstü üste bu çocukları iki gün süren 4 oturumlu sınav yaparak aldık. Sınavlardan biri genel kültür, diğeri de genel bilgi, yabancı dil vb. konuları kapsıyordu. Ardından iki oturumluk çizim sınavı yapıyorduk. Böyle bir sistemle alınan öğrencilerle muazzam bir başarı elde edildi. İlk mezunlar şu anda Türkiye’de en çok adı geçen endüstri ürünleri tasarımcıları. Sonra hangi koşullardan dolayı bilemiyorum, merkezi sisteme dönüldü ve mezun kalitesi bir anda düşmeye başladı. Eğitimi veren ekip aynı ekip, program aynı; ancak öğrenciler doğru kriter sistemine göre seçilemediğinden, sonuç kötü. Demek ki, burada böyle bir adım atılması gerekiyor.


Cem Erözü ile...
Erözü Mimarlık Projesi Üzerine Bir Görüş
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :