Fotoğraf : Alperen Selçuk
Sınırlar, benim için iki tarifli bir karmaşadır. Bir döngünün kırıldığı andaki başlangıç ve bitiş mahali. Çokça soruyu kendinde barındıran bir kavram. Sınırlardan uzak mı yaşamalı? Çılgın dünyanın münferit tehlikeleri bu sınırlarda mı var olmakta? Yoksa sınırları zorlayan insan daha mı çağdaş olabilmekte?
Tarifleyici bir tarafı da var tabi bunun. Mekân, zaman, insan ve hayat. Varlığım bu hudutların varlığına tabi. Zamanım sınırlı olduğu için insanım. Oluşturduğum mekân sınırlı olduğu müddetçe bana ait.
İki taraflı bir sükunetin sınırına konumlanmış yakut gibi renkleriyle yalı evler ve yalı camiler. Anadolu yakası korularına sırtını yaslamış, önünde mavi bir örtü, ikisinin eşitlediği bir yerde ikisine de eşit. Yakınından geçerken, vapurun güvertesine doğru seğirttiğim, seyrettiğim yapılar.
Sıra pencereleriyle, sınıra koyulmuş bir saydam sınır. İçi dışına, dışı içine davetkar olan bu yapılar, her dönem resmetmeye değer bulunan bir konumda. Yeşilin ve kırmızının kontrastı her ikisinin sınırlılığını kesinleştiriyor ve keskinleştiriyor.
Merak uyandıran tehlikeli cazibesiyle sınır, insanın var olduğu nokta.