Mimarlık hikayeniz nasıl başladı?
Herkesin –özellikle de doktorluk mesleğini seçenlerin- mesleğe ilişkin bir çocukluk hikayesi vardır. Benimkisi de öyle! Dönüp aileme bakıyorum mesela; amcam mimar ama hiçbir zaman mimarlık yapmamış. Ne var ki benim mimarlığa karşı alakam hep vardı. Annem anlatır; çocukluğumdan itibaren evin düzenini hep değiştirirmişim. Sadece kendi odamı değil, evin iç mekanındaki her şeyi!
Dolayısıyla henüz çocukken aldığınız kararı sürekli kıldınız ve bu bilinçlilik ile üniversiteye adım attınız…
Evet, aynen öyle… Benim zamanımda üniversite sınavına girmeden önce 18 seçenekli bir tercih listesi yapılırdı. Benim tercih listemde ise sadece 6 okul vardı. İstediğim mimarlık okullarını yazmış ve başka bir tercih de koymamıştım. Riskli bir karardı. Yıldız Teknik Üniversitesi dördüncü tercihimdi ve oraya girdim; 1991 yılında da mezun oldum.
Sizce "isteyerek" mimarlık okumak önemsenmeli midir? Hasbelkader mimarlık okumaya kıyasla kişinin kariyerini değiştiren bir etmen haline gelir mi?
Bu konu üzerine çok fikir yürütmek, çok büyük cümleler kurmayı gerektirebilir. Ondan kaçınarak belki bir anekdotu aktarabilirim: 1. sınıfın 2. dönemindeyken birkaç arkadaşımız gelip şöyle dediler: "Biz, inşaat mühendisliği ile mimarlığı karıştırmışız!" Yani o zamanlarda mimarlık ile mühendisliğin ayrımını yapmamış arkadaşlarım vardı. Ama ben onlara göre daha şanslıydım, ne yapmak istediğimi biliyordum. Bu, insanı daha iyi bir mimar yapar mı, bunu bilemiyorum. O başka bir şey! Çünkü iyi olmak için öncelikle "bilmek", ama mutlaka "yapmak" gerek… Bilebilirsiniz ama yapamayabilirsiniz. Ama evet, bilirseniz, hakim olursanız, daha iyi kavrarsınız.
Dolayısıyla sizin de "beklediğiniz" şey ile karşılaşmanız, başarılı bir kariyerin ilk adımı oldu. Acaba mezuniyet sonrasında mimarlık pratiği dahilinde neler ile karşılaştınız?
Mezun olmadan önce kış döneminde hem okula gider hem de ulusal-uluslararası yarışmalara katılırdık. Yazın da çalışırdık. Mezuniyet ardından ise Ertem Ertunga Mimarlık'ta çalışmaya başladım. Orada ortağım Selim Cengiç ile tanıştım. 3,5 yıl bu ofiste çalıştıktan sonra, Londra'dan aldığım bir bursu değerlendirmeye karar verdim. Fakat Selim 1995 yılında, benden bir sene önce ayrılmış ve kendi ofisini açmıştı. Londra'ya gittiğim dönemde irtibatımız hiç kopmadı. Hatta evinde kaldığım aile "Selim'in senin sadece arkadaşın olduğuna inanmıyoruz!" derdi çünkü günde üç kere konuşurduk. Selim ise bana bir an önce Türkiye'ye gelmemi söyler ve "Burada iş var. Ortak olalım, birlikte üretelim" derdi. Aslında bursum iki yıllıktı ama onun ısrarlı davetine dayanamayıp birinci yılın sonunda döndüm. Ama valizimi almadan! Yani bütün eşyalarımı orada bıraktım. Üç ay denemek ve dönmek istersem bir kapıyı açık bırakabilmek için… Ama hayatımdan, olağan süreçten memnundum.
Peki Selim Bey ile bir anlamda "inatla ortak olmak" istemenize ön ayak olan motivasyon neydi?
Açıkçası Selim olmasa, o kadar erken yaşta ofis açmak gibi bir fikrim yoktu. Bu düşünceyi kafama sokan Selim'di. Bu yüzden soruyu Selim'e sormak lazım; ne oldu da beni kendisine ortak etti? Ama dışarıdan bakıldığında, dünya görüşü aynı fakat yolları taban tabana farklı iki ortağız. Belki bu farklılıklarımız bize çok iyi sinerji getiriyor. Aynı iyi niyetteyiz, aynı mimarlık kalitesindeyiz ama yol-yordamımız çok farklı… O çok daha heyecanlı, hiperaktif, ben is çok daha sakin… Bir sürü mimar arkadaşımız "Nasıl hem bu kadar farklı hem de bu kadar uyumlu olabiliyorsunuz?" derler. "Keşke bizim ortaklıklarımız da böyle olsaydı!" denilerek örnek gösterilen bir paydaşlığımız vardır. O yüzden biz çok memnunuz birbirimizden… (gülüyor)
İş yapma disiplininize de bu farklılıklar yansıyor mu?
Müşteri profilinde etkili olabiliyor. Kimisi Selim'in o hiper-aktifliğinden hoşlanıyor kimisi ise benim sakinliğimden… Bu iyi bir şey; hayatınıza müthiş bir renklilik getiriyor ve ben bu renklilikten memnunum. Sürekli aynı şeyleri düşünen, aynı şeyleri söyleyen insanların bir süre sonra kendilerinden sıkılabileceklerini düşünüyorum. O gün sizin "doğru" dediğiniz bir şeyi bir başkası da teyit edip "doğru" derse, oradan yeni bir enerji çıkmaz. Ama "bence öyle değil; şöyle de bir bakış açısı var" denebiliyorsa yeni kanallar, yeni enerjiler ve yeni düşünceler açığa çıkarıyorsunuz ki bu, bizim ortaklığımızın en zengin tarafı…