Homo Ludens'in Kamusal Mekanı: Tiyatro Medresesi

Deniz BAŞAR / 01 Ağustos 2013
Aşağıdaki yazıyı 19 Temmuz 2013'te yazdım, belli bir duygu ve düşünce durumunun kaydı olarak değiştirmeden bırakıyorum. Ama en başa küçük bir not koyuyorum kendimce güzel bir okur için: Hiçbir yer ütopya değildir, asla yerleşme göçmen ruh!

Atölyeler bütün gün devam ediyor. Herkes her köşede kendi kendine konuşurcasına bir performansın provasını yapıyor. Akşamları yeni biten büyük salonda biletli bir oyun oynanmayacaksa (geçen hafta salon açıldığından beri 'Tehlikeli Oyunlar', 'Kadınlar, Aşklar, Şarkılar' ve 'Macbeth Mutfakta' oynandı) atölyelerin günlük sunumları performanslar dizisi olarak izlenebiliyor. Bugüne kadar spontane yakaladığım pek çok palyaço solosu, palyaço düosu; teması ve dramatürjisi verili oyuncu doğaçlamaları ve performans işleri izledim. Bir noktada, bu küçücük alandaki bütün sanatsal aktiviteleri takip edemeyeceğime istemeyerek ikna oldum.



Geceleri gezi olaylarından, oyunculuk teorilerine, sahne kuramlarına, kamusal alan çözümlemelerinden insanın şiddetle ilişkisine oradan da tabii ki aşka meşke giden pek çok şey konuşuluyor. Bazen gece 11'den sonra yelken gibi beyaz perde çekiliyor açık havaya ya da salondaki şöminenin önüne veya bir zanaatkarın bir ilham anında taşın arasına tuğla karıştırarak çatısına ‘TİYATRO' yazdığı prova odasına. Ve orada Charlie Chaplinler, Ingrad Bergmanlar izleniyor.



Ortaçağın meslek loncaları nasıl hem bir mesleki etiği kurgular, hem de meslek içi bir kamusal alan oluştururlarsa, Tiyatro Medresesi de tiyatroya bir yerinden değen herkese (ben ki tiyatronun üretim aşamasında hiç bulunmayan bir kişiyim) açık bir kurgu sunuyor ve iddiam o ki, başarılı bir kamusal alan oluşturuyor. Yüksek lisans tezini bahane ederek geldiğim bu mekan ve bu insanlar bana çok iyi geldi. O kadar ki kalp sıkışmalarım bir süredir olmuyor. Burası adeta bir 'homo ludens' (oyun oynayan insan) ülkesi. En akıllı insanların kırmızı burnu taktıkları anda en 'aptal, naif, gururlu' olmalarının bir hikmeti var. Benim de bazen bir kırmızı buruna ihtiyacım var, 'aptal, naif, gururlu' olduğumu gizlememek için.

Çünkü (şimdi büyük laflar edeceğim) ciddiyetimiz şiddet doğuruyor kentte. Kibrimiz bizi boğuyor ve zaaf göstermekten çok utanıyoruz. Oysa insanı insan yapan oyun oynamaktır. Ne düşünmek, ne alet yapmak, ne intikam almak, ne adalet duygusu, ne de öldürmek insanı tanımlar. Hayatı ve kendimizi daha az ciddiye aldığımız, bilgimizle iktidarlar inşa etmediğimiz, para gibi bilgi biriktirmediğimiz ve 'aptal, naif, gururlu' olmaktan korkmadığımız, günün birinde Taksim Meydanı'nda da oyun oynayabildiğimiz (geleceğin değil) paralel evrenlerin umudunu kaybetmemek için sizi de medreseye bekleriz.

Son sözüm doğaçlama tiyatronun (impro) ustalarında Viola Spalin'den geliyor:

"Oyun kavramının tersi çalışmak değil, depresyondur." 
Koray Tahran, Doğaçlama için Elkitabı, Mitos Boyut Yayınları, 2013, 29


Medrese'den Kareler...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :