İş Dışı'nın bu ayki konuğu, çalışma alanı stratejisti Stefan Kiss. Alman tasarımcı, uzmanlaşma yolunda nasıl bir güzergah izlediğini aktarırken, günümüzde ofis tasarımının karşı karşıya olduğu zorlukları ve izlenmesi gereken yöntemleri de paylaşıyor.
Geçtiğimiz günlerde SALT Galata'da gerçekleşen "Ersa ile Mekanlar: Çalışma" başlıklı konferansın davetlisi olarak İstanbul'a gelen Stefan Kiss ile uzmanlık alanı üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Dünyanın en büyük ofis mobilyası markalarından Haworth’un Çalışma Alanı Stratejisti olan Kiss, iş tanımında yer alan görevleri aktarırken, günümüzde ofis tasarımının karşı karşıya olduğu zorlukları ve izlenmesi gereken yöntemleri de paylaştı.
* * *
Öncelikle mesleki arka planınızla ilgili bilgi alabilir miyiz?
Yirmi beş yıldır ofis mobilyaları sektöründeyim. Tasarım eğitimi aldığım için işe tasarımcı olarak başladım. Ofis tasarımları geliştirirken bunun büyük açık alanları ortadan kaldırmanın çok ötesinde bir iş olduğunu fark ettim ve kendimi, işyeri danışmanlığı ve araştırma alanında eğitmeye başladım. Müşterilerin istedikleri ortamı hayata geçirmelerine yardımcı olmak için sekiz yıl işyeri danışmanı olarak çalıştım. Son altı yıldır da yoğun olarak araştırmalarla ilgilenen bir çalışma alanı stratejisti olarak hizmet veriyorum. Bu nedenle arka planımın, sektördeki ve sektörün dışındaki deneyimler kadar, yürüttüğüm araştırmalar ve gelecekteki çalışmalarla da şekillendiğini söyleyebilirim. Özellikle son 10-15 yıldır muazzam bir değişim yaşamaktayız. İşte benim çalışma alanı stratejisti olma yolculuğum...
"Şirketlerin gerçekten ihtiyaç duydukları şeyleri ifade etmelerine yardımcı oluyoruz"
Oldukça spesifik bir iş tanımınız var. Peki bir çalışma alanı stratejistinin ana görevi nedir?
Esasında iki ana konumuz var. Birincisi, pazarda bizi neyin ilgilendirdiğiyle ilgili araştırmalar yürütmek ve buradan topladığımız bilgileri müşterilerimize aktarmak. Dolayısıyla, şirketlerle konuşarak -ki bu tartışmaya çalıştığımız stratejinin en üst düzeyde ana konusunu oluşturur- mekan için bir strateji geliştiriyoruz. Yani mekan tasarlamıyoruz, uygulama yapmıyoruz. Bence strateji ve danışmanlık arasındaki en belirgin fark bu. Müşterilere ne yapmaları gerektiğini söylemiyoruz. Gerçekten neye ihtiyaçları olduğunu keşfedip bunu ifade etmelerine yardımcı oluyoruz. Burada iki farklı durum söz konusu: İnsanlara ne istediklerini sorduğunuzda, bin tane farklı yanıt üzerinde çalışmanız gerekir. Ama onlara “en iyi şekilde çalışmak için gerçekten neye ihtiyacınız var?” diye sorarsanız, o zaman yanıtları daha kesin olur. İşte bizim yaptığımız tam da bu. Çalışma yöntemimiz, şirketlerin başarı sağlamada gerçekten ihtiyaç duydukları şeyleri ifade etmelerine yardımcı olacak stratejiler geliştirmek. Bu da bir tür tasarım brief’i yaratarak, tasarımın son haline ulaşmasında gerekli bilgiyi sağlıyor.
"İtici gücümüz, kullanıcılar"
Özellikle araştırma boyutuyla ilgilendiğiniz için kullanıcılarla nasıl etkileşime geçtiğinizi de öğrenmek isteriz.
İşimizin ana konusu bu aslında. Araştırma aşamasında olduğu gibi çalışma alanı stratejisi geliştirirken de kullanıcılarla yoğun etkileşimde bulunuyoruz. Projelerde odak grupları oluşturarak kullanıcılarla sürekli iletişim kurmaya çalışıyoruz, atölyeler ve anketler yapıyoruz. Herkesi sürece dahil etmek için şirketin tamamına yönelik anketler yapmaya özen gösteriyoruz. Çünkü içgörüleri yönlendiren kullanıcılar oluyor. Dolayısıyla mülakat ve anketler kadar, etkinlikler ve odak gruplar da içgörülerimiz için ana itici güç diyebilirim.
"Tasarımcının son anda bilgilendirilmesi söz konusu bile olamaz"
Çok sayıda uluslararası kurumla işbirliği içindesiniz. Çalışma alanı stratejisi konusunda faaliyet gösteren başlıca araştırma kurumları neler?
Ben konuya daha çok Avrupa perspektifinden yaklaşıyorum. Örneğin, bu alanda çalışan kuzey ülkeleriyle daha derin temas kurmak istiyoruz. Ayrıca, mimarlık ve tasarım firmaları ile işbirliğine gitmeye de açığız. Aslında araştırma kurumları ve organizasyonlardan öte, şirketlerin ve tasarımcıların bu yaklaşım bağlamında konuşmaya değer olduğunu düşünüyorum. Müşterilerle yola çıktığımız projelerde, ideal olarak, bir tasarımcıyı ya da mimarı ilk aşamada projeye dahil ederek, sürece katkıda bulunmalarını ve ilk elden bilgi almalarını sağlıyoruz. Tasarımcının son anda bilgilendirilmesi söz konusu bile olamaz.
Stefan Kiss, SALT Galata'da gerçekleşen "Ersa ile Mekanlar: Çalışma" başlıklı konferansta sunumunu yaparken.
Kimleri takip etmeli?
Bu konuda çalışan mimarlara ve tasarımcılara hangi kaynakları takip etmelerini önerirsiniz?
Özellikle WORKTECH Academy’nin internet sitesi www.worktechacademy.com’u incelemelerini öneririm. Bilgiye birinci elden ulaşmak için muhteşem bir kaynak. Geçtiğimiz Ekim ayında Münih'te düzenlenen ExpoReal fuarında, bir gayrimenkul şirketi tarafından kurulan inovasyon ağına destek verdik. Oldukça ilginç bir projeydi çünkü emlak endüstrisinde maddi boyuttan kaynaklanan bir dürtü eksikliği var. Gayrimenkul inovasyon ağı bir yandan yeni başlangıçlara zemin oluştururken, diğer yandan yenilikçi bir bakış açısı getiriyor. ExpoReal ile birlikte hayata geçirilen bu iletişim ağı bünyesinde bir de yarışma düzenlendi. Yaklaşık 700 startup’ın başvurduğu yarışmada bunlardan 25’i finale kaldı. Bizim ulaşmaya çalıştığımız şey de bu; farklı endüstrilere erişebilmek. Köln’de düzenlenen Orgatech fuarı ve Londra Tasarım Haftası da markalardan bağımsız olarak katıldığımız etkinlikler arasında.
"Farklı bölgeler yerine farklı endüstriler üzerine düşünmek çok daha ilginç"
Küresel ölçekte hangi ülkeler çalışma alanı stratejileri konusunda daha çok farkındalık sahibi? Kimler bunun üzerine daha çok kafa yoruyor?
Avrupa’ya baktığımızda, Hollanda’ın bu konuda oldukça gelişmiş olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında Berlin ve Lizbon gibi Avrupa’nın farklı noktalarında ilginç bir hareketlilik söz konusu. Örneğin Türkiye, Almanya ya da Portekiz’deki teknoloji endüstrisini karşılaştırırsanız, gerçekten gelişmiş ve hemen hemen aynı olduklarını görebilirsiniz. Bir ülkedeki daha muhafazakâr ve geleneksel organizasyonlara baktığınızda ise, çok daha geniş bir dağılım söz konusu. Bence farklı bölgelerden ziyade, farklı endüstriler üzerine düşünmek çok daha ilginç. Avrupa ile Kuzey Amerika’yı karşılaştırdığınızda, tabii Silikon Vadisi gibi kendi içinde çok enerjik olan bir yapı var ama ülkenin geri kalanında süreçlerin daha geleneksel işlediğini söyleyebilirim. Yeni çalışma biçimleri, akıllı ofisler... Tabii bunlar New York ve Chicago gibi büyük şehir merkezleri için geçerli. Avrupa'da da tam olarak aynı şeyi bulabilirsiniz. Fransa’ya, Paris’e baktığınızda her şeyin daha merkezileşmiş olduğunu görebilirsiniz. Doğu Avrupa ülkelerinde de büyük değişimler söz konusu. Gelişmiş ve gelişmemiş bölgeler arasında çok fark yok, neredeyse eşit olduklarını söyleyebiliriz. Hollandalılardan bu konuda çok şey öğrenebileceğimizi düşünüyorum.
"En büyük zorluk, insanların istedikleri gibi çalışmalarına izin veren, güvenli iş ortamını yaratmak"
Sizce günümüz çalışma alanlarının karşı karşıya olduğu en temel sorun nedir?
Sonuçta istediğimiz her şeyi inşa etmemiz mümkün. Dünyada akıllı tasarımcılar ve mimarlar var. Hayal ettikleri her şeyi ve sizin şu anda hayal edemediklerinizi inşa etme yeteneğine sahipler. Bence en büyük zorluk, insanların istedikleri gibi çalışmalarına izin veren, güvenli iş ortamını yaratmak. Bunun kontrol edilmemekle ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bu daha çok kültürel yönlerin nasıl düzenlendiğiyle ilgili bir konu. Birçok şirket, hiyerarşik yapıya göre şekillenen geleneksel bir organizasyona sahip. Tabii ki hiyerarşi ve organizasyon olmadan yaşayamayız ama insanların daha aktif ve özgür çalışmasını ancak güvenle sağlayabilirsiniz. Şu anda karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluk, hiyerarşik yapıda insanların daha fazla bireysel bazda çalışmasına izin veren sistemlerin oluşturulması. Çok güzel projeler, fantastik tasarımlar görüyorsunuz ama perde arkasına baktığınızda gerçekten geleneksel.
"Mimarlık, kimliğinizi mekana dönüştürme yetisine sahip bir katalizör"
Google tarzı ofisler de son dönemde çokça tartışılan bir konu. Bununla ilgili görüşleriniz nedir?
Google’ın herkes için fantastik bir örnek olduğunu ve geçmişte birçok şeyi ileri taşıdığını düşünüyorum. Ama bu Google’ın kendi dünyası. Müşterilerle sık sık şu tartışmaya giriyoruz; bize “bir Google ofisi yapmak istiyoruz” diyorlar. “Peki ama kime?” diye sorduğumuzda, “kendimiz için” yanıtını veriyorlar. Evet ama siz Google değilsiniz. Mesele sadece daha çekici, daha süslü bir dekorasyona sahip olmak değil. Önemli olan ihtiyaçlarınızın ne olduğunu, kimliğinizin ne olduğunu, kültürünüzün ne olduğunu, neyi ifade etmek istediğinizi bulmanız. Ve mimarlık bunu yapabilir. Mimarlık, kimliğinizi ve kültürünüzü mekana dönüştürme yetisine sahip bir katalizördür. Şirketler çoğunlukla bunun farkında değil. Büyüme için pek çok olanak olduğunu düşünüyorum. Google gibi de olabilirsiniz -fotoğraflarda gördüğünüz o eğlenceli Google genel merkezini ziyaret etme şansım oldu-. Ama sonuçta o ortamda çalışacak insanları göz ardı edemezsiniz. Bu daha çok içinde bulunduğunuz sektörün zihniyetiyle ilgili bir durum.