Dudak anlamına gelen 'leb' ile deniz anlamındaki 'derya' kelimelerinin ortak ifadesiyle dillere pelesenk olmuş Osmanlıca bir deyim Leb-i Derya.
Denizle dudak dudağa, yani deniz kenarında/denize sıfır anlamlarını içeren bu 'laf', emlak sayfalarından damak sayfalarına terfi etmiş gözüküyor.
Osmanlıca'da bir deyim vardır. Dudak anlamına gelen ‘leb' ile deniz anlamındaki ‘derya' kelimelerinin ortak ifadesiyle dillere pelesenk olmuş bir deyim: Leb-i Derya. Denizle dudak dudağa, yani deniz kenarında/denize sıfır anlamlarını içeren bu ‘laf', gazetelerin emlak sayfalarından damak sayfalarına terfi etmiş gözükür. İstanbul'daki ve hatta İstiklal Caddesi'ndeki ikinci mekanını açan Leb-i Derya, hiç şüphesiz mekan tasarımı ve gastronomi anlamında önemli bir durak.
Ahmet ve Handan Özbek kardeşlerin iç mimar Aycan Yeniley ile ortaklıklarından doğan Leb-i Derya Richmond, İstiklal Caddesi'nin, yaklaşık son 20 yıldır en aşina olduğumuz noktalarından Richmond Otel'in terasında konumlanıyor. Otelin girişinde, dış cepheye yerleştirilmiş dikkat çekici fakat zarif bir tabela, mekanın adını duyuruyor. Restorana ulaşmak için, otel lobisinden geçerek asansörün 6.kat düğmesine basmanız gerekiyor. Bir otel lobisinin bir restoranın girişi olması, elbette kendi içinde hem avantaj hem de dezavantajlar barındırıyor. Otellerin kaçınılmaz seçici ve lüks atmosferinin bu mekanın ilk izlenim aracı olmasını mekan sahiplerinden Ahmet Özbey de bir risk olarak görüyor. Ne var ki, Leb-Derya'nın ikinci mekanı olarak açılan bu restoran, kendi içinde de belli farklılıklar barındırıyor. Daha ciddi ve daha sofistike bir mekan olarak ortaya çıkan Leb-i Derya Richmond, bir otel restoranı olarak algılanma risklerini, yaratmaya çalıştığı imaj doğrultusunda avantaja çeviriyor.
Otelin altıncı katına çıktığımızda, restorana ulaşmakta belli bir kafa karışıklığı engeline takıldığımız söylenebilir. Hemen asansör çıkışının yanında konumlanan ve otelin terasına çıkan merdivenlerin, restoranın giriş koridorundan daha aydınlık olması zorunlu bir tür yönlenme duygusu yaratıyor. Bu noktada restoranın beyaz lake kaplı, çarpan kapılarının ayna camlarından gelen ışığın, bir tür servis kapısı izlenimi yarattığını söylemek de yanlış olmaz. Kısa giriş koridorunun otel merdiveninden daha dikkatli aydınlatılması, veya algıyı merdivenden giriş kapısına kaydıracak bir işaret/tabelanın kullanılması gerekiyor. Bu kafa karışıklığını atlattığınızda ise, beyazlar bürünmüş bir mekan içinden uzayan giden muazzam bir Haliç manzarası sizi karşılıyor. Restoranın konumu nedeniyle kaçınılmaz olarak girişin hemen karşısında konumlanan manzara, restoranın güçlerini iyi kullanabilmesi anlamına da geliyor. En büyük sürpriz, sizi en baştan alıp götürüyor. Leb-i Derya belki denizle dudak dudağa getirmiyor, fakat onun atmosferini iç mekana taşıyabiliyor.
Mekanın tasarımcısı, aynı zamanda ortaklardan iç mimar Aycan Yeniley, bir fikir paylaşımı sonrasında Leb-i Derya Richmond için bulunulan ‘ciddi', ‘sofistike', ‘şık' temennilerine en uygun mimari yaklaşımı sergileyerek, gerçekten minimalist bir mekan tasarlamış. Mekanın minimalist üslubunun en büyük kozu ise beyaz olmuş. Resmen beyazlarla giydirilen mekanın duvarlarından doğramalarına, kimi mobilyalarından asma tavanlarına ve onu süsleyen perdelere kadar hemen her şey beyaz ve çeşitli tonlarında seçilmiş. Mekanı belirleyici elemanlardan bir diğeri ise perdeler. Açacakları yeni restoran için mekan arayan işletmeciler, tamamen tesadüfen buldukları ve karşılaştıkları an ‘İşte burası!' duygusunu yaşadıklarını söyledikleri Ricmond'un en üst katı için konsept tartışmalarını sürdürürken, akıllarındaki temel elemanın perdeler olduğunu belirtiyorlar. Ancak ‘uçuşan beyaz perdeler'le tanımlanacak bu mekan içinde, elemanları nasıl kullanacaklarına karar vermeleri, Amerika'da iç mimarlık eğitimini tamamlayan Yeniley'in Arjantin seyahatine rastlamış. Arjantin'de her renkte, her desende perdenin bir iç mekan betimleme aracı olarak nasıl zenginleştirici bir elemana dönüşebileceğinin örneklerini görme fırsatını bulan Yeniley, İstanbul'a dönüşünde deneyimlerini ortaklarıyla paylaşmış. Böylece Leb-i Derya'nın ‘uçuşan perdeler' hayali vücuda gelmiş.
Gerçekten de Leb-i Derya'yı tanımlayan bir eleman varsa, o da perdeler. Restoranın uzunlamasına gelişen planının başlangıç ve bitiş noktalarına rastlayan büyük masalar, daha kalabalık gruplar için ayrılırken, bu köşeler belli bir saatten sonra beyaz perdelerle kapatılabiliyor. Bunun ötesinde iki parçalı I planlı mekan, döşemede iki basamak kadar yükselen arka platformlarla ayrılırken, tavanda da beyaz, katlanarak sarkıtılmış perdelerle nitelendiriliyor. Aynı perde, daha girişte de bizi karşılıyor. Beyaz, modernist çizgide bir konsolla sınırlanan giriş mekanı, bu konsolun arkasından yine beyaz bir perde ile ayrılıyor. Girişi iç mekanda niteleyen bir başka detay daha var: Üç taraflı sınırlanmış girişin üst döşemesi bir çatı ışıklığı olarak karşımıza çıkıyor. Bu şık, açılabilir çatı ışıklığı, yalnızca mekanın doğal aydınlatması anlamında fayda sağlamıyor. Açıldığı zaman, hemen altından sarkan perdelerin günün rüzgarıyla dalgalanmasına neden oluyor. Bu biraz naif bir tespit gibi kaçsa da belirtmek gerekiyor, çünkü uçuşan yarı transparan beyaz perdelerin arasından 180 derecelik bir Haliç manzarasına, leb-i deryaya adım atıyorsunuz. Aycan Yeniley'in perdelerini çok doğru kullandığını söylemek gerekiyor.
Leb-i Derya'nın yoğun beyaz renklerin yaratabileceği soğuklu kırmak konusunda başarılı bir dekorasyon anlayışı güttüğü söylenebilir. Sıcak renklerde ahşap parkeyle kaplanan döşemeler ve ahşap masa yüzeyleri, duvar ve tavan kaplamalarının serin gri-beyazlığıyla rahatlatıcı bir kontrast oluşturuyor. Yine ahşap iskeletli sandalyelerin gri-mora dönen kumaş döşemeleri de genel renksel kompozisyona uyumluluk gösteriyor. Noktasal olarak yerleştirilmiş ‘kırmızı' motifleri de dikkat çekici. Kırmızı ve turuncu puflar, her masada bulunan su şişelerinin üzerine özenle kondurulmuş portakallar, tek çiçekler ve kaktüslerle, soğuk Orta Avrupalı havaya belli bir egzotizm katıyor. Ayrıca açık bar bankosunun ön tarafında bulunan bar sandalyeleri ve üç basamak kadar yükseltilmiş döşeme sayesinde bir masa yüksekliğinde kullanılabilen arka bankoya yaslanan sandalye ve puflar, işlev dağılımını bir nebze de olsun betimlemek anlamında başarılı. Hemen bankonun arka köşesinde bulunan büyük L sofa ve onun önündeki kırmızı modernist sehpa ise, renk seçimleri açısından sırıtmamakla birlikte, geometrisi anlamında mekanın yumuşak geçişli, yarı-organik tutumuyla çelişiyor.
Leb-i Derya Richmond'un doğal aydınlatması elbette oldukça güçlü. Uzun mekanın manzaraya açılan cephesini tamamen kaplayan pencereler, gün batımına kadar mekanın güneşle aydınlatılmasını sağlıyor. Bu pencerelere paralel olarak uzayan, bar ile servis bölümünü birbirinden ayıran platform tarafının duvarına ise boylu boyunca dar bir ayna yerleştirilmiş. Bu detay, yaklaşık 1 metre 30 santimlerde olan barın arkasında kalan yükseltilmiş lounge mekanına, ışığın homojen bir şekilde dağılmasını sağlamakla kalmıyor, mekan ortasında bulunan kişi için çift taraflı yansımalı bir manzara keyfi sunuyor. Ayna kullanımı, tek cephesi sağır ve boyuna gelişen bir mekan için, oldukça basit fakat verimli işleyen, uygun bir çözüm. Bu iç cephenin karakterize olduğu bir başka detay ise, sıcak bir griyle boyanmış duvarın üzerindeki alçı çiçek rölyefleri. Bu modern rölyeflerin mekana şıklık kattığını eklemek gerekiyor. Sonuç olarak da, tam da Ahmet Özbek'in oluşturmayı amaçladıklarını söyledikleri tatta bir mekan karşımıza çıkıyor: Şıklığı ve özenliliği detaylarında aranan bir restoran.
Mekanın yapay aydınlatması üzerine ise aynı olumlulukta şeyler söylemek mümkün gözükmüyor. Yemek masalarının yerleştirildiği düşük döşeme boyunca kısık tutulmuş aydınlık seviyesini, hemen dibinde konumlanan manzaranın gece ışıklarını bastırmamak için uygulanması anlamlı. Ne var ki, bar bankosunun arkasında konumlanan ve özel veya kalabalık gruplara servis verilen yükseltilmiş döşeme kısmında, daha da düşük bir aydınlık seviyesi var. Bir lounge köşesi olarak kullanıldığında gayet yeterli bulunabilecek bu loşluk, bu arka bölüme de yemek servisi verildiğini öğrendiğimizde az kalıyor. Dekorasyon elemanlarının seçim ve yerleştirilmesinde gösterilmiş özeni, aydınlatma armatürlerinde göremiyoruz. Yalnızca asma tavana gömme fluoresan lambalar kullanmak yerine, özel bir detay olarak seçilmiş armatürlerle yapılan banko arkası aydınlatması, hem mekan ışıklılığını yeterli seviyeye çekebilir, hem de daha az eğreti durabilirdi.
Yemek ve mimarlık kültürlerinin kesişim noktalarında bizi en ilgilendiren seçimlerden biri olan müzik, Leb-i Derya'nın işletmecileri için büyük önem taşıyor. 19.00'dan itibaren dj'in seçimleriyle başlayan müzik, jazz, broken beat ve latino ezgili chill-out olarak tanımlanabilir. 21.00'den sonra bir miktar hızlansa da, Leb-i Derya asla bir klüp özelliği taşımıyor. Klüplerin çabuk tükendiğini belirten Ahmet Özbek, uzun soluklu ve belli bir çizgide devam eden, yani keyifli bir gastronomi noktası olamktan uzaklaşmayacak bir mekanda ısrarcı olduklarını belirtiyor.
Leb-i Derya Richmond, yemek danışmanı Gamze İneceli'nin seçimleriyle hayat bulan bir menüye sahip. Dünya mutfağı olarak nitelendirdikleri yemek seçimleri ise, bu ikinci Leb-i Derya mekanında büyük farklılıklar içeriyor. Kısmen füzyon denemeleriyle şekillenmiş menüde, Asya-Pasifik mutfaklarından baharatlarla Orta ve Güney Avrupa mutfağı şeçkileri harmanlanmış. Yine de Leb-i Derya müdavimlerini hayal kırıklığına uğratmayacak seçenekler mecvut: Boğaz Kebabı ve 40 baharatlı bonfile Leb-i Derya Ricmond'un da menüsününde yerini bulmuş.
Leb-i Derya Richmond ile ilgili bir de sürpriz var. Önümüzdeki aydan itibaren ‘Butik Günleri'ne başlayacak restoran, haftanın belli günleri özel gruplar için hazırlanan özel yemek ve içki menüleriyle butik restoran kavramını İstanbul gastronomik hayatına sokmayı hedefliyor.