Kahvaltı İnsanı Mutlu Eder mi?

mimarizm.com / 05 Ocak 2012
Cemal Süreya'nın bu dizesi; bir mimar, iki şehir plancısı ve bir gazetecinin çıktığı Fulya yokuşlarında sokakta yankılandı. Bu çok temel meseleye yanıt aramak gerek dendi. Kahvaltı mutluluk getirir mi, getirmez mi bizzat deneyimlemek lazım geldi.

Cemal Süreya'nın bu dizesi; bir mimar, iki şehir plancısı ve bir gazetecinin, yılbaşı öncesi rehaveti, mutluluğu ve heyecanı ile çıktığı Fulya yokuşlarında sokakta yankılandı. Sade bir sebeple, kendimize yeni içerik bulma umudu ile çıktığımız o yokuşta, aslında bu çok daha temel meseleye yanıt aramak gerek dendi. Hal böyle olunca, kahvaltı mutluluk getirir mi, getirmez mi bizzat deneyimlemek lazım geldi.

"Ver elini" uğranan Van Kahvaltı Evi'ne, aslında kahvaltıdan başka her şey konuşuldu. Politik meseleler masaya hakimdi; belki biraz aile saadeti, azıcık da iş-güç dertleri peşi sıra gelen çaylarla birlikte ortamda demlendi. Üstüne içilen Türk Kahvesi, aslında yalnızca bal-kaymakların, otlu peynirlerin ve etli gözlemelerin lezzetini temizlemek değil, dilin eninde sonunda vardığı tatsız memleket mevzularının damakta bıraktığı acı tadını da gidermek içindi. Sonunda o kahvaltı, bir mimar, iki şehir plancısı ve bir gazeteciyi kısa süreliğine de olsa mutlu etti.

Bilgisayar başına dönüldüğünde ise cümlelere dökülen, dolu bir midenin verdiği zihin açıklığı ve güne tasasız bir başlangıç yapmanın rahatlığı ile kahve-altına yapılan tümden-gelimli bir yolculuktu.



Mesut, bize ‘kahvaltının girizgahı'nı yaptı. Ona göre mesele kahvaltının hazırlanışındandı… Belki mutluluk getiren ev ile, anne ile, hatta belki naftalin ya da çamaşır suyu ile, bazen sigara dumanı bazen de taze sıkılmış kolonya ile, ama mutlaka huzur ve güven aşılayan domestik esanslar ile karışan yemek kokularıydı. Dolayısıyla kahvaltının asıl kutsallığı, onun hazırlanışındaydı.

Bu küçük mutluluk ritüeli, herkesin özgül anılarında gizlenmiş ve ancak nadiren bir benzerine rastlanan o kokunun anımsandığı her anda, yani her keyifli kahvaltıda gülümsetiyordu. Mesut da bize, çocukluğunun kahvaltılarını anlattı…


"Çocukluğumun en canlı anılarından birinin kendini çoğalttığı rahmin adı ‘kahvaltı'. Mekanı da, yazları gidilen yayladaki dede evinde elma ağacının dal verdiği tek bir pencereden süzülen ışıkla aydınlanan küçük mutfak.



"Odun ateşinde, çaydanlık olmadığı için tavada demlerdi çayı annem. Süt, daha o sabah sağılmış olurdu keçilerden otlamaya gitmelerinden önce; yumurta kümesten alınırdı. Tereyağı peynir ve diğerleri o evde yapılmış olurdu; salatalık, domates bahçeden toplanırdı. Ve elbette kahvaltının mutlulukla bir ilgisi vardı.

"Van'ın ‘mutlulukla' kurabildiği bu ‘direkt' ahbaplığa imrenerek oturuyorum her seferinde burada masaya. Kendi payıma düşeni yaşamanın keyfiyle…"

Amber ise kahvaltı mutluluğunu süreçte arayanlardandı. Henüz şiş gözlerin çay buharı sıcağında açıldığı, guruldayan midenin önce –belki bir bardak süt ile- sakinleştiği ve yavaş yavaş doyduğu bir kahvaltı sofrası, bu sırrın çözülmüş haliydi.

Dolayısıyla ancak ‘ağdalı bir kahvaltı'nın mutluluk getirebileceğini söyledi. Bir de hangi şartlarda –evcimenliğini bir süreliğine unutup- mutluluk (ya da kahvaltı) peşinde sokaklara dökülebileceğini…




"Kahvaltı aceleye gelmez. Acele edilen kahvaltı mutluluk vermez. Aslında belki de adı kahvaltı bile değildir bunun. Sadece güne başlamak için gerekli kaloriye ihtiyaç duyan bedenimiz ve beynimiz ile yüksek desibelli sesler çıkarmaya başlayan karnımızı kandırmak için yaptığımız mekanik bir eylemdir.

"Kahvaltının mutlulukla özdeşleştiği durum, bende, iyi bir uykunun üzerine, hak ettiği süre verilerek yapılan kahvaltıdır. Ama illa ki evde olacak! Öyle alışagelmişim çünkü. Belki cerrah baba ile uzun uzadıya program yapamamanın yarattığı kısıtlamadan, belki de annemin ben kendi evimi kurana kadar her sabah kahvaltımı hazır etmesinden, tam bilemiyorum... Tabii bir de uykuya olan düşkünlük... İşe geldiğimde bile, afyonum tam patlamadan ağzıma bir şeyler koyamıyorum. Ne kadar basit bir yiyecek olsa da yavaş yavaş, sindire sindire, çayımı yudumlayarak yemeliyim. Yoksa geçmiyor işte boğazdan...

"Gelgelelim, Van Kahvaltı Evi, benim gibi evcimen bir kahvaltıcıyı bile evinden çıkaracak güçte şeytan tüyüne sahip. Çocukken tadını belleğinize kaydedip de artık bir türlü bulamadığınız ana besinler, burada o eski tadına yeniden kavuşuyor.

"Yaklaşık iki sene evvel kısa bir Van ziyareti yapıp meşhur Van kahvaltısını deneyimleyememiş bir insan olarak, bu eksiğimi Nişantaşı'nda gidermiş olmam da 'kader'in şakacı bir cilvesi sanırım. Hazır mekansal boyuta geçmişken, kahvaltı evinin duvarlarını süsleyen Van kedisi ve Ahtamar Kilisesi rölyeflerinin, Van'ın otantik havasını zarif ve eğlenceli bir biçimde İstanbul'a taşıdığını da eklemeden geçmeyeyim.

"Her neyse, yeme-içme faslına geri dönecek olursak, uzun zamandır bu denli göz ve gönül doyurucu bir kahvaltı sofrasına hasret kaldığımı fark ettim. Olmazsa olmaz kahvaltı bileşenlerine -yumurta, domates, salatalık, peynir, zeytin- eklenen, Van kahvaltısını ilk kez tadan kişi için yeni sayılacak bu üyeler midemizi oldukça şımarttı açıkçası:

- Yumurta, yağ, un, ceviz ile hazırlanan 'Murtuğa'
- Taze çökeleğe dereotu ve maydanozun eşlik ettiği 'Jaji'
- Yağda kızartılmış kavrulmuş buğdayın ceviz ve bal ile ittifakından meydana gelen 'Kavut'

"Bu yöresel spesiyalitelere, 'olsa iyi olur'lardan; her biri Van Kahvaltı Evi'nin kendi üretimi olan biber salçasından yapılmış çemen, kaymak, tereyağı, otlu peynir, bal, kavurma, pastırma da eşlik etti. Kahvaltının 'ana sıcakları'ndan gözleme ve menemen de sofradaki yerini aldı.

"Şimdi başa sarıp tekrar düşünüyorum... Kahvaltının evde yapılanı tabii ki ayrı bir mutluluk ama evimin dışında böylesi bir sofra beni bekliyorsa küçük bir kaçamak yapmaya değmez mi?"

 

Merve de kahvaltının asıl faslının, kahvaltı bittikten sonra başladığını hatırlattı. Hazırlık teranesinin sona erdiği, konuşmaların lokmalar arasında çiğnenip gitmediği ve hem sabah mahmurluğunu pas geçerek başlayan koşuşturmacanın hem de "mutlu" midenin getirdiği hafif uyku duygusu ile düşülen rehavet…

Merve'ye göre kahvaltının mutluluk hissiyatını pekiştirdiği anlar, işte bu boşalmış tabakların ve yarı dolu bardakların doldurduğu masa etrafında geçen sohbet anlarıydı.

"
Sanırım ben kahvaltının en çok "çay keyfi" faslını seviyorum. Tüm yemek yeme durumu bittikten sonra içilen çay ile beraber gelen sohbet, en güzel kısmı… Meslek ile ilintilendirebileceğim bir durum olmasa da, genellikle sohbet, muhabbet ve hararetli tartışmalara pek düşkün olduğumuz düşünülürse, en azından kendim dahil tanıdıklarım, karınları doyduktan sonra gelen çayla muhabbet etmeyi ve bu bölümü uzatmayı seviyorlar.

"Kahvaltının bölüm bölüm ele alınması gerektiğini düşünüyorum: Öncelikle hazırlık aşaması… Eğer kahvaltının dışarıda yapılması söz konusuysa bu aşama olağan olarak terk ediliyor ancak, kahvaltı ev ortamında yapılacak ise kahvaltı hazırlamak konusunda yetkin kişiler ve elbette daha erken uyananlar mutfakta toplanıyor ve aslında ‘kahvaltı sohbetleri', bu noktada başlıyor.

"Hazırlık aşamasını takip eden ise, herkesin nihayet bir araya geldiği, bir ‘sofra' etrafında buluştuğu ‘başlangıç aşaması'… Bence bu anların en temel özelliği ‘karar vermek': Neyin hangi sıra ile yeneceği, kişilerin hızlıca bir sofrayı süzme süreci ile başlıyor ve bu aşamayı ‘karın doyurma' takip ediyor. Karın doyurma aşamasının bitimine yakın kapanış bölümü, yani ‘keyif çayı' geliyor. Dilediğiniz kadar uzatabileceğiniz, kahvaltı sofrasında dünyayı kurtarabileceğiniz, gelecek planlarınızdan bahsedebileceğiniz ya da çok çok uzun süredir görmediğiniz arkadaşlarınızla dertleşebileceğiniz bölüm…

"'Mutluluk' ile bağdaştıracağım bir kahvaltı da ‘keyif çayı' ile beraber gelen kalabalık bir sohbetten geçiyor."


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :