Mimarlık hayatınızı nasıl özetlerseniz?
Mimarlık pratiğim esas olarak üç dönemden oluşuyor: İlk dönem lisansı, yüksek lisansı ve Han Tümertekin ofisini içeriyor. Henüz okulu bitirmeden 1993 yılında Han ile çalışmaya başladım ve dokuz yıl birlikte çalıştık. Güzel zamanlardı. (Gülümsüyor) İkinci dönemi okuldan arkadaşlarım olan Ahmet Önder ve Saitali Köknar ile birlikte geçirdim. MONO'yu yapılandırma aşamasında kurucu ortak olarak onlara eklemlendim ve bu ortaklık da beş yıl kadar sürdü. Böylece önce "çalışan" sonra da "işveren" mimar olarak 2007'ye kadar mimari etkinliği sürdürdüm. 2007'de ise mesleği algılamamda, pratiğimde çok şey değişti ve son iki yıldır da kendi başıma yoluma devam ediyorum.
Sizin için not çıkarırken fark ettim ki aslında bütün bunlar çok da tesadüfî değilmiş. Bizim lise dönemimiz 80 sonrasına rastlamıştı ve bizler "seri üretim" şeklinde yetiştirilen nesillerden biriydik. Apar topar üniversitede bulduk kendimizi. Düşünecek, konuşacak, tartışacak ne ortamımız ne de zamanımız vardı. Buna rağmen mimarlık fakültesine çok isteyerek girmekten ötürü şanslıydım ve çok da hevesle okudum; uzun vadede akademisyen olmak niyetindeydim.
Nasıl oldu da akademisyen olmak isterken kendinizi Han Tümertekin ile çalışırken buldunuz?
İstanbul'a eğitim için şehir dışından gelmiştim. Öğrencilik yıllarında şehrin dinamiklerinin epeyce etkisi altında kalsam da, zamanında yoksun kaldığım konularla ilgili potansiyellerinin daha sonraları farkına vardım. Mimarlıkla ilgili deneyimlerim, çoğunlukla kuramla ilişkilenmeyen ve aslında üzerine pek de kafa yorulmamış örnekler üzerinden olduğu için, mimarlığa dair kafa yorulacak ortamın ancak üniversitede bulunabileceğini düşünürdüm. Bu nedenle akademisyen olmak istiyordum.
Bir gün, 1993 yılında, Mine İnceoğlu'nun proje jürisinde İhsan Bilgin ve Han Tümertekin ile tanıştım. Bu tanışma benim için önemli bir eşik oldu. Taksim Sanat Galerisi kısa süre önce yenilenmişti. Proje ve uygulama Han'a aitti. Gelirken de galerinin yeni durumunu tanıtmak için Bülent Erkmen'in tasarladığı broşürleri getirmişti yanında. Broşürdeki aksonometrik çizim, mekan fotografları, fotograflardaki ışık hala aklımdadır. Bu ülkede böyle şeyler gerçekten yapılıyor mu, diye düşündüm ve inanamadım. O tanışmanın üzerine daha mezun olmadan Han'a gittim "Sizinle çalışmak istiyorum" dedim.
Ne güzel bir cesaret…
Cahil cesareti (Gülüyor).
Han Tümertekin'in tepkisi ne oldu peki sizi karşısında görünce?
Görüşmeye giderken mimarlık meraklısı herhangi bir öğrenci olarak kapıyı çalacağımı düşünüyordum. Han'ın beni jüriden hatırlıyor olmasına şaşırdım sonra. "Ne iyi, gel o zaman" dedi. Ardından Ahmet başladı bizimle çalışmaya, sonra Hakan ve sonra da Eylem katıldı aramıza. Dört kişilik bir ekip olduk. Çok eğlendik, keyifle çalıştık. O dönemle ilgili en net hatırladığım şey bu. Zamanımızın çoğunu ofiste geçirirdik, çok sabahladık. Han Tümertekin ofisi benim için ikinci bir okul oldu. Bugün artık adı bile anılmayan "Konuşmalar" serisi, o günler için bulunduğumuz ofis ortamından çıkan bence çok değerli bir yayın projesiydi. Bilgi paylaşımının çok sınırlı olduğu yıllarda, güncel olandan mümkün olan en kısa sürede haberdar oluyorduk. Cep telefonlarının hayata yeni dahil olduğu, internetin en ilkel günlerinin yaşandığı zamanlardan söz ediyorum. O günlerde mimarlık bugün olduğu kadar gündemde yer almıyordu. Buna rağmen ofisin mimarlık üretimi üzerine acımasızca tartışıyor, özgün şeyler yapmanın yollarını arıyorduk. Fakat yıllarınızı birlikte geçirdikten sonra bile değişim kaçınılmaz oluyor. Siz değişiyorsunuz, insanlar değişiyor.
Bu değişim yüzünden mi ayrıldınız peki Han Tümertekin'in yanından?
Ayrılırken başka duygular içindeydim tabi, ama daha sonra yaşadıklarıma baktığım zaman daha net söyleyebiliyorum ki, işin içinde başka şeyler deneme isteği de vardı.
Mimarlık piyasası çok hızlı insan sirkülâsyonunun olduğu bir ortam. Böyle bir piyasada ortamın verimliliği ve kişilerin birbiriyle uyum içinde olması sayesinde aynı ekiple uzun yıllar çalışabildik. Zamanla öznel seçimler daha belirginleştiği için hedefler farklılaşıyor. Benim niyetim de başka bir şey denemekti. Ne yapacağımı bilmiyordum, sadece "gitmek" isteğiyle çıktım dışarı.
Bu da çok cesurca…
Cesurca mı bilmiyorum, ama kendimi iyi hissetmediğim yerde duramayan biriyim. Ama iyi hissetmeme noktasına gelişim uzun zaman alıyor.