Verdiğiniz hizmet, neredeyse müşavirlik hizmeti gibi…
EÇ: Evet, tam bir müşavirlik hizmeti. Bizim ofis içerisinde çalışma şeklimiz de mesela farklıdır. Bunlar tabi doğrudan benim ya da Semih Bey'in aklına gelmiş şeyler değil. Ama farklı bir çalışma tarzı oturttuk. Çok sayıda atölye çalışması yapıyoruz.
Bu atölye çalışmasının doğasını biraz açar mısınız?
EÇ: Bir konu geldiğinde, hep beraber üzerine çalışmakla işe başlıyoruz. Daha önce ofisimizde duvarlar vardı. Biz o duvarların tamamını kaldırdık. Bunu, simgesel anlamda da yaptığımıza inanıyorum. Çünkü Semih Bey'in de benim de, ezber bozan bir tarafı var. Örneğin eğitim alıp gelen insanların bazı kalıpları oluyor ve biz, o kalıpları kırmaya çalışıyoruz. Bir projeye nasıl başlanır ya da başlanmaz. Bunu da söylüyoruz; bazı projeler yapılmamalıdır; onları yapmamalıyız. Müşteriyi yönlendirerek kendi bilginiz, estetik değerleriniz ile aynı noktaya getirmeniz gerekiyor ve bu da bir süreç. Bir projeyi aldığımızda da, tüm ekip arkadaşlarımıza durumu, şartlarını anlatıyoruz. Burada dikey bir hiyerarşi yok; yatay bir yapılanma var. Yani kimse kimsenin üstü değil. Burada, genel müdürlük dışında kimsenin üst veya alt olma durumu yok. Mesleki titri var sadece.
Dolayısıyla herkes, kendi işinin patronu…
EÇ: Daha doğrusu, herkesin kendi işinin "sahibi" olduğunu hissetmesini istiyoruz ve sözünü ettiğim toplantılara muhasebe görevlileri, tercüman, endüstri ürünleri tasarımcısı, herkes katılıyor. Çünkü herkesin katkısına ihtiyacımız var. Örneğin bir projeyi gerçekleştirirken seçtiğimiz renge, tercümanımız itiraz edebiliyor. O rengi Azerilerin sevmediğini söylüyor. Böylelikle projeye o da katılmış oluyor veya muhasebe, yaptığı çalışma sonrasında "Bakın, bu proje çok işletme maliyeti getirir" diyebiliyor. Tüm tasarımcılardan da belli bir süre içerisinde çalışma bekliyoruz. Ofis içerisinde rutin çalışmaları oluyor elbette… Ama eskiz yine de yapmalarını istiyoruz. Aynen okuldaki eskiz jürisi gibi, herkes çizimleri asıyor.
Bu "jüri"ye, ekibinizdeki tüm tasarımcılar katılıyor mu?
EÇ: Evet, endüstri ürünleri tasarımcılarımız, grafik tasarımcılarımız da bu çalışmanın içerisinde… Hatta endüstriyel tasarımcımızın tasarladığı konseptler üzerinden geliştirilmiş yapılar da var portfolyomuzda… "Paper art", "graphic art" olarak düzenledikleri şeyleri, biz bir bina haline getirebiliyoruz. Örneğin sözünü ettiğim Bakü Petrol Müzesi Yarışması'nda önerimizin paftalarını, grafik tasarımcı arkadaşlar bir kitap gibi hazırladılar. Yine şu anda "TOCA Group" giye bir kitap hazırlıyoruz. Yani bu çalışma tarzını yaymak istiyoruz. Çünkü mimarlık ofislerinde bugüne kadar gördüğümüz hiyerarşik yapılar altında ezilen tasarımcılar olduğunu ve sonuç olarak da ofis bazlı "tahmin edilebilir" işler ortaya çıktığını biliyoruz. On tane ofis etrafında dönen bir mimarlık çevresi karşımıza çıkıyor ve okullardan da, buna alışmış olarak çıkıyoruz. Hatta bunu içselleştiriyoruz: "Biz o kadar yetenekli olmayabiliriz; zengin olmayabiliriz, tanıdıklarımız olmayabilir" diyerek mezun oluyoruz. TOCA, diğer ofislerin yaptığı yanlışları yapmamak üzerine kuruldu biraz da. Öncelikle de herkesin fikrini almak, mutlak çıkış noktamız oldu. Herkesin fikrinin çok önemli ve çok değerli olduğu kabulünden yola çıktık. Çünkü bir noktada, örneğin, sizin mimar olarak çok önemsediğiniz ama iç mimar olarak pek de önemsemediğiniz bir şey, tüm projenin seyrini değiştirebilir. Tek bir render ile ya da ufacık bir tuvalet kapı detayı ile tüm projenin farkılaştığını biliyorum.
Dolayısıyla ne kadar çok fikri bir araya getirirseniz, sonuç ürünün o kadar iyi olacağına inanıyorsunuz. Peki ilk eskizleri topladıktan sonra bu paylaşımcı süreç nasıl işliyor? Kim işleri değerlendiriyor?
EÇ: Tüm eskizleri birlikte değerlendiriyoruz. Burada "Jüri benim" diye bir şey asla yok! Hep birlikte geçiyoruz duvarın karşısına; herkes bir diğerinin önerisini eleştiriyor. Hatta bazen tasarımcılardan birisi, bir başkasının tasarımını kendi yaptığından daha çok beğenebiliyor. Bunun ben de yaptım! Örneğin "Tuba Hanım'ın projesi karşısında kendiminkini çekiyorum" diyebiliyorum.
Bu eskiz asma seremonisine siz de kendi eskizinin ile katılıyor musunuz?
EÇ: Elbette katılıyorum! Semih Bey de katılıyor. Zaten böyle olmasaydı, benzer yapılar ve tasarımlar üretir, kısıtlı bir çerçevede kalırdık. TOCA'nın en baş düsturu, tasarım yapmak zaten. Burası bir "Design Studio". Biz bardak da tasarladık tişört de. Defterlerimizi biz tasarladık. Kendi ofisimizi tasarladık her şeyden önce. Tasarımın, bir hayat boyu sürecek bir faaliyet olduğunu ve tasarlanmış nesnenin değer kazanacağını hissetmelerini istiyoruz. Uyurken de, gezerken de, dolaşırken de tasarlarsınız. Üstelik ne kadar mutluysanız, o kadar iyi tasarım yaparsınız.