“Gaia Gallery’nin DNA’sında Mekanla Oynamak Var”

Tuba Tellioğlu Şeren / 21 Aralık 2016
Genç kuşak sanatçıları temsil eden Gaia Gallery’i 2014 yılında Elhamra Han’da açılan mekanıyla tanıdık. Şimdi ise Dolapdere’ye taşınan 4 katlı yeni galerisiyle karşımızda. Galeri direktörü Nil Nuhoğlu ve yapının tasarımını üstlenen Toreli Design Studio'dan Barış Töreli ile galerinin gelecek planları, vizyonu ve Dolapdere’deki kültür eksenli dönüşüm üzerine konuştuk.

Nil Nuhoğlu ve Barış Töreli

Gaia Gallery’i ilk kez 2014 yılında İstiklal Caddesi üzerindeki Elhamra Han’da açtınız. Bu kadar kısa bir süre içinde sizi İstiklal Caddesi’nden Dolapdere’ye, daha büyük ölçekli bir mekana taşınmaya yönlendiren itici güç neydi?

Nil Nuhoğlu: Bu fikir bir ihtiyaçtan doğdu aslında. Bizim daha büyük bir alana ihtiyacımız vardı. Mekanla oynamayı seven bir galeriyiz. Elhamra Han’daki 250 metrekarelik galerinin iki yıl boyunca tüm sınırlarını zorlamıştık. Artık yaptığımız işleri daha ileriye götürebilmek istiyorduk. Kendimize 10 yıllık bir vizyon belirleyerek yaklaşık 1 yıl önce taşınma kararını aldık. 


Mekan arayışı sürecinde öncelikle Karaköy, Tophane ve Balat gibi daha bilindik bölgelere baktık. Bir ara Maslak’ı bile düşünmeye başladık. Ancak hiçbir yerde istediğimiz metrekareye sahip bir mekan bulamadık. Dolapdere’deki bu mekan bizim için tam bir sürpriz oldu. Binanın ilk hali gerçekten de haraptı. Yapının mimarisinin ve iç mekan tasarımının bu noktaya gelmesinde endüstriyel tasarımcı Barış Töreli’nin rolü var.  

Barış Töreli: Tasarım sürecinde bu binanın Dolapdere’deki bir sanat galerisi olduğu fikrini aklımızdan çıkarmamaya çalıştık. Yani burası bir kentsel dönüşüm alanı olmakla beraber ultra modern, led’lerle aydınlatılmış bir bina olamamalıydı. Dış cephenin mahallenin karakteriyle örtüşmesi gerekiyordu. Galeri için ortaya koyduğumuz vizyonla mimariyi bir araya getirdiğimizde tasarım anlamında Dolapdere ile ortak bir dil konuşur hale geldik.

Sanat piyasası içinde bulunduğumuz ekonomik durumdan nasıl etkilendi? Bu kadar zor şartlarda yeni bir şube açmaya karar vermek riskli görünmedi mi size? 

NN: Evet, şu anda ikinci şubeyle hacim anlamında büyüdük ama sergiler anlamında biraz daha temkinli adımlarla ilerlemeyi düşünüyoruz. Hedeflerimizin daha çok başındayız. Gaia en başından beri uluslararası bir galeri gibi hareket ediyor. Ancak öncelikle İstanbul merkezli bir galeri olarak buradaki sanat piyasasının önemli oyuncularından biri haline gelmek hedefimiz. Bizimle birlikte büyüyüp gelişecek bir sanatçı jenerasyonuyla birlikte 40 yıl sonra da İstanbul’u yurtdışında temsil etmek istiyoruz. Bu anlamda çok da büyüdük diyemeyiz aslında. Bir adım daha attık, gelişme kaydettik diyelim isterseniz.

Birçok galerinin buraya taşınması kararınızda etkili oldu mu? 

NN: İnşaatı halen devam eden Koç Müzesi’nin tam karşısında yer alıyor olmak bizim yaptığımız işten daha emin olmamızı sağladı açıkçası. Koç Müzesi açıldığı zaman çok doğru bir noktada, çok doğru bir yatırım yaptığımızı daha da iyi anlayacağız diye düşünüyorum. Burası bir Tophane ya da Karaköy değil ama Dolapdere’de birçok farklı kültür bir arada yaşıyor. O nedenle de insanlarda farklı bir vizyon ve açık görüşlülük var. Sosyal faktörlerin tetiklediği demografik değişimler söz konusu ama eski zamanlardan kalma bir kültürel mirasın izlerini görüyorsunuz her köşede. Örneğin, karşımızda bir kilise, onun hemen yanında bir Rum İlkokulu var. Türkiye’deki tek domuz kasabı da burada. 

Dolapdere’de yakında yaşanacak kültürel dönüşümle ilgili gözlemleriniz ve öngörüleriniz neler?

NN: Son dönemde bazı sanat galerileri buraya taşınmasıyla Dolapdere’de sağlam ve köklü bir değişim gözleniyor. Dolayısıyla çevre de kısa bir süre içinde değişime uğrayacak. 

BT: Mimarinin çevreyi dönüşüme uğrattığı bir gerçek. Ancak insanları yerinden edip yenilerini getirmekle kentsel dönüşümü gerçekleştiremezsiniz. Bir dönem Notthingham’daki küçük bir yerleşim bölgesinde çalışmıştım. Burası yan yana dizilmiş birçok evden oluşan küçük bir kasabaydı ve evlerin arka bahçelerinde uyuşturucu ticareti yapılıyordu. Polis bu tehlikeli bölgeye müdahale edemiyordu, sonunda bir kentsel dönüşüm planı devreye sokuldu ve her iki evden biri yıkıldı. Bu şekilde evlerin aralarının açılması sağlandı ve güvenlik zafiyeti de ortadan kaldırılmış oldu. İnsanlar uyuşturucu satamayınca fabrikalarda çalışmaya başladılar, orası bir sanayi bölgesine dönüştürüldü ve problem doğal olarak çözüldü. Bence kentsel dönüşüm dediğiniz şey böyle olur. Her yere rezidans dikmekle kentsel dönüşüm gerçekleştiremezsiniz. Bir yeri doğru bir biçimde dönüştürürseniz bu herkesin yararına olacaktır.

 

NN: Bölgedeki sanat galerinin ve müzelerin çoğalmasıyla birlikte Dolapdere’nin kültürel dönüşümünün de sağlıklı bir biçimde tamamlanacağını düşünüyoruz. Sanat galerinin Dolapdere’ye akın etmesi üretilen bir devlet politikasının sonucu değildi tabii ki. Bu girişimler planlı değildi ama burada Dirimart’la başlayan ve sonra Koç Müzesi’yle devam eden bir sanat lokomotifi oluştu. Biz de bu lokomotife eklemlenen parçalardan biriyiz.

Birlikte çalıştığınız sanatçıları hangi kriterlere göre belirliyorsunuz?

NN: Bu biraz içgüdüsel ilerleyen bir süreç açıkçası. Galeri direktörünün vizyonu ve galerinin çizgisi bu seçimi belirliyor aslında. Öncelikle çalıştığınız sanatçıların işlerini gerçekten beğeniyor olmalısınız. Biz çağdaş bir sanat galerisi olma adına biraz daha genç sanatçılarla çalışmayı yeğliyoruz. Aynı zamanda genç sanatçıları destekleyen bir galeri olma misyonunu da üstleniyoruz. Yeni jenerasyona yönelik işler ortaya koymak ve genç sanatçılar için daha fazla oyun alanı yaratabilmek en büyük hedefimiz. Edisyonlu işler üretmemizin asıl nedeni de gençlere ulaşabilmek. Sanata ilgi duyan herkes kendi bütçesine göre bir iş satın alabilsin istiyoruz. Üniversitelerin güzel sanatlar fakülteleriyle iletişime geçiyoruz. Genç sanatçılara ait işlerin bulunduğu bir üretim platformu oluşturma peşindeyiz. Gençlere açık çağrı yapıyoruz. Bu genç arkadaşların işlerini de edisyonlu çalışmalara dahil edip onlar için bir gelir modeli oluşturmayı amaçlıyoruz. Bir yandan da yayıncılığa adım atma hevesimiz var. Bundan 20-30 yıl sonrası için bugünün güncel sanatını en iyi biçimde aktaran kitaplar ortaya koymak istiyoruz. 

Mimari anlamda mekanın zorlukları nelerdi? 

BT: En büyük sıkıntımız eserlerin giriş ve çıkışlarının nasıl yapılması gerektiğiyle ilgiliydi. 

NN: Evet, tasarım sürecinde bana mekana yerleştirilecek işlerin boyutlarıyla ilgili birçok soru soruluyordu. İşlerin boyutu değişiklik gösterebilir. Bir galerinin yaşadığı en büyük zorluk, büyük boyut ve hacimdeki eserlerin mekana güvenli bir biçimde getirilebilmesi. 300 kiloluk bir eseri kirişe asmamız gerekebilir. 

BT: Bu nedenle mekandaki tüm kirişleri çıplak bıraktık. Mekanı bir oyun alanı gibi kullanmak mümkün olabilsin diye. Ana kirişlerimizi normalin 1 buçuk katı kadar daha güçlü yapmak zorunda kaldık. Örnek alabileceğimiz farklı çözümler var mı diye bakmak için Nil ile birlikte çağdaş sanat fuarlarını gezdik.

Evet, sergileme tasarımı ayrı bir uzmanlık alanı. 

NN: Bir keresinde katıldığımız bir çağdaş sanat fuarında 90 kiloluk bir heykeli tavandan asmak istemiştim ama buna izin vermediler. Bunun üzerine onu bir kaide üzerine oturtmaya çalıştık, tabii ki bu arada eserin kendine özgü ifade biçimini de bozmuş olduk. Artık bu çağda sanatçının isteklerini yerine getirebilecek fiziki koşulları sağlamalı sanat galerileri. 300 kiloluk bir eseri tavandan asmamız gerekiyorsa bu yapılmalı. 
Burayı tam anlamıyla bir ‘yapboz’ gibi düşündük. Elektriği istediğim yerden çekebilmeli, istediğim yere duvar koyabilmeliydim. Galerinin DNA’sında mekanla oynama özelliği var.  Biz her defasında ziyaretçilerimizi şaşırtmak istiyoruz. Bu nedenle de farklı işler yapma peşindeyiz. Mekanla bu kadar çok oynamak istememizin temel nedeni belki bu. Taşıyıcı sistemleri bu nedenle ham bıraktık. Galerinin tasarımının eserlerin önüne geçmesini istemedik. Kolonların ne renk olması gerektiğini bile tartıştık. Beyazı çok parlak buluyorduk. İç mekan duvarları için sonunda ham görünümün binanın dış cephesiyle de uyum göstereceğini düşündük. Binanın dış cephesine paslanabilir bir demir koyduk örneğin. Bu demir her gün renk değiştirecek ve yağmurla birlikte zamanla dönüşüm geçirecek. Dışarıdaki bu organik yapıyı içerde de devam ettirdik. Ofis mobilyaları, kütüphane, aydınlatmalarda bu paslanabilir demir malzemeyi kullandık. İç mekanların da ortak bir dil konuşmasına çalıştık. 

Sanırım sanat eseri satışa sunmanın yanı sıra bir de markalar ya da kurumlar için konsept üretip sanat danışmanlığı hizmeti de veriyor Gaia Gallery? Bundan biraz bahsedebilir miyiz?

NN: Benim sanat tarihi eğitimim var. Sadece galeri hizmetinin dışında kurum ve markalara içerik hizmeti de sunuyoruz. Galeriyi ilk açtığımızda bu anlamda ilginç teklifler alıyorduk. Örneğin bir keresinde sanatçılarımızdan Hande Şekerciler’le bir tekne için bir sergi konsepti yarattık. Teknenin içinde bulunduğu şartlara göre özel bir kurgulama yaptık. Bizim için içerik çok önemli. Yaptığımız tüm projelerde, iş birliklerinde, katıldığımız etkinliklerde sanatçılarımız birer içerik üreticisine de dönüşebiliyor aynı zamanda. Örneğin, tasarım bienalinde Ece Ajanda’yla bir projemiz vardı. Ardan Özmenoğlu bu projeye özel için bir enstalasyon yarattı. Bu yönümüzü daha da aktif hale getirerek mimari ve kurumsal projelerin içinde yer almak önemli bizim için.  
Gaia Gallery Dolapdere bir üretim ve aynı zamanda bir performans alanına dönüşsün istiyoruz. Bu kadar büyük bir metrekareye ihtiyaç duymamızın en önemli nedenlerinden biri de bu. Sergiyi kaldırmaya gerek kalmadan eventler için ek bir mekanımız olsun istiyorduk. Bizi gelen böyle bir talep de vardı açıkçası.

Bir de Gaia Gallery’nin bir yeşil bina olma hedefi var, yanılıyor muyum?

NN: Binanın çatısı Almanya’dan getirilen Solar panellerle kaplandı. Aydınlatmada ise sensörlü ürünler tercih edilerek enerji tasarrufu sağlandı. Isı yalıtımı yapıldı. Biz şu anda yeşil bir binayız diyemeyiz ancak yeşil bina olma yolunda adım atmış bir galeriyiz. Bir yılın sonunda şu anda kurulan sistem sayesinde ne kadar enerji tasarrufu yaptığımız da ortaya çıkmış olacak. Ondan sonra da belli başvuruları gerçekleştirmeyi düşünüyoruz. 

Peki, ilk sergiden bahsedebilir miyiz biraz?

NN: Arda Yalkın’ın “Everything is Awesome” sergisinin açılışını 17 Kasım’da yaptık. Serginin kataloğunda Marcus Graf’la yapılan bir de röportaj yer alıyor. Tüketim pornografisi üzerine odaklanan bir sergi bu. Arda’nın işlerini geçtiğimiz yıl ilk kez Loop Barcelona’da sergilemiştik. Şimdi ise ikinci kez Gaia Gallery Dolapdere’de izleyiciyle buluşuyor. Bundan sonra ise New York ve Paris’te sergilenmek üzere yola çıkacak eserler. “Everything is Awesome” temelde kurumsal şirketlerdeki işe alım süreçlerine odaklanıyor. İşe alınanlar ve işverenler arasında geçen günlük meseleleri konu ediniyor. Sergide gördüğünüz her şey edisyonlu. Loop Barcelona’da ilk kez sergilediğimizde video’ları 20 metrekarelik bir alana sığdırmak zorunda kalmıştık. Ama burada 200 metrekarelik bir alanda doğal olarak işin niteliği değişiyor, eserin konuştuğu dil de farklılaşmaya başlıyor. Bu da sanatın sergilendiği mekanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bizlere. 
Bu sergide Arda’nın daha önceki işlerinde karşımıza çıkan üç boyutluluğa rastlamıyoruz. “Everything is Awesome”da daha farklı bir dili konuşuyor. Bu da onun ilerleme kaydettiğinin, tekrara düşmediğinin önemli bir göstergesi. Elhamra’yı ilk kez Arda Yalkın’ın sergisiyle açmıştık, iki yıl sonra Dolapdere’nin açılışını da yine onun sergisiyle yapıyoruz, bu ilginç bir tesadüf. 

Yurtiçi ve yurtdışında hangi sergilere katılıyorsunuz? 

NN: Loop Barcelona’ya katıldık geçen yıl. 2017’de ise Moving Image’a katılmayı düşünüyoruz. Türkiye’de de 3 yıldır Contemporary Istanbul’a katılıyoruz. 

Bu yılki Comtemporary Istanbul’u nasıl değerlendiriyorsunuz? 

NN: Politik ve ekonomik açıdan bu kadar zor şartlar altında fuarın mümkün olabilecek en iyi şekilde kotarıldığını düşünüyorum. Çok sağlam adımlarla ilerleyen bir fuardı. Şaşırtıcı değildi tabii ki hiçbir şey.
 


İlişkili İçerikler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :