Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık tarafından, sanatçı Kutluğ Ataman için geliştirilen projenin temel fikri, bir ev tasarlamanın yanında, bir üretim alanı yaratmak olmuş.
Projeyi anlatmak için öncelikle tanınmış bir yönetmen ve sanatçı olan işvereni anlatmaya çalışmak gerekir. Kutluğ Ataman, Türk çağdaş sanatının “yaramaz çocuğu” (enfant terrible) olarak tanınır. Video sanatının dünya çapında öncülerinden biri olan sanatçının çalışmaları, Türkiye’nin problematik politik dönemleri ve bu dönemlerin kollektif bellekteki sosyolojik etkilerine odaklanır.
Çalışmalarında vurucu bir etki yaratmak için provokatif bir dil ve anarşist bir tavır kullanır. Moskova Bienali’ndeki performansı ve “Küba”, “Ruhuma Asla” gibi videoları, ödüllü filmleri kadar dikkat çekicidir. Bu nedenle en başından beri Türkiye’nin doğusundaki kırsal bir alanda böyle modern bir müdahalenin, kendi çalışmaları gibi, yerel halk üzerinde ve halkın kendi tarımsal üretim projesine bakışında güçlü bir etki yaratacağına yürekten inanmıştır.
Sanatçı, yeni bir yaşam tarzını benimsemek, çiftçilik ve hayvancılıkla ilgilenmek için kendisine miras kalan topraklara dönmeye karar vermiş, burada inşa edilecek olan mekânın sanatsal üretimlerinin bir parçası ve bu üretimler için gerekli olan zihinsel ve entelektüel hazırlıklarını gerçekleştirebildiği bir yer olmasının yanısıra, çevrede yaşayanlar için de bir iş olanağı sağlamasını hedeflemiştir.
Palanga Evi, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, modernitenin çokça özümsenemediği ve görece daha az gelişmiş bir bölgede yer aldığından işverenin arzularından biri de yeni ve çağdaş bir mimari dokunuşu bölgeye getirerek bu bölgede yaşayanların zihinlerini açmak olmuştur.
Evin programı, sanatçının öngördüğü tarımsal gelişim projesinin merkezi olacak şekilde kurgulanmıştır. Hem uluslararası kurumların hem de yerel halkın katılımını hedefleyen tarımsal gelişim projesi, yerel halkı eğiterek, yetersiz bir şekilde uygulayageldikleri tarımsal yöntemlerden elde ettikleri verimi artırmak amacını güdüyor. Bu nedenle projenin temel fikri, bir ev tasarlamanın yanında, bir üretim alanı oluşturmak olmuş, yapı işverenin tarım alanında gerçekleştireceği yeni çalışmaların merkezi olmasının yanısıra sanatsal ve entelektüel üretimin de gerçekleşeceği bir yer olarak yaşama geçirilmiştir.
Bu gelişim programın bir parçası olan ev, basit bir kurguyla planlanmıştır. İki ayrı yatak odası, ortak bir tuvalet/banyo ile birlikte çözülmüş, bu katta ayrıca bir çalışma alanı tasarlanmıştır. Sanatçı kendi hasatını ve yerel ürünleri kullanarak yemek yapmayı çok sevdiğinden açık bir mutfak, misafirleri kolaylıkla ağırlayabilecek geniş bir yaşama alanı ile birlikte düşünülmüştür.
Yapı beton temel üzerine çelik strüktürle inşa edilmiştir. Kuru duvar sistemleri malzemesi olarak OSB, taş yünü, aquapanel ve ahşap kullanılmış, çatı galvanize metalden üretilmiştir. Strüktür olarak çeliğin seçilmesinin nedeni, üretim kolaylığı ve inşaat kalitesini artırmak gibi pratik nedenlerin yanında hâlâ kolektif bellekte canlı olan 1939’da ve 1992’de Erzincan’da gerçekleşen iki büyük depremin anısına karşılık güvenli bir mekân hissi yaratmak olmuştur.
Bütün mekânların birbiri ile görsel ilişkisinin olduğu bu atölye/ev tek bir kütle olmasına karşın atölye kısmı dışarıdan ayrı girişli olarak planlanmıştır. Bu da atölye ve evin girişlerinin ortak bir saçak ile çözümünü gerektirmiştir. Kütlenin ortasında yaratılan bir boşluk, farklı mekânlara girişi ortak bir noktadan çözmüştür. Böylece Erzincan’ın soğuk ve karlı kış mevsiminde kapı önleri korunaklı kalmış, ev ise arazinin ortasında kalmasına karşın arazinin derinliğini engellememiştir.
Evin mobilyaları ev sahibi tarafından seçilmiş, aile yadigârı eski evden kalan tavan göbekleri tavana asılmış ve sanat koleksiyonundan bazı parçalarla iç mekân zenginleştirilmiştir.