Mitoloji kahramanı İkarus'un keyifle başlayan, hırsa dönüşen ve hazin biten öyküsü Fethiye Körfezi'nde geçer. Belki de İkarus hırsından değil Ölüdeniz'in büyüleyici manzarasını daha iyi görebilmek için yükselmiştir.
Mitoloji kahramanı İkarus'un keyifle başlayan, hırsa dönüşen ve hazin biten öyküsü Fethiye Körfezi'nde geçer. Mitolojik kaynaklar da şöyle anlatılır bu öykü:
"Babası, yaptığı kanatları balmumuyla İkarus'un omuzlarına yapıştırır. Böylece uçma yeteniği kazanır İkarus. Ancak babası oğlunu uyarmayı ihmal etmez. Eğer fazla yükselirse güneşin balmumunu eriteceğini, alçaktan uçarsa da boğulma tehlikesi olduğunu söyler. İkarus, uçmaya başlar. Bir süre sonra biraz daha yükselir ancak hırslarına gem vuramaz biraz daha, biraz daha derken iyice güneşe yaklaşır ve kanatları tutan balmumları erimeye başlar. Önce kanatları düşer denize, ardından da İkarus."
İkarus'un öyküde kişisel hırslarına mağlup olduğu anlatılır. Belki de İkarus hırsından değil Ölüdeniz'in büyüleyici manzarasını daha iyi görebilmek için yükselmiştir.
Ölüdeniz'in yanı başında yükselen yaklaşık 2000 metrelik Babadağ bu manzarayı görebileceğiniz ilk durak. Ancak bu durağa ulaşmak o kadar kolay değil. Belki de yamaç paraşütüyle uçmak işin kolay yanı. Asıl zor gelen, toprak yolda bir kamyonetin arkasında hoplaya zıplaya yolculuk yapmak.
Cennete uçmak
Hava ve rüzgar durumunun uygun olduğunu görünce sabahın erken saatlerinde uçuş için gerekli ekipmanlarımızı kamyonete yükleyerek Ölüdeniz sahilinden yola çıkıyoruz. Hisarönü'nü geçtikten sonra 1,5 saat sürecek dar toprak yol başlıyor. Yol zaman zaman o kadar daralıp bozuluyor ki, yamaç paraşütü yapacak olmanın heyecanıyla bu durumu görmezden geliyoruz.
Nihayet Babadağ'ın 1900 metresindeki ikinci piste ulaşıyoruz. Buradan manzara muhteşem görünüyor. Babadağ'da 1700 ve 1900 metrede olmak üzere iki pist var. Rüzgarın durumuna göre atlanacak pistler de değişiyor.
Atlayış için hazırlıklarımıza başlıyoruz. Ben fotograf makinelerimi son kez kontrol ederken tandem uçacağımız pilot paraşütümüzü ve bağlantı iplerini titizlikle kontrol ediyor. Bu arada bana da son direktifleri veriyor. Önümüzdeki boşluğa doğru koşabildiğim kadar hızlı koşmamı söylüyor. Tamam da nereye kadar. Pist 15- 20 metre sonra bitiyor ve önümüz uçurum. Çaresiz dediğini yapıyor ve koş diye bağırmasıyla var gücümle ben önde o arkada uçuruma doğru koşmaya başlıyoruz.
Ben hala koştuğumu zannederken nasıl olduğunu anlamadan önce bir güç tarafından arkaya çekiliyorum, ardından da boşlukta ayaklarımı görüyorum. Bu kadar kolay olmasına şaşırıyorum. Ama vakit şaşkınlık vakti değil. Zaten uçuş topu topu yarım saat sürüyor. Bu manzara karşısında yarım saat ne ki deyip başlıyorum fotograf çekmeye. Önce havalandığımız pistin üzerinde birkaç tur atıp aşağıda uçuş hazırlığı yapanları fotograflıyorum. Ardından, Ölüdeniz'in turkuazına doğru süzülmeye başlıyoruz.
Uçuşun en çarpıcı manzarasını oluşturan Kumburnu'na yöneliyoruz. Bembeyaz kumsalda sıralanan şemsiyeler ve turkuazdan maviye dönen denizin rengi insanda turizmle ilgili bir broşüre bakıyormuş hissi uyandırıyor. Kumburnu üzerinde birkaç tur atıp sayamadığım kadar çok fotoğraf çektikten sonra yönümüzü iniş için Belcekız sahiline çeviriyoruz.
İnsanların üzerinden geçerek belirlenen noktaya son derece yumuşak bir iniş yapıyoruz. İndikten sonra çektiğim karelere bakmak için bilgisayarın başına geçiyorum.
Ekranda çektiklerimi görünce aklıma bir fıkra geliyor: "Fransa tatilinden dönen Japon'a arkadaşı 'Fransa nasıldı?' diye sormuş. Japon 'henüz filmleri tab ettirmedim' cevabını vermiş."
Benim ki de bu uçuştan sonra farklı olmadı. Vizörden bakmaktan uçuşun keyfini tam yaşayamadım. Bu nedenle fotograf makinesiz bir uçuş yapmak için gün sayıyorum.