"Kenti turizme kazandırmaktan başka bir amaç olmazsa, kentliyi bulaşıkçılık yapmaya mahkum etmiş olursunuz!"

06 Mart 2009

Belki bu sorun diğer taraftan da değerlendirilebilir: Sizce mimarlık düşüncesi üretilemediği için mi bu ortam oluşuyor, yoksa politikanın üretilemediği bir ortamda mı eleştirel mimarlık düşüncesi var olamıyor?

İkisi birbirine çok bağlı. Politika ile güncel sanat, mimarlık, bunlar aynı şey. Birbirlerine çok bağlılar. 20'inci yüzyılın kamu zekasının, yani seksyonlaşmış kamu zekasının içinde kenti algılayamayız. Daha önce de algılayamazdı ama bu yaklaşım durumu modernleştiriyordu. Mimarlığa tıp gibi, şehir plancılara kimyagerlik gibi mesleklere ayrılmış uzmanlıklar olarak bakılıyor. Ama bugün artık o ayrım yok. Mimarlık ile şehir plancılık arasında artık bütün dünyada bir ayrım gözetilmiyor. Dolayısıyla politika ile de böyle bir ayrım yapılamaz. Mimarlar olarak "Biz kamu alanında bize açılmış yerde iş yaparız" diyemeyiz, çünkü entelektüel üretim kamusal alana yol açar. Bu yüzden "Bir kamu alanı vardı da biz mi içinde yer almadık?" diye sormaya gerek yok. Çünkü entelektüel üretim kamu alanının ara yüzeylerini oluşturarak onu açmaya çalışır. Anonimleştirdiğiniz anda da kamu alanını kapatarak bir kenti ölüme terk edersiniz. Bu ikili yaklaşım ile teknokratik planlamacı model aslında çok iyi anlaştılar; işbirliğine gittiler. Nedeni ise şu: Geçmişte –soğuk savaş döneminde- bunlar iki ayrı kutuptu; birisi sağ diğeri soldu. Şimdi ise neo-liberal sistemin iki yapı taşı olarak birleştiler; evlilik yaptılar. Kentsel dönüşüm projelerine bakarsanız o tepeden inmeci model ile politikasızlık, halka şirin gözüken ideolojik temsil birleştiler. O yüzden de politikasızlık, bir kentin başına gelmiş en büyük beladır.



Aynı sorunlarla 20'inci yüzyıldan bu yana başka kentlerin de karşılaştığını söylediniz. Aklınıza gelen, politikasızlık ortamını aşmış kentsel örnekler var mı?

Nasıl olmaz? Medeni dünya 80'li yıllardan sonra bunun araştırmasına girdi. Kamu fikrini ilişkisel hale getirmeye çalıştı. Bu ayrımların içinden bakarak "Ben maden Fener-Balat projesi yapıyorum. Onu sadece fiziksel mekan projesi olarak ele alayım. Yap-sat'çı müteahhitlerle yıkıp yeniden yapayım" şeklinde bir yaklaşım Avrupa'da kaldı mı? Bizim Fener-Balat'taki proje bakın; ama o öyle! Avrupa'da artık kültürcü, sosyal, ilişkisel bir yaklaşım, disiplinler arası bir çalışma ile kavranıyor konu. İkincisi, bu gibi projelerin çoklu ortama açılması... Bu zorunludur, çünkü kimse kanun değildir. Oturup da "Ben Sütlüce Mezbahası'nı böyle yaparım" diyebilir misiniz? Siz kanun musunuz? Bir kere bu kolektif düşünceden geçen, kendisinin bir metafor olduğunu bilen düşünceye biz "profesyonel" çalışma diyoruz. Bunların hepsinde, dikkat ederseniz, biz sorunsallaştırma vardır. Kent morfolojisi sorgulanır; yapılı çevre, mekanın kullanımı, bunların hepsi birer metafordur. Gerçek değildir. Bizde ise bir gayrimenkul yatırım operasyonuymuşçasına "gerçek" algılanıyor. Öylesine gerçek olsaydı, mesela Venedik'te tersanede hemen otel, kongre merkezi, alışveriş merkezi yaparlardı. Çok net! Çünkü kent merkezinde doğru düzgün otel yok. Ya da en büyük endüstriyel alan arsenal. Arsenal bütünüyle o mantıkla bakılsa... Doğrusu da o değil mi?! Bizde hemen "turizme kazandıracağız" denir. Böyle bir salaklık yaptığınız anda Venedik halkına sadece bulaşıkçılık yapmak şansını tanımış olursunuz. İstanbul'da aslında böyle bir felaket yaşanıyor ve bu felaketin sorumlusu sadece hükümet değil. Genel olarak bütün kurumların, üniversitelerin de bu sistemin içinde öğütülmüş olduğunu görüyoruz.



Haydarpaşa Limanı - şimdiki hali ve öngörülen proje

Peki 2010 Kültür Başkenti Ofisi olarak bu sistemi bir miktar rahatsız etmek, krize sokmak adına olumlu bir noktada bulunduğunuzu düşünüyor musunuz?

Elbette. Avrupa Kültür Başkenti, bildiğiniz gibi, entegrasyona yönelik yönetim aracı geliştirme deneyidir. O mücadelenin içinde karşılaştığımız sorunlar da siyasi bir tercih değil. Siyasi tercihlere bağlı olmayan, daha maddi, daha organizasyonel bir sorunla karşı karşıyayız. Bu da 20'inci yüzyılın bu seksyonlaşmış kamu zekası! O dar açıdan bakınca insanları -işte Sulukule'de- yerinden etmesi kaçınılmaz oluyor. Kenti planlayamıyor, çünkü o kurumsal-tasarımsal model ancak "gated community" yaratıyor. Çünkü alt sistem-üst sistem diye bir şey yok ki! Aynı metodolojiyi içeriyor. Birini de bir kişi çiziyor, ya da bir ekip. O zaman niye biri üst ölçek oluyor da diğeri alt ölçek? İstanbul krizleri yaşayan bir kent. Bu yüzden kente biraz dışarıdan ve kente ölçeğinden dünyaya bakmamız gerekiyor. Aslında her şey İstanbul'un medeni dünya kentlerinden biri mi olacağı, yoksa çığırından çıkmış kentlerden biri mi olacağı meselesidir.

Çığırından çıkmış kentler derken, örneğin Pekin veya Tokyo'dan mı söz ediyoruz?

Pekin, Şangay, Dubai, hepsinde bir çığırından çıkma var. Yani metaforların gerçek olarak algılandığı yerler buralar. Mumbai'den de Lagos'tan da söz edebilirsiniz. Bunların % 98'i tamamen informel yapılaşmanın hakim olduğu kentler. Bu çığırından çıkma elbette modern bir durum. Modernleşme işte bu metaforların gerçeğe dönüşmesi, kamu otoritesinin ha bire yatırım yapma ihtiyacı duymasını sağlayan ortam olduğu için bir kere mutlaka bir çığırından çıkma durumu yaşanıyor. Orası bir daha asla bir kent parçası haline gelmeyecek; bir otoyol parçası haline gelecek. Gerçek bir kentsel mekan olmaktan çok iki kapalı mekanı, bir nokta ile diğer noktayı birleştiren bir yer haline gelecek.


Korhan Gümüş ile İstanbul'un politika(sızlık)ları üzerine
Vaatler Denizi İstanbul'un Olası Gelecek Senaryoları
Bunlar da Türkiye'nin Avangart (!) Adayları
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :