Lümpen Çarşı Soylulara Karşı

10 Kasım 2009

"Merkezden destekli İstanbul Büyükşehir Belediyesinin küreselleşme konusunda iki ciddi hata yaptığını ve bu hataların da kentin fiziki mekânını geri dönülmez bir biçimde şekillendirdiğini düşünüyorum. Bunlardan birincisi, çok farklı haller alabilecek küreselleşmenin, bugün itibariyle hâkim olan kapitalist versiyonuna teslimiyet, ikincisi de bu versiyonun gerektirdiği düşünülen bir küresel kent reçetesine uygun aceleci ve noktasal yatırımlar. Bu birbirine bağlı iki ciddi hata İstanbul'u giderek dünya üzerinde aynı iddialara sahip çok sayıda kentin kopyası haline getiriyor...

Keyder'in Büyüme-Popülizm İkilisi Üzerine...

Geriye doğru bakınca, 1990'ların başında İstanbul dergisinde de kısa bir versiyonu yayınlanmış bir Çağlar Keyder yazısı ile bu sürecin kuramsal altyapısının hazırlandığını söylemek yanlış olmaz . "İstanbul'u Nasıl Satmalı" isimli makalesinde Keyder kentin bir tercih yapma zorunluluğuna işaret ediyor ve bu tercihi büyüme ve popülizm ikilisi arasına sıkıştırıyordu. Küresel bir kent olmak isteniyorsa, büyüme politikalarının tercihi kaçınılmazdı. Bu tercih aynı zamanda ulusal ekonomiyi de olumlu yönde etkileyecekti. Büyüme politikalarının mekansal karşılığı da İstanbul'un kapitalist küreselleşme süreçleri ile bağını güçlendirecek altyapı ve üstyapı çalışmaları idi. Keyder'e göre İstanbul o güne kadar ne kaybetti ne zarar gördü ise nedeni popülist politikalar idi!

Bu argüman çok yönlü eleştiriye açıktı ama yazıldığı dönemde aynı güçte bir yanıt alamadı. Öncelikle siyasal tercihlerin böylesine daraltılması, zıtlıklara, ikiliklere indirgenmesi çeşitli gerilimlere neden olur ve yapacağınız tercih hangisi olursa olsun olumsuz sonuçlar doğurması kaçınılmaz hale gelir. Diğer yandan, popülizmi her kötülüğün ve çirkinliğin doğurucusu şeklinde lanse etmek popülizmin kendi tarihselliği içinde hem ABD'de ortaya çıkış nedenlerine kulak tıkamak hem de Türkiye'de topluluklarla yapılan ve yıllarca devam eden sessiz sözleşmeyi görmezden gelmek olur. Popülizm 19. yüzyılda ABD'de ortaya çıkmış bir siyasal akımdır. Ortaya çıkış nedeni, hükümet ile anlaşmalı demiryolu şirketlerinin çiftçilerin elindeki toprakları yok pahasına almak istemesidir. Mağdur olan çiftçilerin demiryolu şirketlerine karşı geliştirdikleri kitlesel harekete de popülizm denmiştir . Zaman içerisinde sağdan sola siyasal yelpazedeki bütün hükümetlerin halkı memnun etmek adına yaptığı uygulamalara popülist sıfatı yakıştırılmaya başlanmıştır. Bu politikalar çoğu zaman kısa erimli ve parçalara yönelik olduğundan, yani geleceği ve bütünü düşünmeden uygulandığından ve asıl önemlisi daha çok seçim öncelerinde "ucuz oy politikaları" gibi kullanıldığından eleştiriye açık hale gelmiştir. Doğrudur, bir ülkenin/ kentin yönetimi yalnızca popülist politikalara teslim edilemez. Bu uzun dönemde büyük yıkımlara neden olabilir. Ama, ikilinin diğer tarafında yer alan büyüme politikalarını değerlendirdiğimizde manzara farklı mıdır? Klasik iktisadın içinde gelişen teorisi çok daha eskilere dayansa da, özellikle neoliberal iktisadın güçlendiği 1970 sonrası dönemde dünyada kalkınma politikalarının yerine büyüme politikalarının yerleştiği gözlenmiştir. Eleştirildiği ana eksen, yalnızca kantitatif değerler üzerinden hesaplandığından, gerçekleşen büyümenin insanlara nasıl etki ettiğinin muğlak ya da ikincil önemde kalmasıdır. Yani bir ülkenin sanayisi büyüyor ama aynı zamanda istihdamı küçülüyor ve işsizliği sanayisinden de hızlı artıyor olabilir. Bu durumda sağlıklı bir gelişmeden söz etmek mümkün değildir. Ya da büyüyen sanayi kendisine uygun istihdamı coğrafyasından bulamadığı için ihraç işgücü getiriyor ve kendi coğrafyasına vergi kalemleri dışında hiçbir katkıda bulunmuyor hatta kirletici etkide bulunuyor olabilir. Yani büyümenin tek başına olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Büyüme ancak insani gelişme, işsizliği azaltma, coğrafyasına katkı, çevreye etkisi gibi konusuna göre değişebilecek çok sayıda değişkenle birlikte ele alınarak olumlu bir gösterge olarak sunulabilir. Hızla büyüyen Arjantin ekonomisinin başına yakın geçmişte gelenler sonucu yaşanan toplumsal patlama unutulmamalıdır.

Dolayısıyla, kapitalist bir sistem içerisinde büyüme ve popülizm birbirinin alternatifi iki siyaset yapma biçimi olarak kullanılamazlar. Zaman zaman popülizm ile büyüme politikalarının yarattığı sosyal hasarları kapatmanız gerekir. Bu yalnızca siyaseten sistemin sürdürülebilirliği için değil, insani olarak da yapılması gerekendir. Ya da popülizm ile yarattığınız cari açıkları büyüme politikaları ile kapatmak durumunda kalırsınız. Bu da sürdürülebilir bir borç yapısının oluşması için kaçınılmazdır ve bu konuda Türkiye dünya eksperlerinden biri sayılabilir. Zaten kapitalist dünya tarihi boyunca bu ikiliden her hangi birisinin baş gösterdiği durumlarda diğeri de yanıbaşında ortaya çıkmak durumunda kalmıştır. Sosyalist bir sistem içerisinde zaten bu ikili söz konusu olmayacaktır. Bu geniş tartışmayı bir başka yazıya bırakıp Beşiktaş üzerinden İstanbul'un satış senaryosunu ve nihayet Keyder'in öne sürdüğü bu ikiliyi değerlendirmek istiyorum.

Mayıs 2007'de Birgün gazetesi kent sayfasında Beşiktaş'ta olagelen üzerine geliştirdiğim iki alternatif senaryo yayınlanmıştı . Aşağıda revize ederek yineleyeceğim bu iki senaryo aslında Keyder'in yarattığı ikiliğin mekana yansıma halleridir. Birincisinde tamamen büyüme odaklı bir Beşiktaş senaryosu çizilirken, ikincisinde koşulsuz ve insana rağmen büyümenin karşısına dikilen, insanı ve kamuyu merkezine alan zıt bir senaryo kurgulanmıştır. (Keyder büyümenin alternatifini popülizm olarak sunuyor ise her ne kadar ben başka şekillerde tanımlamayı tercih etsem de, bunu da popülist senaryo olarak adlandıralım!) Muhtemelen önümüzdeki 10 yıllık dönemde bizi bu senaryolardan büyümeci olana yakın bir senaryo beklemektedir. Ama iki farklı dünyayı vurgulayabilmek için bu uç senaryolar üzerinden değerlendirmeyi tercih edeceğim.

Büyümeci Senaryo:
Yıllardır izbe duran eski Tekel binasının özelleştirilmesinin ardından 7 yıldızlı bir otele dönüştürüleceği söylentileri çıktı önce. İnşaat faaliyetlerinin başladığını binanın çevresi iskelelerle donatılınca anladığımda, Beşiktaş'ın geri dönülemez bir yola girdiğini düşünmeye başladım. O binanın önünde yıllar yılı çay içip, kitap okumuşluğum, hatta aşık olmuşluğum vardır ve hemen her oturuşumda bu kadar iyi bir yerde bu binanın neden böyle izbe halde durduğunu sorgulamışımdır. Öğrencilik dönemimde Beşiktaş meydanı için yaptığım proje ve Tekel binasını bir kültür sanat merkezine dönüştürme fikrim gelirdi hep aklıma. Özel olduğu kadar yüksek sosyeteye özel bir kullanıma dönüştürülmesi belki de duygusal bir patlama yaratarak aşağıdaki senaryoyu kurgulattı bana. 7 yıldızlı olup olmayacağını kesin olarak bilmiyorum ama uç bir senaryo yazacağız ya, varsın otelin 7 yıldızlı olacağını düşünelim:

Emsallerini düşününce, otelin yakın çevresi kontrollü yarı kamusal görünen ama aslında özel olan bir alana dönüşecek. Çay bahçesi ile birlikte Adnan'da yitecek. Kaymakamlık tarafında idari ve kültürel amaçlı kullanılan yapılar Beşiktaşlıların artık yanından geçemeyeceği fiyatları sergileyen restoranlara, kafeteryalara, barlara dönüşecek! Cadde tarafındaki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi konservatuarının müzik dışı talipleri artacak. Her Beşiktaşlı genç erkeğin askerliğini yapmak istediği Deniz Müzesi, Beşiktaş'taki işlevini tamamladığını açıklıyacak ve 7 yıldızlı otelin çeşitli uzantıları için kullanılmak üzere otele satılacak! Kadıköy vapur iskelesi 7 yıldızlı otele yanaşan yatlara ayrılacak! Meydanın diğer ucunda yer alan, kamunu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin elinde kalan yarım bina, bir şekilde diğer yarısını ele geçiren özel Bahçeşehir Üniversitesine tahsis edilecek! Taşıt yolları yer altına alınarak oluşacak yeniden düzenleme alanı ile deniz tarafındaki bu gelişmelerle organik olarak birleşen yüzyılların koca çınarı Beşiktaş Çarşı dönüşüm alanı ilan edilecek, fiyatlar üçe beşe katlanacak, kullanıcı profili tamamen değişecek! Öğrenciler görünmez olacak, balıkçılar çarşısı kalkacak, Hasbi ve diğerleri taşınacak ya da lüks restoranlara dönüşecek, lümpen Çarşı yok olacak, yerine açık ya da kapalı "soylu" alışveriş merkezleri/sokakları ve onların kullanıcıları gelecek.

Dört ay kadar önce yazdığım yukarıdaki kurgunun sonrasında üç çok önemli gelişme oldu: Birincisi, yıllardır ücretli kesimin iyi sebze – meyveyi ucıza satın alabildiği Beşiktaş'taki tek mekan olan sebze-meyve çarşısı artık yok. Sırtını bu çarşıya yaslayan ve yine çok ucuza günlük / sıradan ihtiyaçlarınızın bir kısmını giderebileceğiniz küçük dükkanlar da yok. Estetik olarak tartışabileceğimiz bu yapıların hızla yıkımında asıl sorgulanması gereken bu yapıların içinde çalışan insanların geleceğine dair açıklanmış herhangi bir önlem de yok. Yapılan açıklama çağdaş Beşiktaş'ın profiline yakışmayacak bir çirkinlik ve izbelik yuvasının nihayet kaldırıldığı yönünde! Yerine açık kamusal alanlar yapılacağı söyleniyor. Bekleyip göreceğiz ama altı çizilmesi gereken tüm bu mezbeleliğin içinde muhteşem Tansaş binasının nasıl olup da gözden kaçtığı! İkinci önemli gelişme bir otel zincirinin daha Bahçeşehir Üniversitesi'nin yanında yer kapattığı üzerine çıkan söylentiler. Gerçekse, ki bu tip söylentiler genelde yoktan çıkmaz, yakında imar durumu tartışmaları ve, Çırağan'a rakip olmak isteyeceklerse, ciddi rakamlar üzerinden pazarlıklar başlayacaktır! Üçüncüsü ise trafiğin yer altına alınacağının Büyükşehir Belediyesi tarafından resmen açıklanması. (Trafiğin yeraltına alınmasına asla karşı olmam ama büyümeci senaryonun önemli kurgularından birisi olduğunun ve bu senaryonun diğer bileşenleri olmasa belediyenin yalnızca insani konfor adına böyle bir yatırımın altına girmeye lüzum görmeyeceğinin ve/veya bütçe ayıramayacağının altını çizmek isterim.)

Bu son gelişmelerle birlikte düşündüğümde yukarıdaki büyüme senaryosunun bir versiyonun gerçekleşme hali çok da uzak değil. Bu senaryo, Beşiktaş'ın şu anki kullanıcılarının büyük bir bölümünü çok olumsuz yönde etkileyecek. Kiralar artacak, üniversiteliler ile birlikte ücretli kesimler ve küçük esnaf semtten ayrılmak durumunda kalacak. Belki ev ve dükkan sahipleri yeniden yapılaşma/dönüşüm projeleri içinde kazançlar elde edecekler ama onlar da içinde bulundukları ve kıymetini bildikleri, metropoliten bir kentin merkezinde benzerine az rastlanır sosyal ilişkilerini kaybedecekler. Dahası Beşiktaş'ın gelip geçen ama gelip geçerken bir çay içen, alışverişini yapan kullanıcıları da artık Beşiktaş ile ilişkilerini kesecekler. Beşiktaş'taki son gelişmelerin nedeni, daha modern bir hayatı daha modern bir semtte yaşatma palavrası değil, çok merkezi olan arsaların son dönemde kazandığı ve belediyelerin sırtlarını çeviremedikleri rant üzerinden büyüme arsızlığı...

Popülist Senaryo:

Birgün'deki yazıda, büyüme projelerinden arınmış, kamuya mal olmuş ikinci bir senaryoyu da yine birkaç revizyonla şöyle kurgulamışım: Bulunduğu yere inşa edilmesi zaten hata olan Tekel binası tamamen yıkılır ve temizlenir. Yerine, az katlı ve meydanla barışık bir kültür-sanat merkezi yapılır. İşlevini yitirmiş olan otobüs durakları kaldırılır, Deniz Müzesi kamuya tamamen açık bir müzeye dönüştürülür. Kaymakamlık tarafı idari birimlerinden arınıp sunduğu kültür sanat faaliyetlerini arttırarak sürdürür ve Dolmabahçe'ye geçiş oluşturarak sarayı Beşiktaş'la kucaklaştırır. Yer altına alınacak taşıt trafiği insan hareketliliğini transit trafikten arındırarak arttırır. Akaretler sıra evleri sanat atölyeleri olarak kullanılmak üzere Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne tahsis edilir. Yer altı geçişi sayesinde yayalaştırılan Kabataş-Beşiktaş muhteşem yürüyüş aksı boyunca, bu ve diğer atölyelerde üretilen sanat ürünleri, sokak çalgıcıları, göstericileri ve kuklacıları eşliğinde sürekli sergilenir ve kavuştuğu yerde İstanbul'un belki de en önemli meydanı haline gelmiş Çarşı Meydanı ile birleşerek yaya yolcusunu çeşitli yönlere dağıtır. Mütevazi yenileme çalışmaları ile güçlendirilecek ve güzelleştirilecek Beşiktaş yapı stoğunda yaşayan kullanıcı profili, sanatçılar ve ziyaretçi turistlerle çeşitlenir ama değişmez. Esnaf yerinde kalır, Kapalı her daim Çarşı'nındır, localar en azından sınırlıdır. Şampiyonluklar Çarşı Meydanında kutlanır. Üniversiteli aşklar Adnan'ın verdiği çay ile demlenmeğe, Hasbi ve diğerleri adabı çerçevesinde rakı-balık sunmağa devam eder. Vapur sefası bakidir. Balık Pazarı yeşillikleriyle birlikte yerinde kalır...


Gerçekleşme ihtimaline hayatımı adayabileceğim bu kurgu insan merkezli bir kentin kurgusudur ve gücünü sıradan insandan, yaşayanlarından, öğrencilerinden ve Çarşı'dan alır!

Kent Mekanı Üzerinden Siyaset Yapmak

Yukarıdaki iki senaryo, Keyder'in işaret etmiş olduğu büyüme politikaları ile kendisinin popülist benim ise insan merkezli/sosyal demeyi tercih edeceğim politikaların mekana yansımalarıdır. Keyder, popülizm ile insan merkezli sosyal politikaları kastetmemiş, kısa erimli ve olumsuz sonuçlara gebe politikaları işaret etmiş olabilir. Yine, Keyder, büyüme politikaları ile böylesine bir densizliği öngörmemiş de olabilir. Ama İstanbul'da yerel siyasetin büyüme politikalarını alıp taşıdığı nokta, maksimum rant yaratma ve bu rantı yaşayanından sakınma halidir. Yine, İstanbul'da yerel siyasetin geldiği nokta, insan ve kamu merkezli planlamayı popülizm ile suçlama halidir.

Beşiktaş'ta gerçekleşmekte olanın benzerleri İstanbul'un birçok semtinde gözleniyor. Beşiktaş'a yazılan büyüme senaryosu, isim değişiklikleriyle Zeytinburnu'na, Küçük Çekmece'ye, Kartal'a, Tophane'ye, Tarlabaşı'na, İstinye'ye, Harbiye'ye, Sarıyer'e Okmeydanı'na da  yazılabilir. Yani, İstanbul yerel siyasetinde Keyder'in seçime zorladığı ikiliden büyüme politikalarının tercih edildiği kesin. Bu semtlerde oluşan az sesli cılız muhalefetler de ya popülizm ile ya da anarşistlik/teröristlik/komünistlik/dinsizlik/ vatansatanlık/bağnazlık vs. ile suçlanıyor ve susturuluyor!

Merak edip soruyorum şu lümpen halim ile: İstanbul'un tümüne hızla yayılmakta olan bu soylu mekanlarda yaşayacak sayıda soylu İstanbul'da yaşamakta mıdır? Dünyanın soyluları benzer mekanlar dünyayı sarıp sarmalarken neden İstanbul'a gelip yerleşsinler? Peki biz lümpen takımının bu mekanlar soylulaştıktan sonra nerede yaşaması beklenmektedir? Biz lümpen takımı olup biten bu hale sessizliğimizi ne kadar daha sürdüreceğiz? Evimizin duvarları başımıza yıkılana kadar vazgeçerler belki diye bekleyecek miyiz?

Beşiktaş'ın kullanıcısı olup Beşiktaş'tan rant sağlamayan hemen herkes ikinci senaryoyu ya da bir benzerini tercih edecektir çünkü insanlar ancak ikinci senaryoda Beşiktaş'ta yaşamaya ya da Beşiktaş'ı kullanmaya devam edebilecektir. Büyüme politikalarını esas alan birinci senaryo ise, Beşiktaş'ın kullancısını ve yaşayanını dışlayan bir senaryodur; zaman içinde profilin tamamen değişmesine neden olur, dolayısıyla desteklenmemesi beklenir.

Oysa Beşiktaş'ta tam bir sessizlik hakim. Birkaç mimarlık sitesi ile taraftar grubu forumlarında tartışılan ve gerçekçi olmamakla eleştirilen yukarıdaki senaryolara dair hiçbir adım atılmadı bugüne kadar.
Gün öylesine sıcak ve yorucu ki, sanırım bizler gelecek tahayyülü yapma yetimizi kaybettik ve bu yüzden İstanbul'un geleceğinde bize yer vermeyeceklerini anlamakta güçlük çekiyoruz! Kazan'da maç izlemek bile 10 YTL oldu! Ya da, herkes çok soylu hale geldi de ben soysuz başıma çoraplar örüyorum!

Bir kez daha çağırıyorum: Siyaset yaşama alanımızı düzenleyen bir insani eylem ise, sıradan insan için kent mekanı üzerinden siyaset yapma zamanıdır. Gür sesli, popülist bir lümpen hareketin soylularla kapışma zamanıdır. Yaşama alanlarımızı siyaset üzerinden geri almanın, taleplerimizi yerel siyasetin merkezine oturtmanın zamanıdır. Biraz daha gecikilmesi halinde İstanbul'da bizden birşey kalmayacaktır...


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :