Çok değerli bir insanı, Atilla Yücel’i yitirdik. Atilla Yücel’in mimarlık dünyasına katkısını pek çok boyutuyla ele almak olası: hocalığıyla, mimarlığıyla, akademisyenliğiyle, kuramcılığıyla... Ancak tüm bunların Atilla Yücel’i anlatmak için çok eksik kalacağını söylemek gerek. Onu yakından tanıyanlar, zarafetini, ince duyarlığını, insani boyutunu çok iyi bilirler. Ama bunların yanında –belki pek az kişiyle paylaşabildiği- entelektüel yönü, mimarlık dünyasında çok az rastlanan bir özelliğiydi. Yüzeysel bilginin ötesinde, yazın (edebiyat) dünyasını yakından izler, düz bir okuyucu olmanın ötesine geçerdi. Hem kuramsal alanda –mimarlıkla arakesitlerini de es geçmeden- yazın dünyasını yakından bilir, hem de pek az kişiyle paylaştığı yazınsal denemeler yazardı. Ne ki, bunların çok ötesinde bir başka ilgi ve bilgi alanı vardı, o da müzikti. Sadece her meloman kulağın dinlediği müzikler de değil… Çağdaş müzik üzerine geniş bir bilgi sahibi olan Yücel'in dinlediği müzikler arasında –belki de- çağdaş müzikler en önde geliyordu. Entelektüel ilgi ve bilgilerini dostlarıyla, öğrencileriyle paylaşmaktan büyük bir haz duyuyordu. Son yıllarda “sosyal medya”nın bu paylaşımlar için nasıl bir olanak sunduğunu fark etmiş, facebook ortamını bu amaçla kullanmaya başlamıştı.
Atilla Yücel’e ilişkin –ortak çalışmalar ve anılarla birlikte- anlatacak çok şey var. Bunları bir başka zamana bırakıp, 2005’te Atilla Yücel üzerine yazdığım bir yazıyı, özellikle onu yakından tanıma fırsatı bulamayan genç mimarlar, genç akademisyenler için paylaşmak istiyorum.
* * *
Atilla Yücel İçin: İşin Ardındaki Düşünce
Atilla Yücel, 1973’te İtalya’da bulunduğu sırada, Mimarlık dergisinde yayımlanmak üzere bir yazı yazıyor. Yazı derginin Nisan sayısında basılıyor.1 Bu yazının Yücel’in düşünsel serüvenini kavramak için önemli bir çıkış noktası sunduğunu düşünüyorum. Türkiye’de o günler için oldukça taze sözler söylüyor Yücel; mimari üretim için bir metodoloji araştırmasına girmeden önce, mevcut kuramsal üretimin dökümüne girişiyor. Ancak bu kuramsal dökümün mimarlığın temel sorularına yanıt üretmede taşıdığı kısıtların da ayrımında: “Kanımızca tasarlama sorunlarının felsefi/bilimsel temellendirilmesi ne kadar gerekli ve anlamlıysa, bunun başarılamadığı durumlarda alçakgönüllü olmak ve daha gerçekçi davranmak gerekiyorsa, ‘terre à terre’ sorunlarla yetinmek o kadar erdemli bir davranıştır.”2 Bu sözler, daha başlangıç noktasında, Yücel’in, son derece egemen olduğu görülen kurama koşulsuz teslim olmayacağını, mimari üretimin kuramdan özerk sorunlarıyla da uğraşmaya hazırlandığını gösteriyor. Bu sözlerin altını özellikle çiziyorum, çünkü yazı sadece Türkiye için değil, Batı düşünce dünyası için de yeni olduğu söylenebilecek kuramsal açılımların neredeyse eksiksiz bir değerlendirmesini sunarken, bu düşünsel üretimi birinci el kaynaklardan izleyen Yücel’in, kurama dayanarak bir iktidar alanı tanımlamayı baştan yadsıdığını –başka bir deyişle kuramı araçsallaştırmaktan uzak durduğunu- işaret ediyor ve Yücel’in ilerideki pozisyonunu önceden haber veren bir göstergeye dönüşüyor.
Ne var ki bu saptama, yazının gündeme taşımak istediği kuramsal çerçevenin önemini ortadan kaldırmıyor. Dünya mimarlığını önemli bir kırılma noktasının beklediği 1970’ler başında, bu kırılma noktasını getirecek düşünsel üretimin temel taşları da Yücel’in yazısında kendini gösteriyor. Yücel, “mimari nesnenin kendisini, yapıyı, yerleşmeyi ve tüm biçimlendirilmiş mekânı, bir başka genel kuram açısından, strüktüralist görüş perspektifinden inceleme önerisi” üzerinde duruyor, “mimarlık ve mekân semiyolojisinden söz etmek istiyoruz” diye ekliyor, ardından da sözü “yapay çevrenin taşıdığı anlam sorunlarına” getiriyor.3 Bu noktada bir ayraç açarak, yapısalcı (structuraliste) düşüncenin ve göstergebilimsel çözümlemelerin, o yıllarda modernizme yönelik eleştirel yaklaşımlar arasında önemli bir yer tuttuğunu belirtmek gerek. Aslında 1970’lerde Türkiye’de, yapısalcı okumalar ve göstergebilim çözümlemeleri özellikle dilbilim ve yazınsal eleştiri bağlamında önemli bir üretim alanını oluşturuyordu, ama bu tartışmalar mimarlık çevresinde derin bir yankı yaratamamıştı. Bu tartışmaları mimarlığın bilgi alanına çekenlerin başında ise Atilla Yücel geliyor. Yücel yazısında,4 uzun bir dipnotla, Kevin Lynch’ten Abraham Moles’a, Umberto Eco’dan Robert Venturi’ye uzanan geniş bir bibliyografya sunarak –kendi deyişiyle- “mimari eleştiriye yeni ve ‘işlemsel’ boyutlar kazandırmada değerli bir yere sahip”5 olan çalışmalara okuyucunun dikkatini çekiyor. Bu metinlerdeki eleştirel yaklaşım Yücel’de net bir pozitivizm eleştirisini biçimlendirirken, o metinlerin kendileri de eleştirel değerlendirmeden kurtulamıyor; örneğin Venturi’nin Las Vegas okumasını “romantik bir kaçış” olarak değerlendiriyor.6
Atilla Yücel’in bu erken kuramsal açılımı, daha sonra kendi mimari üretiminde de işlemsel bir rol yüklenecek olan tipoloji araştırmalarına doğru yol alır. Bu bağlamda peşpeşe iki önemli metin yayımlar Yücel. İlki 1976’da yayımlanan “Mimarlıkta Tipoloji Kavramları”7, ikincisi ise 1979 tarihli “Mekân Okuma Aracı Olarak Tipolojik Çözümleme”8 başlıklı metinlerdir. Aynı yıl (1979), Philippe Panerai’nin tip ve tipoloji üzerine yazdığı bir yazıyı çevirir ve bir sunuş yazısıyla birlikte Çevre dergisinde yayımlar.9 Gerek Yücel’in daha sonraki yıllarda öne çıkacak olan mimari üretimini anlamlandırmak, gerekse de düşünsel serüveninin izlediği yolu kavramak için, bu metinler, üzerinde durulması gereken ipuçları sunar.
1976’da yayımlanan ilk metinden başlayarak, Carlo Aymonino gibi İtalyan biçimbilimcilerin (morfologların) Yücel’in ilgi alanında ağırlık taşımaya başladığı görülecektir. İlk metin iki temel noktaya değinerek sona erer: Yücel için tipolojik çözümleme, sadece bir sınıflandırma aracı olmanın ötesinde hem korumacılıkta önemli bir kullanım alanı tanımlamakta, hem de geleneksel kentin mekânsal oluşumunun kavranması için bir çözümleme aracı olarak öne çıkmaktadır. Burada daha sonraki yıllardaki üretiminde belirgin bir yer tutan koruma çalışmalarının düşünsel temellerinin de belirlendiğini görüyoruz. Kentsel yapı çözümlemesi için gerekli araçlara sahip olma, kentsel koruma bağlamını da doğru bir çerçevede tanımlamaya olanak verir. Koruma çalışmaları, 1978’de Nezih Eldem’le birlikte yapılan Soğukçeşme Sokağı koruma projesinden, 2001 tarihli Mardin kentsel iyileştirme projesine dek kentsel ölçekte örneklerle giderken, restorasyon da Yücel’in üretim alanında hep öncelikli bir yer tutmayı sürdürür. Kuşkusuz bu üretimde, korumayı doğrudan mimarlığın bilgi alanı içine çeken kuramsal donanım önemli bir rol oynar. Başka bir deyişle, bugün korumacılığı neredeyse mimarlığın dışında “özgül” bir uzmanlık alanı olarak tanımlayan yaklaşımın karşısında, Yücel’in “mimar” duruşuyla korumaya yaklaşımı, temel kaynaklarını 1970’lere giden düşünsel üretiminde bulur. Yücel bu yaklaşımını “yorumcu restorasyon” deyişiyle tanımlar.
Atilla Yücel’in 1979 tarihli ikinci tipoloji metni ise, ilk bakışta yapısalcı ve göstergebilimsel çözümleme yöntemlerini ele alırken, arka planda, modernizm sonrasının, bugün de önemini koruğunu düşündüğüm eleştirel söylemine değiniler taşır. Bu söylem bir yandan işlevselciliğe yönelik eleştirileri gündeme getirir, bir yandan da (metnin sonunda, kısa bir değiniyle de olsa) kentsel biçimbilim çalışmalarının altını çizer. Metnin kaynakları arasında, önceki metinlerdeki kaynaklara ek olarak Aldo Rossi’nin ve Jean Castex - Philippe Panerai ikilisinin üretimi dikkati çeker. Aldo Rossi’nin ‘L’architettura della città’da, biçimbilimcilerin çalışmalarından da beslenerek kentin belleğini gündeme getirdiğini, Castex ve Panerai ikilisinin ise özellikle kentsel mekânın yapısına yönelik okumalar yaptıklarını anımsayalım. 1970’lerin bu çalışmaları, kentsel mekânı tahrip eden modernist tabula rasa anlayışının karşısına dikilen eleştiri kanalının önde gelen kuramsal üretimleri arasında yer alır.10 Yücel’in gerek Rossi ile, gerekse de Philippe Panerai ile ilişkisini bu bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Philippe Panerai ile yakından tanışır, ortak ilgi alanlarının getirdiği bir alışveriş yaşanır ve yukarıda belirttiğim metnini Türkçeye çevirerek yayımlanmasını sağlar. Aldo Rossi ise Yücel’in yalnızca düşünsel üretiminde değil, mimari üretiminde de, 1980’lerin sonuna dek ulaşacak derin bir iz bırakacaktır. Mimari üretiminde oldukça da açık bir biçimde kendini gösteren bu rossien etkileri, tam da belirttiğim düşünsel temellere sahip olduğu için, modernizm sonrasında pek çok mimarda gördüğümüz etkilenme bağlamından ayırt etmek gerek. Daha açık bir deyişle, Türkiye’de postmodernizmin, 1980’lerin ortalarından itibaren, dışarıdan nakledilen örneklerin izinden giden bir mimari üretimle kendini gösterdiğini biliyoruz; Yücel’deki rossien etkileri bu çerçevenin dışında ele almak gerektiğini, geride içselleştirilmiş bir düşünsel arka plan olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır.
Aslında Atilla Yücel’in mimari üretiminin izini sürerken, karşımıza hep kendi metinlerinde temelleri önceden atılmış izlekler çıkar. Kentsel mekânın örgütlenme mantığıyla ilgilenen, bu mantığı ortaya çıkaracak çözümleme araçlarını tanımlayan bir mimarın, bağlamsalcı yaklaşımı yeğlemesi son derece anlaşılır bir tavırdır. Yine 1979 tarihli metninde üzerinde durduğu topoloji kavramları, yani soyut matematiksel/geometrik biçimlerin ilişki ilkeleri, 1989 tarihli Bademli Villaları projesinde karşımıza çıkar. Birim öğenin tipolojisine yönelik araştırmalar ise Yücel’in üretiminde hep belirleyici olmayı sürdürecek, en parlak örneğini ise 1997 tarihini taşıyan Sapanca Yedievler’de verecektir.
Hiç kuşkusuz, Atilla Yücel’in tüm düşünsel üretimini bu kısa yazının sınırları içinde ele almaya olanak yok. Ne var ki, yukarıda değinmeye çalıştığım erken yılların metinlerinin bile, Yücel’in üretiminde bugüne dek ulaşan ana çizgileri tanımladığı açıkça görülüyor. Düşünsel arka planı alabildiğine yoksul bir mimari üretimin egemen olduğu bu coğrafya için, bir mimarın düşünce üretiminin izini sürebilmek, üstelik mimari üretimde de yankısını bulan bir izle karşılaşmak son derece anlamlı.
Dipnotlar:
1. Atilla Yücel, “Mimarlıkta Metodoloji/Sistemli Yaklaşımlar ve Mimarlık Eğitimi”, Mimarlık, sayı 4, Nisan 1973, ss. 22-28
2. Yücel, s. 24
3. Yücel, s. 24
4. Yücel’in yazılarında kullandığı dilin titizliği ve arılığı, Türkiye’deki mimarlık yazınının genel dil savrukluğundan kesin bir biçimde ayrılır. Burada Yücel’in, kendi düşünsel üretimiyle yazın çevrelerindeki düşünsel üretimlerin taşıdığı arakesitten beslendiğini düşünüyorum. Nitekim Yücel’in yazınla ilişkisi, 1999’dan bugüne yazdığı yazınsal denemelerde de kendini gösterir.
5. Yücel, s. 24
6. Yücel, s. 24
7. Atilla Yücel, “Mimarlıkta Tipoloji Kavramları”,
İTÜ Mim. Fak. Yay., sayı 2, Mart 1976, ss. 16-32
8. Atilla Yücel, “Mekân Okuma Aracı Olarak Tipolojik Çözümleme”, Çevre, Yapı ve Tasarım, der. Mustafa Pultar, Ankara 1979, ss. 381-399
9. Philippe Panerai, “Beaubourg, Tipin Ölümü ya da Dirilişi”, çev. Atilla Yücel, Çevre, 3, Mayıs - Haziran 1979, ss. 71-79
10. 1980’de bir grup mimar biraraya gelerek, Avrupa kentinin yeniden inşası için “Brüksel Deklarasyonu”nu yayınlar. Modernizm sonrasının önemli çıkışları arasında yer alan bu deklarasyona imza atanlar arasında Jean Castex, Philippe Panerai, Leon Krier, Bernard Huet, Antoine Grumbach ve André Barey de vardır. (Bu konuda bkz. André Barey, Déclaration de Bruxelles, Brüksel, 1980)