"Occasional Cities: Post-it and Other Forms of Temporality" kent üzerine kafa yoran farklı disiplinlerden kişileri biraraya getiren sanatsal bir araştırma projesi.
Popüler kültürün yarattığı yeni simgelerin gölgesinde, "geçicilik" ve "pratiklik" arasındaki ince sınırda konumlanan kent, kendini yeniden ürettikçe, kent üzerine düşünme fikri de gereklilik olarak karşımıza çıkıyor. Kenti sorgulayan sanatçıların sayısının, hiç de azımsanmayacak kadar çok olduğu bir dönemde hayat bulan araştırma projesi; "Occasional Cities: Post-it and Other Forms of Temporality / Tesadüfi Şehirler ; Post-it şehir ve Geçiciliğin Diğer Formları" da buradan hareketle, kent üzerine kafa yoran farklı disiplinlerden kişileri biraraya getiriyor.
Deniz Gül, kısa adıyla "Post-it şehir" projesini, Icon dergisinin Şubat sayısında yayımlanan yazısında şöyle anlatıyor; "Post-it şehir sanatsal bir araştırma projesi. Sistemin çizdiği şehir sınırından uzaklaşıp, kentlere yeni bir bakış getirmeyi hedefliyor. Zeminini bildiğimiz post-it notlardan alıyor, dinamik, pratik ve yapıştığı yüzeye tutunan!"
Proje kapsamında Roma, Berlin, Sao Paulo, Varşova, Lefkoşe, Buenos Aires, Dakar, Porto, Şenzen, İstanbul gibi şehirlerde gerçekleştirilen araştırmalar, 13 Mart- 25 Mayıs tarihlerinde Barcelona Centre of Contemporary Culture'da (CCCB) gösterilecek. Farklı kentlerden yaklaşık 57 çalışmanın sergileneceği etkinliğe, Türkiye'den Hüseyin Bahri Alptekin'in "Halılar ve Battaniyeler", Can Altay'ın "Mini Bar", Banu Cennetoğlu'nun "Korkutan Asyalı Adamlar" ve Deniz Gül 'ün ise "Göçen Şehir" adlı çalışmaları katılacak.
"Göçen Şehir" ile hem büyük kentleri şekillendiren göç olgusuna hem de göçen binalara vurgu yapan sanatçı Deniz Gül, İstanbul'da neyin post-it olup olmadığını sorguluyor. Gül ile "post-it şehirleri", "post-it durumları" ve "göçen şehir" için araştırma yaptığı Zeytinburnu'nu konuştuk.
Post-it şehirlerin post-it durumları
"Post-it Şehir" projesi nasıl doğdu?
Proje, 2005 yılında kıta Avrupa'sında yerleşmiş kamusal ve özel alan kavramlarını araştırmayı hedefleyerek Barselona'da başlıyor ve diğer kentlere, Güney Amerika ve kuzey Afrika gibi bölgelere yayılıyor.
Post-it şehir kavramı, Avrupa kentlerinin tasarlanmış kamusal alanlarında kişilerin bir ihtiyaçtan yarattığı yeni ve geçici mekânları inceliyor. Avrupa ölçeğinden dünyaya bakıldığında yine aynı kavramların büyük metropollerde çalışıldığını görüyoruz. Projeye kent üzerine çalışan sanatçılar, mimarlar, şehir planlamacılar, sosyologlar, yazarlar, tasarımcılar gibi farklı disiplinlerden katılım var.
Post-it şehirlerin post-it durumları neler peki?
Post-it kağıtların işlevsel ve "eklemlenmiş" yanını düşündüğünüzde, şehir üzerinde bu tanıma yaklaşabilecek bir çok şeyle karşılaşabilirsiniz. Seyyar satıcılar, sokakta eğimli bir yükseltide kay-kay yapan gençler, parklarda kendine kuytu bir köşe belirleyip geceyi geçiren evsizler... Projeyi nasıl ele aldığınıza, şehrin sosyal ve mimari yapısına göre değişir elbette.
Çeşitli ihtiyaçlardan doğuyor var olan mekânda yeni bir mekânı üretmek. Bu yeni mekânı üretirken –müdahalenizin içeriği legal olsun olmasın- bazı araçlar kullanmak durumundasınız. Örneğin parkta uyuyacaksanız, çime bir örtü seriyorsunuz; mahallede top oynuyorsanız kale direklerini ve sınırları belirleyen taşlar kullanıyorsunuz. Bazı seyyar satıcıların, zabıta geldiğinde hızlıca toparlanıp kaçabilmesi için kullandıkları kumaşlar çuvala dönüşüyor. Pratik olarak tasarlanabilen bu "yarı-mimari" öğeler, post-it kağıtları gibi aynı zamanda. Bazı projelerde insanların kendileri ve işgal ettikleri alan bu şekilde değerlendirilebilir.
Siz, projeye nasıl dahil oldunuz?
İtalya'da katıldığım bir atölye çalışmasında Proje Direktörü Marti Peran projeden bahsetti ve İstanbul'la ilgili bir çalışma yapmam için davet etti.
Göçen Şehir; Zeytinburnu
Projeye "Göçen Şehir" ile katılıyorsunuz. Bu, hem Türkiye'de yaşanan "göç" olgusunu ve onun kentteki devamını, hem de binaların çöküşüne vurgu yapan bir çalışma...
Projenin önerisinden yola çıkarak kente baktığımda gördüm ki, "sokak" ya da "kamusal alan", her dakika müdahaleye maruz kalıyor. Bunu izleyerek işin içinden çıkamayacağımı anladım. Şehir çok dinamik bir yapıda ve bu dinamik ilişkiler sayesinde kendini sürekli yeniden inşa ediyor.
Bir Avrupalının post-it olarak algıladığı durumlar, buradan baktığınızda, İstanbul'un zeminini oluşturan unsurlar. Tasarım yaparken siyah zemin üzerine koyduğunuz beyaz kare nasıl beyaz kare olmaktan çıkıyorsa, şehrin üzerinde gördüğünüz tüm kişiselleştirilmiş cepheler, dükkan önleri, işlevsel aparatlar, seyyar satıcılar vs. post-it olmaktan çıkıyor. Şehirde sürekli bir geçicilik hakim değil mi? Öyleyse post-it kavramı batılı bir yakıştırmadan, dışarıdan bakan bir gözden öteye gidemiyor. Yaşadığımız kentte ve böylesine hareketli bir zeminde post-it ne olabilir diye düşündüm. Fikrimde daha uzun sürelerde dönüşüm geçiren gerçek binalar belirdi.
Buna şöyle de yaklaşabiliriz: Avrupa kentleri 1700lerin başında tasarlanmaya başlıyor. Roma'daki "piazza"lar, İngiltere'deki "square"lar, Fransa'daki "place"lar ve elbette bu kentlerde bugün hâlâ var olan bir çok bina yıllar içerisinde tasarlanmış, korunmuş vs. Kentsel ve sosyal örgütlenme bu şehirlerde pek çok aşamadan geçiyor.Türkiye'ye baktığımızda kamusal alan ve modern kent tanımı nispeten yeni. Kamusal alanın ne olduğu ve ne olması gerektiği henüz tartışılan bir olgu. Anadolu'nun birçok kenti Cumhuriyet'le çizilen meydan, meydandaki at ve Atatürk heykeli, çevresindeki okul, sağlık ocağı ve bir kaç anayoldan ibarettir. İstanbul, bu kentlere göre elbette daha farklı gelişmelere sahne oldu.
İstanbul'da post-it olgusunu ele almak için iktidarlar değiştikçe değişen tanımları (zemini) değerlendirmek gerekir. Çok sık karşılaştığımız bir olgu değil midir: İmar verilen bir bina inşaat halindeyken iktidar değişiyor ve yeni iktidar binanın imar iznini geçerli saymıyor. Ya da birinci, ikinci dereceden koruma bölgelerinde yapılan değişiklikler... Süzer Hotel daha gündemden düşebilmiş değil. Cumhuriyet'in sembolik meydanı Taksim ve çevresinde yıllar içinde gerçekleşen değişimlere baktığınızda gördükleriniz inanılmaz derecede şaşırtıcıdır. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş'ın da dediği gibi İstanbul'daki binaların yüzde 70'i kaçak yapı; ya tapusuz, ya da tapusu var ama yönetmeliğe uygun yapılmamış, kaçak kat çıkılmış, usulsüzce cephesi değiştirilmiş... Projenin tanımladığı müdahale, tam anlamıyla bu demek.
"Kamusal alan" ve "kişisel alan" kavramlarının zemin değişikliklerinden yola çıkarak bazı binalar üzerinde somutlaşmak istedim. Fakat post-it aynı zamanda da geçici bir şey. Bu geçiciliği anlatabilmem için binanın geçiciliğini görselleştirmem gerekiyordu. Tam o sırada Zeytinburnu'nda Huzur Apartmanı, ardından Şirinevler'de Jale apartmanı çöktü. Çöken bu binalar düşüncelerimi somutlaştırdı. Yapılar post-it ve çöküyorlar... Oysa projenin aradığı yarı-mimari formlar kamusal alandaki eklemlenme durumunu göstermeliydi. Ben ise bildiğimiz yapıları, mimari formları sundum.
Sadece Zeytinburnu değil, maalesef, İstanbul'un pek çok bölgesi düşüncelerinizi onaylar nitelikte. Neden özellikle Zeytinburnu'nu seçtiniz?
Göç olgusu kentleri şekillendiren en önemli olgulardan biri. Bugünkü Avrupa kentlerinin kent olgusunu yeniden tartışmaya başlamasında da göçün çok büyük etkisi var.
Zeytinburnu, İstanbul'un ilk göç alan bölgesi. Post-it tanımında olduğu gibi, ihtiyaçtan dolayı kamu arazisine uygulanan kişisel müdahaleler sonucu oluşmuş bir bölge. Gecekonduların bir kısmı zamanla çok katlı binalara dönüşüyor, dönüşemeyenler de oluyor. Burada mekân, kendini yeniden üretirken legalize de oluyor. Bugün baktığınızda şehrin en merkezi bölgelerinden biri.
Diğer kentsel yenileme alanları ile kıyaslandığında Zeytinburnu, "normal" bir bölge. Bir çok kentsel dönüşüm bölgesinde, ayrıştırıcı odak noktaları beliriyor. Örneğin Sulukule'de her şeyden önemli bir kültürel doku var. Birçok gecekondu bölgesinde sosyolojik boyutlar var. Fakat Zeytinburnu'na bakıldığında odağı değiştirecek başka konular yok. Deprem bölgesi olması, sadece kentsel dönüşüm sebebiyle yıkılan evlerden de farklılaşmasını sağlıyor. Bugüne kadar çöken ve boşaltılan birçok yapı var. Bölgeye "müdahale eden" bir belediye kadar sorumluluk sahibi bir halktan da söz ediyoruz.
Araştırma süreci nasıl geçti? Zeytinburnu'nun geçiciliği konusunda ne gibi bilgiler elde ettiniz?
Beklediğim oldu ve Zeytinburnu'na gittiğimde işlerin daha karışık, çok katmanlı ve fazla "bireysel" olduğunu gördüm.İlk gittiğimde Evrensel Apartmanı boşaltılmıştı. Bu apartman gibi mühürlenen birçok binayla karşılaştım. Biliyorsunuz, yapı mühürlendikten sonra uzun bir süreç başlıyor. Yetkililerin gelip tespit ve laboratuar testleri yapması gerekiyor. Orada yaşayan insanlar nereye gidecek? Pek çok kişi, çaresizlikten kapıdaki mührü söküp tekrar evlere giriyor "doğal olarak".
Zeytinburnu, şu açıdan ilginç: Gecekondular, imar aflarıyla tapulu ve çok katlı binalara dönüştükçe kamusal hizmet beliriyor. Dolayısıyla imarda yol olarak beliren bir yerde, bir evle karşılaşabilirsiniz. Yolda yürürken karşınıza bir ev çıkar ve yol biter. Kısacası sokaklar girintili çıkıntılı, gecekondular var, apartmanlar var, boş araziler var. Bir ev yıkılmış yada çökmüş ve kocaman bir boşluk olarak beliriyor. Bu arsadan paralel yola kestirme yapabilirsiniz, eğer otopark olarak kullanılmıyorsa tabi.
Post-it açısından değerlendirirsek bu yapıları: Zaman içinde, bir gecekondu yıkılmış, yerine küçük bir çocuk parkı yapılmış; binalar çatlak sesleri geldiği için boşaltılmış ve bazı kimseler mührü söküp tekrar evlerine yerleşmiş; ya da bina çökmüş. Görsel olarak baktığınızda bina yükseklikleri birbirinden son derece farklı. Bu da inanılmaz bir derinlik algısı oluşturuyor. Aynı zamanda kişiselleşmeden kaynaklanan müthiş bir renk ve malzeme kullanımı mevcut...
Tüm bunları hangi çerçevede "kamusal alana müdahale" olarak değerlendirmek gerekir bilmiyorum. Sonuç olarak durumu gösteren fotoğraflar çektim. Ayrıca belediyeden de yıkım, göçük arama ve kurtarma çalışmalarıyla ilgili fotoğraflar istedim. Belediyeden aldığım fotoğraflar çok ilginçti. Hiçbir yerde o kadar çok yıkım ya da göçük fotoğrafına rastlamak mümkün değil çünkü. Belediyeden aldığım fotoğrafları ve kendi fotoğraflarımı proje komisyonuna sundum. İzleyiciden geri dönüşün nasıl olacağını ben de merak ediyorum.
Projenin İstanbul'a getirebileceği açılımlar
Projeye katılmak ile sizin amaçladığınız şey ne idi peki? Neden katıldınız projeye?
Kent üzerine çalışmayı seviyorum. Sanat dediğiniz şey fikir, süreç ya da niyet olabilir. Pek çok şey olabilir ve farklı disiplinlerden beslenir. Elbette herkes bildiği işi en iyi biçimde yapar ama farklı disiplinden birisi işin başka yanlarını görebilir. Bu proje de bu yüzden önemli. Basmakalıp sanat anlayışlarından sıyrılıyor.
"Sanat yapıyorum, işte eserlerim" demek yerine daha küçük tartışmalar geliştirebilirsiniz, bir takım önermelerle başlar bu süreç. Türkiye'de nedeni ne olursa olsun sorunlar her boyutuyla tartışılmıyor. Eleştirinin öldüğü- bilmiyorum hiç var olmuş muydu- bir dönemdeyiz. İnsanlar yaptıkları işleri tartışmaya açarlarsa bir şeyler değişebilir. Tepeden inme tanımlardan her anlamda kurtulmak gerekli. Projeye baktığınızda, tepeden inme bir tanıma geliştirilen pratik çözümleri görüyorsunuz zaten.
İstanbul'a ne gibi açılımlar getirebilir proje?
Belki içinde yaşadığımız mekânı yeniden düşünmemizi sağlayabilir. Mekân, verilmiş ya da tanımlanmış, insan yapımı bir kutu değil. Kendini sürekli üreten bir dinamiğe sahip. Ve herkesin sorumluluğunda. Boşaltılan Evrensel Apartmanı sakini diyordu ki: "Ne malum, iki kat çıkan yan binanın bizim apartmana vurmadığı?" Kat çıkmanın zararlarını ya da regulasyonun, kuralların ve tasarımın yararını kim düşünüyor gerçekten?
İstanbul'da bu sorumluluğu idrak etmek ve "iyiye" kullanmak, Avrupa'dakine kıyasla daha olası. Bugün birçok Avrupalı, şehirlerinden fazla tanımlanmış ve "kamusal" olduğu için kaçıyor.
Türkiye'de bu tip projeler örgütlenebilir mi?
Avrupa'nın yoğun bir ilgisi var. Örneğin Danimarka'dan bir sanat merkezi Türkiye – Danimarka ortaklığında kent üzerine bir proje yürütmek istiyor, yakında netleşecek. Bu alanda çalışmak isteyen bir çok kişiye ortak zemin yaratmak inanılmaz önemli.
Ayrıca kentle ilgilenen birçok kişi- akademisyenler, sanatçılar, tasarımcılar, mimarlar olabilir; yaşadıkları çevreye ufak müdahalelerde bulunabilirler.İtalya'da bahsettiğim atölye çalışmasında, kasabanın mağazalarına İstanbul'dan fotoğraflar yerleştirmiştim. Bunun ne anlamı var diye sorabilirsiniz? Vitrininde gelin-damat fotoğrafları olan bir fotoğraf stüdyosuna, kırmızı kuşağıyla burada çektiğim başı örtülü bir gelinin ve damadın fotoğrafını yerleştirdim. Kasabanın sakinlerinden yaşlı bir kadın, eğilmiş bu fotoğrafa bakıyordu, "Bu da nereden çıktı?" diye düşünerek belki de. Bu çok ufak bir şey ama buradan yola çıkarak söyleyebilirim ki insanlar kendi yaşadıkları alana, kendi ilişkiler ağlarına müdahale edebilirler. Çünkü, illâ büyük sözler söylemek gerekmiyor. Amaç sadece farkındalık yaratmak da olabilir.
Deniz Gül hakkında detaylı bilgi için lütfen tıklayınız.