Fotoğraflarınızı, söz konusu mimarlık olduğunda, hemen her yerde görüyoruz. Yine de fotoğrafla ilgili maceranızın nasıl başladığı konusunda hiç bir bilgimiz yok. Hikayeyi biraz anlatır mısınız?
Babam fotoğraf sanatçısıydı. 60'lardan bu yana fotoğraf sanatçılarını tanıyan ve onlarla çalışan bir insandı. Bu işe gönül vererek fotoğrafçı olmuş bir kişi. Böyle bir aileden geliyorum. Bu bana hızlı bir şekilde bilgi transferi sağladı. Çocukluğumda, yazın babama yardım ederdim. Çocukluğum böyle geçti. Ardından da mimarlık okudum.
Mimarlık okumaya nasıl karar verdiniz?
Bir ölçüde YÖK'ün gönderdiği sıralama belirledi; ben makine mühendisliği de yazmıştım. Ama asıl istediğim mimarlıktı, iyi ki ‘mimarlık' oldu. Dolayısıyla biraz kader ve bir miktar da şansla istediğim şey gerçekleşti.
Fotoğrafla bu kadar yakından ilgileniyor olmanız, mimarlığı seçmenizde ‘neden' teşkil etti mi?
Mimarlığı istememin nedeni fotoğraf değildi. Benim zaten o dönem çektiğim tüm fotoğraflar doğa ve insan fotoğraflarıydı. Mimarlık eğitimi almaya başladıktan sonra da çok fazla mimari fotoğraf çektiğim söylenemezdi. Ancak yüksek lisansı bitirdikten sonra mimari fotoğralar çekmeye başladım. O süreçte, "mimarlık fotoğrafçısı olacağım" diye bir yönelimim yoktu. Dolayısıyla belki geç bir tarihe rastladı, ama fotoğraf dünyasının içinde olmanın verdiği avantajla bu mesleki yönelimi dönüştürmek benim için çok rahat oldu ve sonradan edindiğim mimarlık formasyonuna eklemlendirmek çok kolay oldu.
Size bu süreçte ilham veren bir isim var mıydı?
Belki özel olarak mimarlık fotoğrafı değil de, fotoğraf adına çok fazla işi inceleme imkanım oldu. Bir çok yayın gelirdi ve heyecanla onlara defalarca bakardım. Bunun beni çok etkilediğini düşünüyorum. İsim vermek gerekirse önce GA'da, şimdilerde ise El Croquis'de çalışan Hisao Suzuki.
Çektiğiniz fotoğraflarda, mimarlığı nasıl bir yöntemle aktarmaya gayret ediyorsunuz? İşinizde duruşunuz nedir?
Ben daha informatif olmayı yeğliyorum. Mimarlığın ne olduğunu anlatmak gibi bir derdim var. Bir yapının karşısına geçip, deforme edip, ne olmadığını göstermeye çalışmak, yapıyı bambaşka bir şekilde ifade etmek mümkün; fakat bunu kendi açımdan pek doğru bulmuyorum. Yapının ne olduğunu, yapının mimarlık tarihi içinde ne gibi bir değer taşıdığını, neden önemli olduğunu fotoğrafla anlatmanın mimarlığı beslediğini düşünüyorum.
Peki, bir yapıyı fotoğraflayacaksınız. Elinize makinenizi aldınız. Ya sonra?
Öncelikle o yapıyı incelemek ve anlamak gerekiyor. Bu, binanın mimarıyla konuşarak da olabilir, herhangi bir tarihi yapıyı çekiyorsanız yapının tarihini ve işlevini araştırmanız gerekir... Bundan sonra yapıya gidip bakmak gerekiyor. Şayet bu bilgi birikimiyle gitmezseniz, her şeyi çekebilirsiniz. Bir Anadolu Selçuklu yapısıyla Mimar Hayrettin yapısınının fotoğrafını çekmek arasında farklar vardır. Yaptığımız işin anlamı olmalı ve bir şey söyleyebilmeli. "Ben bunu böyle istiyordum, çektim" demek, "Biz niye varız" sorusunu akla getiriyor. Bu nedenle de fotoğrafını çekeceğim konuya ilişkin derinlemesine bir bilgiye ihtiyaç duyuyorum. Bu sadece mimari fotoğraf değil, diğer fotoğraf dalları için de geçerli. Mesela bir arkeoloji fotoğrafı, tıp fotoğrafçılığı, ya da kriminal fotoğrafçılıkla uğraşıyor olabilirsiniz. O zaman da aynı pozisyonu almanız gerekir ki, yaptığınız işin bir anlamı olsun.
Bu sözünü ettiğiniz ‘pozisyon', bir tarafsızlık durumunu mu işaret ediyor? Yapıya ilişkin sizin duygularınızı yansıttığı an, o pozisyon kayıp mı olur?
Mutlaka! Fotoğraf objektif olmalı. Örneğin şu fotoğrafa baksana! (Farnsworth evini gün batımında tüm şeffaflığı ve içeride yanan ışıklarıyla görüntüleyen bir fotoğrafı gösteriyor) Mesela bu bana çok büyük bir haz veriyor. Herhalde mimarlık eğitimi almış olmanın getirdiği bir duruş bu. Bunu önemsemeyenler olabilir, "Bir iş yapıyorsun ama, burada sen var mısın ki?" diyen kişiler de var. Ben ise, mimarlığı ‘olduğu gibi' besleyen ürünler vermenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Diğer taraftan hiç bir zaman çok da objektif olamazsın. Mesela bizim Viyana-Chicago sergisinin fotoğraflarını çekerken, ne kadar objektif olunabilir ki? Her zaman karşındaki mimari nesneleri bir şekilde soyutlayıp izole ediyorsun. Bu izolasyonu yaparken de, bir anlamda bir yorum yapmış oluyorsun ve bu yorumun oranı senin orada olup olmadığını gösteriyor. Bu fotoğrafta da (yine Farnsworth Evi) bir yorum var. Fotoğrafı çeken güneşin batışını beklemiş ki, şeffaflığını vurgulamış, aydınlatmanın tungsten olduğunu ve iç mekanın serbest düzeniyle tamamen gözlemlenebildiğini göstermek istemiş. Ama bu yorum, mimariyi destekleyen bir yorum. Dolasıyla her zaman bir birey olarak orada bulunduğumuzu, ama bunu hissettirmenin derecesinin çok hassas olduğunu düşünüyorum.