Aşağıdaki yazıyı 19 Temmuz 2013'te yazdım, belli bir duygu ve düşünce durumunun kaydı olarak değiştirmeden bırakıyorum. Ama en başa küçük bir not koyuyorum kendimce güzel bir okur için: Hiçbir yer ütopya değildir, asla yerleşme göçmen ruh!
Tam simetrik bir dikdörtgene oturan çimenlik iç avlunun L şeklindeki bir kısmı revaklı, yarı açık bir koridor ve onun arkasında koğuşlar olarak düşünülmüşken dikdörtgenin diğer L'si tamamen açık. Bu açıklık ise sınırlı geçirgenlik hissi veren, Medrese yapısının devam ettiği hissini de kuvvetlendiren bir biçimde kolon olarak bırakılmış.
Bu geçirgen sınırlılık biraz İtalya'daki Sienna meydanında kullanılan yarı geçirgen sınır öğeleri (kol yüksekliğine çıkan mermer kolonlar) gibi insanlarda "mekanın anlamının değiştiğine dair" bir his oluşturuyor ama hiçbir hayvanı engellemiyor örneğin. Sabahın erken saatlerinde ipini koparan atlar gelip Medrese'nin iç avlusunun çimlerini yiyebiliyor (yemeseler daha iyi olur tabii… biz oyun oynuyoruz o çimlerde).
Medrese'nin bu açık tarafından makilerle kaplı bir Ege dağı gözüküyor; toprak kırmızımsı bir renkte, şaraba uygun. Henüz bitmemiş üst katta ise ufak çapta bir çadır kent var. Matematik Köyü ile Medrese arasında da başka katılımcı çadırları…
Daha sonra çalışma alanı olarak kullanılacak iç avluya bakan büyük odalardan biri şimdilik koğuş. Koğuşlarda kadın-erkek karışık kalıyor. Herkes 'ana, bacı, kardeş' ya da 'amca, abi, dayı' olmasa da (doğal olarak); taciz mutlak olarak yasak, hatta o kadar yasak ki, kimse bundan söz etme gereği duymuyor. Olur da sınırını aşan olursa kibarca alınıp Selçuk'tan otobüse bindiriliyor (gerçi Medrese'nin iki yıllık tarihinde bir defa olmuş bir durum bu).
Şu an itibariyle yaklaşık 20 gündür medresedeyim. Daha 10 günüm var, "kalışımı uzatsam mı?" diye düşünüyorum. Medrese'de internet olmadığı için de bu yazıyı Matematik Köyü'nün kütüphanesinden yolluyorum. Neden mutluyum? (Günahkar logos iş başında) Çünkü zanaatkarlıkla entellektüellik arası bir yerde, bir zeytin ağacının altındayım. Çünkü kısa süre de olsa internetim yok. Çünkü toz toprak içindeyim, ayaklarım kirli, çimler yeşil ve yıldızlar her gece gözüküyor. Çünkü burası modern zamanın kol saati gibi 'dönen zamanı'nın dışında. Çünkü burası antik çağdan ortaçağa kadar süren kum saatinin akan zamanı ile güneş saatinin mevsimleri ve bulutları unutmayan zamanı arasında bir yerde. Çünkü zaman mekanik ve tenden bağımsız değil; eğer her gece yıldızları görebilirseniz.
Medresenin sakinleri kimler peki? Daha ilk gün mutfağa girdim, bir de baktım aşçılığı, bir final ödevimde analiz ettiğim Kadınlar, Aşklar, Şarkılar'ın oyuncusu Ahmet Melih Yılmaz yapıyor. Ben, "size çok hayranım, oyununuzu çok beğendim" derken o, o sırada tiyatrodan çok mutfakla ilgilendiği için "semizotu var, koyayım mı, aç mısın?" diye cevap veriyor. Sonra bana "tamam hadi gel sen" diyen Erdem Şenocak, Tehlikeli Oyunlar'ın Hikmet Benol'uymuş, Celal ise SeyyarSahne'nin yönetmeni ve özellikle Tragedya ve Ta'ziye üzerine çalışmalarıyla tanınan Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü öğretim üyesi Celal Mordeniz'miş, 'müdire hanım' diye yarı ciddi yarı şaka mutfağı ve çamaşırhaneyi yöneten Nesrin, Çocukluğumun Soğuk Geceleri'nin Tezer Özlü'süymüş, Palyaço Atölyesi'ne katılan Simge benim iki senedir bir türlü gidemediğim Macbeth Mutfakta'nın Türkiye'ye 'nesne tiyatrosu'nu getiren ve umut vadeden genç oyuncusuymuş, bana çay ikram eden Engin, DestarTiyatro'nun sözsüz oyunu Cerb'de oynuyormuş, Didem padomimciymiş, onlar İstanbul Üniversitesi Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği bölümünden, bunlar konservatuvardan, şunlar Boğaziçi felsefeden, sosyolojiden, siyaset biliminden, şunlar İTÜ mühendisliktenmiş (içinde İTÜ'lü mühendis bulunmayan hiçbir grup yeterince entelektüel değildir, bkz. Oğuz Atay).
Aaa sen de mi kamusal alan, sen de mi Grotowski, yo hayır bence Antigone'nin yine de bir etik duruşu var, orası Oryantalizm burası Marksizm… Derken benim sıfırı görmüş kafam çalışmaya başladı. Bu kafa çalışmasının günlerce mutfakta sarımsak soymak, kabak, patlıcan, patates ayıklamak, bulaşık yıkamak, yer silmek ve kütüphane düzenlemekle de ilgisi var elbet. 'Fildişi bir medrese' değil burası sonuçta. Hikmet Benol'un her tarafı dökülen bir Toros arabayla her gün pazardan kilolarca sebze, meyve, paketlerce tuvalet kağıdı ve kutularca temizlik malzemesi aldığını ve azimle taşıdığını (en akut zamanlarda salça almayı unutsa da ve kimi gün saat 8'deki akşam yemeğinin malzemesi ancak 9'da gelebilse de) ya da Tezer Özlü 'nün filtre kahvesine sahip çıkmak için kükrediğini düşünürsek burada herkes gündelik işlere de bulaşıyor bir şekilde.
afiş tasarımı: Firuze Engin
Şu anda paralel olarak Erdem Şenocak ve Celal Mordeniz yönetimindeki ‘Hareket, Dialog, Eylem Atölyesi' ile Güray Dinçol yönetimindeki ‘Modern Palyaçoluk Atölyesi' devam ediyor. Ayrıca Ermenistan'dan gelen bir kadın grubuyla ortak yürütülen bir proje sonucunda, kadınların cinsel deneyimlerini ve bunun toplumsal anlamları üzerine çalıştıkları 'Linking our Stories' projesi de sürüyor. Burada olduğum sürede 'Sanatçının Felsefeyle İşi Ne?', 'Hikaye Anlatıcılığı' ve 'Tai Chi Chuan & Giong' atölyeleri de yapıldı. Benim olmadığım Haziran sonunda ise üç günlük 'Oyun Yazarlığı Atölyesi' yapılmış. Eylül sonuna kadar da atölyeler devam edecek. Gelmenizi tavsiye ederim , herhangi bir tatile ya da diğer kentlerdeki atölyelere göre hem daha ekonomik hem de çok daha üretken olma imkanı sunuyor bu mekan.
>>>>>