Serbest Mimarlar Derneği için hazırladığınız, çok farklı bir yerde duran "Binalar Konuşunca Mimarlık Susar" sergisinden de biraz söz edebiliriz.
Orada da Uğur Tanyeli ile birlikte çalıştık. Hem Uğur Bey, hem Doğan Tekeli, Eskişehir'de, Urfa'da, Türkiye'nin farklı noktalarında gördükleri bir takım şeyleri bana anlattılar. Dolayısıyla bana verilen bir veri tabanı oldu. Çok farklı bir işti diyebilirim, ama fotoğrafları çeken kişi olarak çok da emin de değilim. Yaptığım işi, Kayseri, Malatya, İstanbul, Eskişehir gibi pek çok şehire gidip, bu tema içindeki yapıların farkına varıp, onları fotoğraflamak olarak özetleyebilirim. Bana bahsedilenler dışında, teknolojiyle gelenekselin nasıl bir arada var olduklarına dair kontrastları yakalamaya çalıştım. Burada da epeyce fotoğraf çektik. Çektiklerimi Doğan Bey ve Uğur Bey'e gönderdim, onlar üzerinden tashihlerini yaptılar ve elenenler sergilendi.
İki sergiyi, yaptığınız iş üzerinden, nasıl karşılaştırırsınız? Farkları nelerdi?
Birbirinden farklı iki proje. Viyana-Chicago sergisi, Mimarlık süzgecinden geçip öne çıkmış yapıları ve kentin fiziki anonim yapısını gözler önüne sererken, kentsel mekanları da farklı açılardan sorgulayan bir sergi. ‘Binalar Konuşunca Mimarlık Susar' sergisi ise Türkiye' de son yıllarda ideolojilerin mimariyi etkileme biçimlerini sorgulayan bir sergi idi. Bu sorgulama biçimi Türkiye'nin farklı bölgelerinde yer alan kamusal mimarlığın çeşitli son dönem örnekleri üzerinden okundu.
Bir tarafta bembeyaz duvarlarıyla endüstriyel bir bina, diğer tarafta hep farklı açılarla birbirine bakan grafik panolar fotoğraflarınızla buluştu. Siz bu iki disiplin arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyosunuz?
Sergi mekanı özellikleri ve bu mekanda işin nasıl sergilendiği çok önemli. Bazı çalışmalarda fotoğraf ve mekan diline bir de grafik tasarım ekleniyor, böylece çok disipliner bir mecraya adım atıyorsunuz. Fotoğrafı çeken, sergilenecek mekanı tasarlayan ve grafiği hazırlayan kişiler bu işi ciddiye alıyor ve belli bir hassasiyetle konuya yaklaşıyorlar ise farklı ve güzel işler çıkıyor. Örneğin bu iki sergi dışında, Bülent Erkmen için de açtığı sergilerde kullanabilmesi için fotoğraflar çektim. İlk aklıma gelen 'Bankalar Caddesi' sergisi ve bence bu tür çoklu çalışmalar çok yaratıcı sonuçlar doğurabiliyor. Grafiğin ve sergilenen mekanın kullanım biçiminin progresif bir yönü varsa heyecan verici sonuçlar oluşma ihtimali de yükseliyor. Yine Bülent Bey ile birlikte Petrol Ofisi'nin kurumsal kitabının bir bölümünü hazırladım: O da, konunun bana veriliş biçimi açısından ilginçti. ‘yer', ‘gök', ‘su' gibi 20'ye yakın tematik verdiler ve son derece sıradan olabilecek bir kitap, son derece yaratıcı bir işe dönüştü. Hatta iki fotoğrafçı, birbirimizi hiç görmeden ama benzer güzergahlar izleyerek birlikte çalıştık.
Verdiğiniz örnekte tüm aşamalar önceden kararlaştırılmış ve işler sanki birlikte yoğrulmuş. Bir sergi de böyle hazırlanıyor mu?
Ne "Viyana-Chicago" sergisinde, ne de "Binalar Konuşunca Mimarlık Susar" sergisinde yaptığımız işlerde, mekan ve sunum biçimi önceden belirlenmemişti. Yaptığım bu şekilde önceden belirlenmiş işlerde var. Örneğin, Madrid'te 2007 Kasım ayında, "Akdeniz'deki Antik Roma" konulu bir sergi açtık. Serginin sponsorluğunu İspanyol Hükümeti yapmaktaydı ve oldukça büyük bir işti. Sergi yalnızca fotoğraf içerikli değildi, Klasik Roma'ya ait bir çok heykel, takı, fresk ve mozaik gibi eserler de akdeniz ülkelerindeki çeşitli müze ve özel kolleksiyonlardan toplanarak önceden kurulmuş bir sergi düzeninin gerçekleştirilmesi sağlandı. Bu sergi için Akdeniz ülkelerinde Antik Roma mimarlığı ile ilgili fotoğraflar çekmem gerekti. Fotoğraflar önceden belirlenmiş formata uygun olarak (3 metre yüksekliğinde 6, 12 yada 18 metre genişliği gibi büyük boyutlarda) çekilip duratrans baskı ile hazırlanarak sergilendi. Bu fotoğrafların tüm detayları (boyut, açı, renk, ışık, yer ve zaman) ve mekan içerisinde ne şekilde sergileneceği önceden belirlenmiş ve bana bildirilmişti. O noktada, yatayda gelişen farklı uzunluklarda ve yerine göre özel fotoğraflar çekmem gerekti. Öyle yapılar vardı ki verilen ölçülerde istenen fotoğrafları elde edilemiyordu. Bu gibi durumlarda, serginin küratörü ile tekrar konuşup sergi mekanın yeniden tasarlanmasını sağladığımız durumlar bile oldu. Zevkliydi.
Yurtdışında imza attığınız başka işleriniz var mı?
İspanya'nın Galiçya bölgesinin başkenti olan Santiago de Compostella'da da bir sergi açtım. Santiago de Compostella aynı zamanda bir hac merkezi. Hacı olmak isteyen Hristiyanlar, belirlenmiş bir rotayı izleyerek Fransa'dan buraya yürüyerek geliyorlar. Güzel barok mimari yapılar içeren ufak bir yerleşim burası. Ayrıca Galiçya daki çağdaş mimarlık ürünleri üzerine de bir sergi açmam istendi. Bu sergi için ise, bu bölgede işler yapmış birçok farklı mimarın yapılarını fotoğraflama imkanım oldu. Bu sergi hala devam ediyor.
Başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Mimarlık ve mimarlık dünyası ile sürekli iletişimde olmam çok önemli bir etken. Mimari fotoğraf ile ilgileniyor isen, onun güncelliği içinde güncel olabilmen ve fotoğrafta da güncel kalabilmen çok önemli, bence. Güncel olduğum kadar varolabileceğimi düşünüyorum. Bir de bu iş biraz da enerji meselesi. Bir işe ne kadar zaman ayırabiliyorsun? Ne kadar kendini katabiliyorsun? Bunlar çok önemli. Ayrılan vaktin ve verilen emeğin çok kıymetli olduğunu ve işin değerini arttırdığını düşünüyorum.
Peki mimarlık anlamında kendinizi geliştirmek için ne yaparsınız?
Mimari fotoğraf çekerim. (gülüyor...) Elbette mimarlık anlamında kendimi geliştirmek için oturup proje çizmek gibi bir lüksüm yok, buna vaktim de yok zaten.. Ama mimarlık mutfağını yakından takip etmeye, mimarlık dünyasında üretinlerle ilişkimi sürdürmeye çalışıyorum, onlardan bilgi almaya gayret ediyorum ve olabildiğince de çok mimari fotoğraf çekiyorum. Birde Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Yüksek Lisans Programı kapsamında yapılmış ve yapılması düşünülen çeşitli mimari geziler öncesi hazırlanan tüm mimari derslere katılıyorum. Aynı üniversitenin Görsel İletişim Tasarımı Bölümü'nde mimari fotoğraf üzerine dersler veriyorum. Eğitim ve pratik bu aralar bir arada iyi gidiyor.