Mimar-yazar Simla Sunay, Sanat Mevsimi Yazıları'nın ilkinde, sanatçı Basako'nun çağdaş sanat ve mimarlık ilişkisine odaklanan “Sırça Fanus” sergisine dair izlenimlerini paylaşıyor. Artnivo’nun Adahan Otel’in bodrum katında bir sarnıçtan dönüştürülen galerisinde yer alan sergi, 24 Eylül’e kadar görülebilir.
Sanat mevsimi sonbahar İstanbul’da bir iklim değişikliği yaşıyor mu? Çağdaş sanat ve mimarlık ilişkisindeki bağın güçlendiğini fark eden yeni bir yazı dizisiyle, sizler için bu bağın haritasını çizmeye ve sorunun cevabını aramaya çalışacağız.
Bir Sergi; “Sırça Fanus”
Contemporary Istanbul çağdaş sanat fuarı, bu sene erken tarihe çekilmesiyle pek çok sergi açılışıyla ve İstanbul Bienali ile çakıştı. Bu hareketlilik, giderek sanatını kaybeden İstanbul şehri ve Beyoğlu semti için bir ümit rüzgârını da beraberinde getirdi. İstiklal Caddesi’nde YKY Kültür’ün yeni kitabevi ve sergi salonlarının da açılmasıyla kültür semti Beyoğlu’nun direnişini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Yani iyi haberlerimiz var.
Son yıllarda çağdaş sanat ürünlerinde kent ve mimarlığın bir mesele olarak öne çıktığını açıkça görüyoruz. Kentsel dönüşümler, göç, doğanın kaybedilişi, tüm dünyada artan ırkçılık söylemi, kapitalizmin dayattığı tek tip yaşama modelleri, şiddet, kadına yönelik istismarlar ve sanırım en çok da kent üzerinden rahatça okunabilen ciddi demokrasi ve haklar kaybı Contemporary Istanbul çağdaş sanat fuarında ve yeni açılan sergilerde en çok karşılaştığımız meseleler olarak sıralanıyor.
Artnivo’nun Adahan Oteli’nin bodrum katında bir sarnıçtan dönüştürülen şahane galerisinde açtığı, sanatçı Basako'nun (Başak Özocak Horasan) ilk kişisel sergisi “Sırça Fanus” çağdaş sanat ve mimarlık ilişkisini temel almasıyla öne çıkıyor. Bu yüzden ilk durağımız olacak.
Basako’yu tarihi yapılara yer verdiği kolajları nedeniyle bir süredir takip ediyordum. Haydarpaşa Garı, Kapalıçarşı, Yeni Cami, Fener-Balat başta olmak üzere tarihi dokuda çektiği fotoğraflardan kesip biçerek yeni perspektifler kurgulayan birleşimleriyle Adahan -1’de karşılaştığım zaman, sanatçının ortaya çıkardığı korumacılık ve bellek tartışmasından çok etkilenerek post-Gezi dönemini henüz sonlandırmadığımızı, aksine derin derin solumaya devam ettiğimizi kavradım. Bir parkı, bir yapıyı, tek bir ağacı, bostanları koruma dürtüsünün tükenmeyecek bir kentli eylemi olduğuna, bu direnişin bir zaman dilimi içine hapsolamayacağına çünkü zihnimize nüfuz edebildiğine ikna oldum. Ne ki, Basako, Haydarpaşa Garı kolajlarında garın hem cephesindeki, hem de salonun içindeki saate odaklanmıştı. Bu tesadüf değildi elbet. Mekânın bir kısmına odaklanırken, farklı açılardan defalarca çektiği fotoğrafları kesip birleştirirken bu çok değerli mimarlık mirasına yeni derinlikler, perspektifler katabilmişti, görüneni bozarak.
Sergiyi Başak Özocak Horasan’la birlikte gezerken, neler düşündüğünü de öğrenme fırsatım oldu. Ne söylediyse benim de ilk aklıma gelenler o olmuştu. Bir ressamın ve bir mimarın böyle bir dil birliğine varabilmesi enderdir. Ya da bir çağdaş sanat eserinin bu denli açıkça kendini ifade edebilmesi. Sanatçı, kentte az sayıda kalan, şimdilik yıkılmayacağını umduğu yapıları seçmişti. Bir güven aramıştı. Tekinsiz bir güven. Çünkü Haydarpaşa Garı ve Kapalıçarşı aslında büyük bir değişimin içindeydi. Yeni Cami restorasyona girmişti. Fener ve Balat ise yeni Beyoğlu olma yolundaydı. Bu yüzden bir yandan güveni, bir yandan da tedirginliği hissettiriyordu kolajının makasları. Yeni Cami’nin kafesli pencerelerine, mimarların maket malzemesi yeşil tozları dökerken yapının dışında bizi beklemeyenin, asli kaybımızın izine işaret düşüyordu.
Kolajlarla birlikte ayrıntılar öne çıkıyor, yapı desenleriyle hareket ediyor, dolayısıyla canlanıyordu. Evet, çok rahat söyleyebiliriz ki Basako, bizde güven duygusu yaratan, değişmeyeceğine inandığımız tarihi yapıları bir nevi çarpıtarak yürütüyor, bu yürümeyi de yapıların mimari elemanları sayesinde gerçekleştiriyordu. Kadıköy yakasında yaşayan sanatçı “Kentsel dönüşümden mustaribim” dedi, biz tam da kolajlarına bakarken.
Basako’nun bir diğer serisi de ince fırça işçiliklerle bezediği soyut suluboyaları… “Yanan Ev” ve “Sönen Ev” (Göç) olarak anılan iki resminde, kolajlarındaki değişime karşı duran başkaldırı artık çizgisel ifade edilmiş ve daha da kışkırtıcı olmuş. Suluboya resimlerinde ‘ev’, tarihi yapılardan sonra, muhalif kentli için Yeni Türkiye’den kaçışında sığınacağı ikincil bir güvenli alan olarak ortaya çıkıyor. Tencere-tava çaldığımız, yıkımlara karşı belki de sesli sövdüğümüz mahrem alanımız. Bu yüzden, “Yanan Ev 2” ve “Göç” resimlerinde, evin dışında geçiyordu yangın ya da sönme hâleti. Ve sonra ev, duvarlarını bir ayak gibi açıp harekete başlıyor, bir gitme ama gidememe ama yine de gitmeye meyil açıkça hissediliyor. “Benim doğup büyüdüğüm ev, kızımın doğup büyüdüğü ev yıkıldı” diyor sanatçı.
“Sessiz Fırtına” adlı eserinde, alevlerin sardığı kuyruklar bana, kuyruk sokumu olan ama kuyruğu olmayan, belki de evrimle kuyruğunu kaybetmiş insanın hazin halini düşündürdü. Kuyruğunu kaybettiğinde insan evladı, doğayla bağını da kaybetti. Sökülme, bir beden uzvuyla başlıyordu velhasıl. Şimdiyse, adına yapılan yeni kentlerde insan aidiyet duygusunu tamamen yitiriyordu. Olmamıştı. İnsan yeryüzünde hiçbir yere sığmıyordu. Çünkü belleği onu rahat bırakmayacaktı. O bellek ki öyle kadimdi ve genlerine nüfuz etmişti çoktan. Yeni Türkiye ne yaparsa yapsın, yarattığı bu yeni, tutucu, kapitalist ve antidemokratik kent sürekli değiştiği için hiçbir zaman hedefine ulaşamayacak, bu yüzden de sonsuz bir değişim içinde kısırdöngüye girecekti. Yani ‘yapan’ da mustaripti, bunu bilmese de.
Basako, şair Sylvia Plath’ın tek romanı Sırça Fanus’tan ilhamla adını koyduğu “Sırça Fanus” sergisinde; kente bakıp üretirken bize, "artık ev yok, oda var ve dışarısı hep yangın" diyor. Ve alevden mi, yapraktan mı olduğunu tam kestiremediğimiz bu ‘dışarısı’nı fena halde ifşa ediyor. Alevin yaprakla karışması onun bakışındaki bu sırça yüzey. Sürekli yanan ve sönen ve yine yanan yeni yaşamımız bu yüzden şeffaf ve aşikâr. Acıyı gördüğümüze göre, artık hissedebiliriz…
Sergiyi 24 Eylül’e kadar Adahan İstanbul -1 Galeri'de gezebilir ve evet, çoğu zaman mimarlık ofisinin duvarlarına ne asacağını bilemeyen biz mimarlar, Basako’nun bize dokunan eserleriyle bu tuhaf durumdan kurtulabiliriz.