Yeşil Binalar ve Ötesi Konferansı konuşmacılarından Studio Libeskind yönetici mimarı Yama Karim, Behnisch Architekten kurucusu Stefan Behnisch, "living wall" çalışmalarıyla tanınan ekolojist Garry Grant ve DBArchitects kurucusu Bünyamin Derman ile sürdürülebilir bir çevre için gerekli adımları, projelerini hayata geçirirken karşılaştıkları zorlukları ve ülkelerin sürdürülebilirlik yaklaşımlarını konuştuk.
Sürdürülebilir bir projenin inşası için en önemli etkenin alanı anlamak, bu projelerin uygulanmasının önündeki ana engelin ise insanların yeni olana ve değişime karşı olan dirençleri olduğu ortak görüşler arasında yer aldı.
üstte: Yama Karim, Garry Grant / altta: Stefan Behnisch, Bünyamin Derman
Sizce, sürdürülebilir bir çevrenin inşası/tasarımı için düşünülmesi gereken temel elemanlar nelerdir?
"Doğayı tekrar şehrin içine çekmeliyiz"
Garry Grant: Bu aslında zor bir soru. Bence, enerji hakkında düşünmeye başlamalıyız ki bu bir çok insanın halihazırda farkında olduğu ve düşündüğü bir konu. Yenilenebilir, karbon ayak izi düşük olan, hatta olmayan enerji kaynakları ve enerji verimliliği oldukça önemli konular. Ve tabi ki su hakkında da düşünmeliyiz. Çünkü su sınırlı bir kaynak, özellikle de içme suyu. Çevremizde çok az miktarda içilebilir su var. Bu sebeple su kullanımı konusunda çok dikkatli olmalıyız. Yağmur sularının toplanması ve gri suyun geri kazanılması gibi konulara önem göstermeliyiz. Bunların yanında doğayla birlikte çalışmalıyız. Su ve enerji konusunda iyi kararlar alabilir ancak doğayı ihmal edebiliriz, bence bu çok büyük bir hata. Doğayı tekrar şehrin içine çekmeliyiz, çünkü bu birçok konuya daha yarar sağlayacaktır. Örnek olarak, eğer ağaçlandırma yaparsanız, ağaçların gölgesinden yararlanacağınız için yapınızı soğutmak için harcadığınız enerjiden de tasarruf edersiniz. Şehrinizdeki biyolojik çeşitlilik ne kadar çoksa, şehriniz o kadar sürdürülebilirdir. Bence bu konu birçok insan tarafından göz ardı edilen madde oluyor. Enerjiye odaklanıp su ve biyolojik çeşitliliği önemsemiyorlar. Bu nedenle biz odağı doğayla birlikte çalışmaya kaydırmak istiyoruz.
Garry Grant / Living Wall - Rubens Otel, Londra
"Teknoloji üzerine çokça düşünüp, içeriğe dair yeterli analiz yapmıyoruz"
Yama Karim: En önemlisi alanı anlamak. Bazen tasarladığımız yapıların teknolojisi üzerine çokça düşünüp, içeriklerine dair yeterli bir analiz yapmıyoruz. Alanın yönlenişi, güneş ışığıyla ve hakim rüzgarlarla olan ilişkisi, tarihsel geçmişi yani aslında alanın kendisi, sürdürülebilir bir tasarım için gerekli olan ve olmaya devam edecek temel tasarım yaklaşımlarını oluşturuyor.
Studio Libeskind / Corals at Keppel Bay, Singapur
"Yapılar inşa edilmiş olmaya değer olmalı"
Stefan Behnisch: Eğer bunu bilseydik çok daha kolay bir hayatımız olurdu. Ancak kültürel, iklimsel, topografik ve jeopolitik bağlama saygılı olmak diyebilirim. Basitçe söylemek gerekirse mekanın ruhuna, bağlamına saygılı olmak. Bence bu çok önemli. Bunun yanında ise kentsel altyapıya nelerin eklemlenmiş olduğuna bakmak, doğayla nasıl çalışabileceğimizi düşünmek, enerji tüketimini azaltmak, atık üretimini azaltmak, inşa edilmiş alanların oranını en aza indirmek ve asıl olarak da inşa edilmiş bir yapının oldukça kullanılabilir olmasına çalışmak üstünde durulması gereken konular. İnşa ettiğimiz her yapı çevremize bir müdahalede bulunuyor. O nedenle en azından inşa edilmiş olmaya değer olmalılar.
Behnisch Architekten / John and Frances Angelos Hukuk Fakültesi, Baltimore Üniversitesi, Baltimore
"Tüketim hızı böyle giderse iki dünya yetmeyecek"
Bünyamin Derman: Mevcut doğayı ve çevreyi bilinçli bir şekilde kullanmak. Bilinçli derken, bir sonraki nesle şu an yetebilen koşulu yine yeter halde bırakmaktan bahsediyorum. Dünya nüfusu hızla artıyor ve kaynaklar kısıtlı. Tüketim hızı böyle giderse bize iki dünya yetmeyecek yakında. Dolayısıyla bizim kaynak kullanımına ve dönüştürülmesine önem göstermemiz lazım. Ne kadar az tüketirsek ve doğaya dost üretimler yaparsak, akılcı yenilikçi çözümlerle çalışırsak, bir o kadar yeni nesle daha yaşanabilir bir çevre bırakırız.
Sürdürülebilir projelerin uygulama aşamasında karşılaştığınız temel sorunlar nelerdir?
"Projeden önce insanlar yeni olanı engellemeye çalışıyor"
Garry Grant: Sadece benim projelerim değil, yeni olan herhangi bir şeyle ilgili en büyük sorun, projenin bakımını kimin sağlayacağı, projenin devamlılığı için gerekli maliyetin ne olacağı gibi konular. Genellikle bunlar büyük bir sorun teşkil etmiyor ancak yaptığı işi belirli bir şekilde yapmaya alışkın insanlar, değişime karşı olabiliyor. Aslında bu gerçek bir problem değil. Çoğunlukla projeler bu problemlerin yaşanmadığı ortamlarda hayata geçiriliyor. Ancak projeden önce, insanlar çoğu kez yeni olan bir şeyi engellemeye çalışıyorlar. En büyük problem de buradan doğuyor.
"Asıl zorluk, binanın uzun süre aynı performansta yaşamasını sağlamak"
Yama Karim: Problem, yapının programını organize etmek, yapıyı şekillendirmek, yönlendirmek gibi tasarım kararlarından ziyade, mimarın kontrolü dışında gerçekleşen konular. En büyük zorluk ise gelişmiş bir yapıya yatırım yapmanın hızlı bir geri dönüşünün olmayacağı, bunun uzun süreli bir yatırım olduğunun anlayışını oluşturabilmek. Ekonomik anlamda uzun süre boyunca daha iyi bir performans gösteren bir yapıya daha çok ödemek, kısa sürede tasarruf edip, sonrasında kaybetmekten çok daha mantıklı. Binanın uygulama aşamasını değil, sonraki yaşamını düşünmek gerek. Çünkü binalar ancak tamamlandıktan sonra yaşamaya başlar ve asıl zorluk binayı inşa etmek değil, uzun süre aynı yüksek performansta yaşayabilmesini sağlamak.
Studio Libeskind / Corals at Keppel Bay, Singapur
"İnsanlar her değişimin risk olduğunu düşünüp, hiçbir şeyi değiştirmek istemiyor"
Stefan Behnisch: Daha sürdürülebilir (sürdürülebilir bir yapı demekten kaçınıyorum, çünkü bu terim büyük bir anlam içeriyor) bir yapı tasarlarken ya da inşa etmeye çalışırken karşılaşılan en büyük zorluk, yasaların bu tarz yapıların inşasına izin vermemesi. İyi ve doğru bir şey yapmaya çalışıyorsunuz ancak yasalar sizi daha kötü bir şey üretmeye zorluyorlar neredeyse. Diğer bir problem ise insanların değişime kapalı olması. Mesela Adidas projesinde yaşadığımız gibi... Büyük işgücüne sahip bir müşteriye yeni yönetim binaları tasarladığınızda, bu firmada çalışan insanlar eski iş yerlerinin çalışmak için en uygun yer olduğunu düşünebiliyor. Sizin bunu daha iyi bir hale getirmek için yeni bir şey denediğinizi anlayamıyorlar. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, insanlar çoğunlukla yeni olan her şeyi bir risk olarak algılıyor ve buna tepki gösteriyorlar. Her değişimin bir risk olduğunu düşünüp, hiçbir şeyi değiştirmek istemiyorlar.
Türkiye'de de yüksek yapılar için bazen bizim tepkimiz de bu şekilde gelişiyor. Yüksek yapıların, gökdelenlerin her daim kötü olduğunu düşünüyoruz.
"En yoğun ve sürdürülebilir çevre 12-18 katlı yapılarla mümkün"
Stefan Behnisch: Gökdelenlerin her daim kötü olduğunu düşünmüyorum, onların da yeri ve zamanı var. Ancak konu yoğunluk ve sürdürülebilirlik olunca, gökdelenler pek de uygun yapılar değil. Çünkü gökdelenler yükseldikçe, merkez çekirdek ve çevresinde onu destekleyecek elemanlar da gittikçe büyüyor. Bu konuda yaptığımız bir araştırmada öğrendik ki, en yoğun ve sürdürülebilir bir çevre ancak 12-18 katlı yapılarla mümkün. Dünyadaki en yoğun şehir 8-9 katlı yapılardan oluşan Barselona. Manhattan'dan hatta Tokyo'dan bile daha yoğun. Çünkü çok kompakt bir yapıda. Manhattan'daki yüksek yapıların arasında oldukça büyük bir alan bırakmak durumundasınız. Kısacası, çalışmalarımıza göre 12-18 katlı yapılar en iyi sonucu veriyor.
Behnisch Architekten / Schlaues Haus (Smart House), Oldenburg
"Sürdürülebilir bir kentinizin olması mimari tasarımı doğrudan etkiler"
Bünyamin Derman: Aslında bu soru bir öncekinin devamı sayılabilir. Öncelikle, sürdürülebilir bir kent kurgulamak lazım. Konuya üst ölçekten baktığınız zaman, ulaşım politikalarınızın ne kadar özel araca ne kadar toplu taşımaya, ne kadar bisiklete veya yaya akışına endeksli olduğu önemlidir. Bir üst ölçekteki konu her daim sizin üretimlerinizi de bağlıyor. Şehir planınızın veya sürdürülebilir bir kentinizin olması mimari tasarımı doğrudan etkiler. Böyle bir politikanız yoksa, siz o şehirde üretimlerinizle bina bazında sadece bir damla değiştirebilirsiniz.
Kentsel politikaların olmamasının yanında bir diğer sorun da aslında projeye ayrılan bütçe. Rüzgarı ve güneşi kullanmak, binanızın yönelimi gibi konular tasarım problemlerini mimari tasarımda çözebilirsiniz. Ancak malzeme kullanımı gibi diğer kararlarda, bütçe devreye giriyor. Pahalı olması sebebiyle doğal malzeme yerine yapay malzeme seçilebiliyor. Bu anlamda sürdürülebilir bir yapının tasarımı için mimar kadar işverene de sorumluluk düşüyor.Doğanın yok edilmesi de aslında para hırsından. Dünyadaki kaynakları en çok, küçük bir zengin kesim tüketiyor.
Dünyanın birçok şehrinde, çeşitli projeler gerçekleştiriyorsunuz. Bu ülkelerde sürdürülebilir tasarıma olan yaklaşımları değerlendirebilir misiniz?
"Standartlar bazen dezavantaja dönüşebilir"
Garry Grant: Avrupa'nın en zor yanı, birçok standarda, birçok kılavuza sahip olması. Eğer Avrupa'da yeni bir şey yapmak istiyorsanız, politika sizi destekliyor olsa bile uygulama zor olabilir. Çünkü biri çıkıp yapmak istediğiniz şey için uygun bir standart olmadığını söyleyebilir. Ve aslında bürokratik yollarla düşünen insanlar, dünyanın her yerinde aynı. "Bu projeyi burada yapamayız, çünkü buna uygun bir standart yok ya da bunu yapabileceğimi söyleyen bir belge yok."diyebilirler. Bu dünyanın her yerinde geçerli, ancak değişimin yavaş olduğu Avrupa ülkelerinde ise daha da büyük bir problem. Çin veya Türkiye gibi gelişen ülkelerde, konuyla ilgili herhangi bir düzenleme olmayabilir ama bu düzenlemenin olmayışı problem yaratabilmekle birlikte bir avantaja da dönüşebilir. Özellikle nüfus artış hızının yüksek olduğu ülkelerde, yeni birçok gelişmeyi ve tekniği denemek için fırsatlar oluyor. Mesela geçen yıl Brezilya'daydım, kentsel yeşillendirme konusunda yeni tekniklerle çalışmaya başladıklarını gördüm. Bu gelişmeler oldukça heyecan verici. Sonuç olarak, Çin, Rusya, Türkiye ve Brezilya gibi hızlı değişimin olduğu ülkelerle Avrupa arasında böyle bir fark olduğunu söyleyebilirim.
Garry Grant / Yeşil Çatı Uygulaması
"Teşvik edici programlar olmazsa, özel sektörün omzuna çok fazla yük binebilir"
Yama Karim: Bu çok güzel bir soru. Sanırım cevabı da ilk sorunun cevabına bağlanıyor. Çünkü her projenin bağlamı, her müşteri ve her program birbirinden farklı. Hükümet politikaları ise birbirinden apayrı. Bence, özel sektörün daha iyi performans gösteren yapıların inşasına yatırımını teşvik eden programların olduğu yerlerde çok daha yapıcı politikalar gerçekleştiriliyor. Şehrin ve hükümetin bu atılımın sağlanmasında rolü büyük. Çünkü bir kimsenin ya da toplumun alışkanlıklarını, kültürünü ve mimari pratik anlamındaki bilgilerini farklı bir yöne çevirmek, değiştirmek her zaman zordur. Vergi teşvikleri, krediler, yüksek performanslı yapıya harcanan maliyeti dengelemek için izin verilen yüksek yoğunluklu yapılar ya da bu yapıların daha fazla inşaat alanı kullanmasına izin verilmesi, şehirlerin bu değişimde önemli bir ortak olmasını sağlıyor. Ve bu durum halkın ve özel sektörün birlikte çalıştığı kritik ortaklıklar kuruyor. Teşvik edici programlar olmazsa, özel sektörün omzuna çok fazla yük binebilir.
Studio Libeskind / Citylife Masterplan , Milano
"Konu, dönüp dolaşıp işverene ve sizin onu ikna edip edemeyeceğinize geliyor"
Stefan Behnisch: Sanayisi gelişmiş batı dünyasında her şey birbirine çok benziyor aslında. Hepimizin amaçları aynı. İklimsel farklılıklar olabilir ama sonuçta hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Ancak teknik olanaklar, binaların üretilme şekli, inşası çok farklı. Örneğin, Amerika'da binayı yaptıranlar genel olarak yatırımcılar ve yapının sonraki hayatını, maliyetini çok da umursamıyorlar. Almanya'da ise yapıyı inşa ettirenler çoğunlukla yapının sahibi. Biz biliyoruz ki Almanya'da bir bina ancak 20-30 yılda kendi maliyetini çıkarabilir. Amerika'da inşaat daha pahalı olmasına rağmen bu süreyi 12 yıl olarak hesaplıyorlar. Japonlar ise yatırımlarını nesiller üzerinden hesaplıyor.
Biz 50-80 yıl boyunca hayatını devam ettirecek yapılar tasarlamak istiyoruz. Daha dayanıklı, daha esnek kullanımlara açık ve teknolojik anlamda gelişmiş binalar. Eğer yapıyı 12 yıl sonunda maliyetini çıkardı diye bir kenara atmayı düşünüyorsanız, siz çok daha farklı bir şey arıyorsunuz demektir. Bu bakımdan aslında son ürünü belirleyen de zihniyet. Amerika'da, Avrupa'da gerçekleştirdiğimiz yapılardan çok daha Avrupalı olan yapılar da inşa ettik. Konu, dönüp dolaşıp işverene ve sizin onu ikna edip edemeyeceğinize geliyor. Arap dünyasında ise sürdürülebilirlik, yeşil bir örtü, bir gösteriş öğesi. Orada bir şey üretmekle hiç mi hiç ilgilenmiyorum. İnşa edilenler yeşil bir yapıymış gibi davranmaya çalışıyor ama aslında bu konuya dair hiçbir ilgi yok. Türkiye ise bildiğim kadarıyla, kentsel mekanlar ve sürdürülebilirlik gibi konularda Avrupa'ya, Arap dünyasına olduğundan çok daha yakın.
Behnisch Architekten / Ingolstadt Konutları, Ingolstadt
"Yerin siyasi durumu, gücü, yönetim şekli birçok şeyi değiştirebiliyor"
Bünyamin Derman: Her yerde sürdürülebilir bir yapı inşa edilebilir. Ancak bir yere havalimanının yapılıp yapılmaması bunun ekolojik dengeyi bozup bozmadığı, bir kanalın yapılıp yapılmaması veya bir çölün ortasına bir kentin kurulup kurulmaması kararı bir üst ölçekte neyi feda ediyor, bunun iyi bir şekilde analiz edilmesi gerek. Eğer bu konuları doğru analiz ederseniz, proje çölde de gerçekleştirilse sürdürülebilir enerjiden, sürdürülebilir bir tasarımdan bahsedebiliriz.
Bunun yanında kitlelerin yer seçimindeki etkinliği, yapı grubu ya da kentin gelişimiyle ilgili konularda söz sahibi olması da tasarımları büyük ölçüde etkiliyor. Mesela Freiburg kenti, sürdürülebilir bir kent. Sudan yararlanıyor ama bunu bir hidroelektrik santralle yapmıyor, güneş ışığından yararlanarak stadyumunu ısıtıyor. Ulaşımda, toplu taşıma araçlarının ve bisiklet kullanımının yüzdesi çok yüksek. Dolayısıyla böyle bir kentte tasarım yaptığınızda, o kente uygun, özgün ve sürdürülebilir bir tasarım yapıyorsunuz. Bu durumun tersi olarak da Dubai'yi düşünebiliriz, hiçbir sürdürülebilirlik derdi yok, istediğiniz her şeyi her yere yapabilirsiniz. Yerin siyasi durumu, gücü, yönetim şekli birçok şeyi değiştirebiliyor. Bazı mimarlar da bu politik etkenlere dayalı olarak farklı davranabiliyorlar maalesef.
Türkiye'de sürdürülebilirliğe bakışı mimari çevre ve devlet politikaları bağlamında nasıl değerlendirirsiniz?
Bünyamin Derman: Bu soruya aslında en iyi, burada yaşayanlar cevap verebilir. Ne kadar parkımız, yeşil alanımız var, olan yeşil alanımızı koruyabilmiş miyiz, iklimi etkileyen konularda duyarlı mıyız, bunları düşünmek gerek. Eğer burada yaşayan insanlar bu konularda kaygı duymuyorlarsa, devlet de duymaz. Türkiye bence bu konuda sınıfta kaldı. Birçok sanayileşmiş ülke, artık iklimle ilgili sorunların farkına vardı, ancak biz hala bir önlem alabilmiş değiliz. Zaten hangi konuda alıyoruz ki? Biz mimarlar ve şehir plancılarının da konunun üzerine yeteri kadar eğilmediğini düşünüyorum. Orman Bakanlığının, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının bu konuya dair bir politikası yok. Bir havalimanı inşaatında, bir yol inşaatında doğanın yarısı katlediliyor. Kent, anormal ve kontrolsüz büyüyor. Bu sadece Türkiye için değil, tüm dünya için de geçerli. Bu konular ancak disiplinlerarası işbirliğiyle çözülebilir.