“20 sihirli bir sayı; 20 yıldır Kuzguncuk da olma sebebim Nevzat Sayın, onun sebebi de Cengiz Bektaş. Kuzguncuk’ta yaşıyor ve üretiyor olmanın ortaklığını yaşamak bana hep güç verdi”. Şimdi 23. senenizdesiniz ve Kuzguncuk’ta üçüncü ofisiniz, neler söylemek isterseniz Kuzguncuk ile ilgili? Hem semtli hem de bir mimar olarak Kuzguncuklu olma halini nasıl tanımlarsınız?
İlk Kuzguncuk’a gelişim, 1996’da mimarlık okurken, üçüncü sınıfın yazıydı, Nevzat Sayın’ın ofisinde staj yapmıştım. Nevzat ile ilk tanışma halim ise mimarlık öğrenci buluşmalarında olmuştu, o zaman Han Tümertekin ile gelmişlerdi. 93 yazı, daha ilk yapılarını yaptıkları zamanlar. Ayrıca doğrudan etkisi olmasa da İzmir kökenli olması, lise ve üniversite olarak aynı okullarda okumamız gibi pek çok ortaklaşan alan vardı. Meraklı, ilgili, çalışkan ve öğrenmeye açık, sorgulayan bir öğrenciydim. Stajımın birinci haftası tamamlandığında henüz yeni çalışmalarına başlanmış ortak yürütülen bir proje için; bu proje sende dedi ve sonrasında “Boşluktaki Beyaz Ev” diye geçecek evin, başından sonuna kadar bütün tasarım ve proje sürecini bana bıraktı. Süreçteki usta-çırak ilişkisi beni derinden etkiledi.
O zamanlar Kuzguncuk’ta olduğum için çok şanslıydım. Kuzguncuk’u görmek, buradaki hayatı, insanları, ilişkileri ve ölçeğini görüyor olmak bende şu etkiyi uyandırmıştı; evet ben kendi hayatımı İstanbul’da kurabilirim ve Kuzguncuk’ta benim için İstanbul’un kent ölçeğinde bana gerekli ilişkiler düzlemini yaratabilir. Ben biraz daha antik dünya kafasında düşünen bir insanım, yerlilik, yer, ilişkiler önemsediğim şeyler. Buradaki o ilişkiler düzlemi de çok hoşuma gitmişti ve kendime bir hedef koydum okul bitecek, İstanbul’a geleceğim ve hayatımı burada kuracağım, 23 yıldır da Kuzguncuk’tayız. Eşim ve çalışma ortağım Berna ile aynı okuldaydık, 99’da geldiğimizde Cengiz Bektaş ile çalışmaya başlamıştı. Benim Cengiz Bektaş ile birlikte olma halim de bu vesile ile tekrar başlamış oldu. Aslında daha da öncesi var. İlk Nevzat gibi 1993 yazında Gökçeada’da sonrasında da 1997’de yılında Kayaköy’de mimarlık öğrenci buluşmasında daha yakından iletişimim oldu. 1990’ların ortalarında Kayaköy için dostluk ve barış köyü olsun denilmişti. Pek samimi gelmemişti bana, baktığınızda insanlar yerlerinden edilmişler, oranın gerçekliğini örten bir şey. Biz de Cengiz Bektaş, Nevzat Sayın, Haydar Karabey, Hasan Özbay, Kenan Güvenç gibi aynı yerde durmayan, konuşan ve birbirleriyle çarpışan insanları öğrenci buluşması kapsamında jüri olarak davet ederek bir yarışma çerçevesinde bunu sorgulayalım istedik. Bunun üzerinde bir spekülasyon yapabilir miyiz demiştik. Öğrenci buluşmalarımdan tanıdığım bu isimleri tek tek arayarak, görüşerek davet etmiştim. Hepsi de tamam dediler. Bunun benim için ayrıca şöyle bir önemi de var. O yaz mezun olmuştum. Ve öğrenci buluşmaları vesilesi ile tanıdığım bu insanları benden sonraki öğrencilerle de tanışmasını çok önemsiyordum. Şöyle bir anım var. Nevzat ve Bektaş yarışma için birlikte sabah çok erken bir saatte geldiler. Sabah dediğim henüz hava karanlık, gün doğumuna daha vakit var. Jüri üyelerine kendi bütçemizden bir pansiyon ayarlamıştık. Odalar dolu, yer yok ve sabah üçümüz pansiyonun verandasında oturduk ve gün ağarıp insanlar uyanıncaya kadar mimarlık konuştuk. Bende henüz yeni mezun olmuş biri olarak, onlarla geçirdiğim deneyim, o sohbetin kendisi, belki de benim burada olmamı çok etkileyen şeylerden biri olmuştur.
Kuzguncuk’ta ofisin olma hali; benim evle kurduğum ilişki ve yaşadığım yerin bir sosyalleşme alanı olması kendi zaman yönetimimi etkin ve verimli kılan çok önemli faktörlerden biri. Ayrıca pandemi ve deprem sonrasında yürüme mesafesine dayanan bir çember içinde çocukların okulu, iş ve mahalle işbölümü içinde kalıyor olmamız da bu modeli sürdürmenin ne kadar önemli olduğunu bize gösterdi.
Hayatımı, üretimimi ve aile yaşantımı bir bütün olarak görüyorum. Bahsettiğim döngünün kendisi için, Kuzguncuk bir zemin ve mekân. Kuzguncuk öyle bir yer ki; burada yaşıyorsan, buradaki her şeye başka türlü temas ediyorsun, başka türlü sorumluluk alıyorsun. Komşu dediğin kişi aslında komşu değil bir kısmı arkadaş, dost, bir kısmı da gerçekten burada yaşadığı için ve farklılıklarına rağmen kendine bir pozisyon inşa etmeden ilişkisi kurabildiklerin. Çok basit şeyler ama insan hayatının çok önemli parçaları olan; sabahları günaydın diyebiliyor olmak, konuşabiliyor olmak, güler yüz görüyor olmak...
Tabii gün geçtikçe Kuzguncuk’un çok popülerleşmesi, insanların buraya gelmesiyle bağlantılı olarak, buranın yaşantısına ve ölçeğine uygun uymayan pek çok konu ile karşı karşıya kalıyorsun. Çok basit bir dış etkenin buradaki hayatta yarattığı olumsuz pek çok etki var. Kuzguncuk’ta oluyor olma hali, yaşadığın çevreye dikkat etmeyi gerektiriyor. Kentin başka bir yerinde herkes kendi özel alanını korur; ama mahallede böyle ilişkiler içinde olunca belki de sokağına, çevrene ve buradaki ilişkilere, Kuzguncuk’a, özel alanından (ev, ofis...) daha çok dikkat ediyorsun.
Bostan’da bu sürecin bir parçası aslında. Koruma anlamında nelere katkılarınız oluyor?
Evet, orası ortak bir alan. Herkes ayrı bir sahiplendi, semtli olarak ne yapabilirim diye. Gazetecisi haber yaptı, avukatı dilekçeler ile ilgilendi. Biz de mimarlar olarak bu alanla ilgili ne yapabiliriz dedik. Buranın kamusal belleğini görünür kılmak, iletişimini sağlamak ve çalışmayan/bozulan, niteliğini yitirmeye başlayan bir şey varsa iyileşmesi için neler yapılması gerektiği ile ilgili bir taraftan hem baktık, bir taraftan da bunun anlatılabilir, izlenebilir ve kurumlarla iletişime kaynaklık edecek dokümanlar oluşturduk. Yer, hafıza, bellek çok güçlü konular. Bu nasıl görünür ve sürekli kılınır? Buradaki en önemsediğimiz soru oldu diyebilirim.
Kuzguncuk Bostanı İyileştirme Ve Koruma Projesi, Kuzguncuk / İstanbul – 2014.
Tasarım Ekibi: Boğaçhan Dündaralp, Tülay Atabey Onat, Berna Dündaralp,
Lale Ceylan, Çiğdem Mahsunlar, Dilara Sezgin, Metehan Kahya,
Burçin Tunç, İsmail Kocataş, Büşra Üney.
Bostanın yapılaşma tehdidine karşı ilk adım orada yapılması gerekenin bir parçası olmaktı, ikincisi ise olanakları araştırarak yapılması gerekenlerin üzerine çalışıyor olmak, üçüncüsü de buranın ortak yaşam, yer, hafıza, bellek olarak gücünü sürdürebilmesi için yapılabileceklerin önünü açmak. Bostanın korunması sürecinde bu adımları attığımızı söyleyebilirim. Kuzguncuk’ta yaşıyor olmak, kuzguncuk hayatı deneyimi içinde olmak tüm bunları planlı olarak bir profesyonel olarak yapmak değil. Buradaki akışın için beliren bir deneyim
Ofiste bir ortaklık kurgusu var mı daha önceden olduğu gibi? Şu anki kurgudan biraz bahseder misiniz?
2005’te ofisi açmaya karar verdiğimde, öğrenci buluşmalarından bu yana çok yakın olduğumuz, aynı mimarlık anlayışıyla hareket ettiğimiz, paylaştığımız arkadaşlarımla birlikte bir ofis ortaklığı imkânı doğdu. Bu ortaklık, bildiğimiz metotlar yerine az kişiyle, gerektiğinde bağımsız gerektiğinde bir arada hareket edebiliyor olmakla ilgili fırsatlar yarattı. Bu sayede ölçekler arası gidip gelme ilişkilerinde ofisin büyümesi, finansmanı, organizasyonu gibi pek çok konuyu düşünmeden gerçekten işe odaklanabildiğimiz bir çalışma ortamı yarattı ve bu ofise geçene kadar da devam etti.
Birden fazla ofisle birlikte olma hali, birbirini de besleyen bir ortaklık. Bu şekilde bu zamana kadar gelmemiz de bizim hep bir ölçekte kendimizi tutabilme ve gereksiz büyümememizi sağladı. Bir çekirdek olma ve bunu sürdürebiliyor olma haline de hep inandık. Zaman zaman biraz artmış olsak ta, şu anda 3 kişiyiz. Gerek durumda da gerçekten dirsek temasında olduğumuz, proje bazlı destek aldığımız, iletişim kurduğumuz ekipler oluyor. Yıllardır mimarlık okullarında proje stüdyosu yürütüyor olmak, parlak eski öğrencilerinin seninle iletişimi sürdürmesi, genç ofislerin oluşması, farklı beceri ve deneyimler içermesi, araştırdığımız sistemlerle ilgili kurumsal destekler alabiliyor olmak bizim farklı tasarım alanlarında ve ölçeklerde iş birlikleri için yeni fırsatlar yaratıyor. Bu alanda işin içinde olmak, esnek ve özgür olmak aynı zamanda da konunun temel meselelerine odaklanabiliyor olmak hep önceliğim oldu.
Üretimleriniz duraktan fuar standına, Bienal'de bir sanat ürününden, mobil WC'ye, ofis yapısından konuta kadar farklı ölçekler ve özelliklerdeki örnekleri kapsıyor. Bu hep üzerinde durduğunuz konuşmalar bağlamında süreç mi gerektiriyordu bu çeşitliliği?
Benim kendi yolcuğumdaki meraklarım, düşünme, tasarlama, hayata geçirme ve anlama süreçlerimin bir parçası. Her üretim bu anlamda bir fırsat. Az önce bir döngüden bahsettik, tüm projelerde bu döngü var dedik. Aslında niceliksel olarak küçük görünen bir şeyin bile, arkasında niteliksel olarak sorgulan bir durum var. Konuya; ne yapıyorum, neden, niçin, bitince ne söyleyecek, neyi açığa çıkarıyor, ne işe yarayacak ve bu alanda var oluşumun hayata olan katkısı nerde duruyor gibi sorularla bakıyorum. Bu izlekte düşünen, yazan, çizen, böyle soruları önemseyen bir yapıda da olunca da bu fırsatlar yeni bir imkân olur mu? Hepimiz için bir anlam üretir mi? diyebiliyorsun.
NP12 Evleri sürecine kadar yapı yapma konvansiyonu meselesi, teknik organizasyonu anlama meselesini az çok kavramıştım. Ancak mimarlığın arkasında çok daha derin bir dünya vardı, o da bu işin sosyal organizasyonu. NP12 Evleri sonrası hayatımda farklı açılımlar yaratan deneyimler işin sosyal organizasyon kısmında oldu. Şimdiye kadar olan deneyimlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: “Teknik organizasyonla sosyal organizasyon arakesitinde mimarlığın ne işe yaradığı ortaya çıkıyor”. “Mimarlık nedir” yerine mimarlığın ne işine yaradığını soruyor olmak bana daha ufuk açıcı görünüyor. Yaptığımız şeyin ne işe yaradığıyla ilgili konuya odaklanmaya başlayınca, hayata yapılacak katkı zenginlik ve çeşitlilik sadece araçsal ya da ölçek olarak farklılaşabiliyor. Buradan da ölçeği ne olursa olsun hayatta oluş içinde olan ‘her şey önemlidir’ noktasına geliyorsun. Bu bahsettiğimiz döngüyü bütün bu oluşlar içinde okuyabilir hale geliyoruz. Yazı yazarken de bienale iş yaparken de ya da çok önemli görünmeyen, küçük ölçekte ama kamusal bir dokunuşta da böyle.