Mimarın Kendinden Geçtiği Yer: Hakkasan

E. Seda KAYIM / 05 Aralık 2008
Üç Michelin yıldızlı Hakkasan'ın uzun bir uğraştan sonra İstanbul'a getirilmesi, yalnızca lokantanın meraklıları veya gurmelik heveslileri için değil, mimarlık ve özellikle hizmet mekanı mimarlığı ilgilileri için muhteşem bir fırsat oluşturuyor.



Bu lokantayı bulmak, pek öyle kolay değil... Ne yolda yürürken karşınıza çıkabilir, ne de bir yapıyı keşfederken. Muhtemelen İstanbul'un en keyifli yapılarından biri olan Kanyon'un içinde konumlanan Hakkasan, ana yapıyı meraklı gözlerle gezenlerin bile dikkatinden kaçmıştır. Alışveriş merkezinin arka girişine yaklaşıp, henüz manyetik dedektörden geçmeden hemen solunuza doğru uzanan koridora doğru kaçmak, zaten standart bir alışveriş günü için tercih edilecek bir hamle değil! Ancak yaklaşık üç buçuk metre uzunluğundaki, paslanmaz duvar kaplaması altından ışıldayan mavi LED'leri ile gizemli bir görüntüye sahip bu koridoru sonlandıran asansöre yönlenmek, Hakkasan'a yapacağınız yolculuğun en başını temsil ediyor. Dolayısıyla Hakkasan daha en başından sizin ‘tesadüfen' müşterisi olmanızı engellemiş oluyor...

Yurtdışından İstanbul'a taşınan konsept restaurantların sayısı her geçen gün artarken Hakkasan, Spice Market by Jean Georges ve Zuma ile bu furyanın son halkalarından birini oluşturuyor. Londra'da konumlanan üç Michelin yıldızlı Uzakdoğu lokantası Hakkasan'ın, Unitim Holding tarafından uzun süreli bir uğraştan sonra İstanbul'a getirilmesi ise, yalnızca lokantanın meraklıları veya gurmelik heveslileri için değil, mimarlık ve özellikle hizmet mekanı mimarlığı ilgilileri için muhteşem bir fırsat oluşturuyor.

Basında Hakkasan'ın mutfağı veya işletmesi hakkında yazılıp çizilen onca şeyden sonra, zaten bu konuda iddialı olmayan Mimarın Göbeği çok fazla yorum yapmaya girişmeyecek. Bizi asıl ilgilendiren, ve büyük bir gönül rahatlığı ile öne sürebileceğimiz şey şu: Hakkasan, İstanbul ve muhtemelen Türkiye'nin mimari detayları, dekorasyonu, aydınlatması ve plan kurgusu ile en iyi yiyecek-içecek mekanı. Bunun nedenlerini daha iyi ifade edebilmek için ise, bu gastronomik mimarlık yolculuğunu dillendirmek gerekiyor.

Hakkasan'a ulaşmanızı sağlayan içi tamamen siyah, genel yaklaşımın aksine aynasız ve üst panelin ufak aralığından süzülen mavi ışık ile belli belirsiz aydınlatılmış asansör, aslında size bu mekana dair ilk ipuçlarını veriyor.

Asansör sizi yaklaşık altı metre uzunluğunda bir kabul koridoruna çıkarıyor. Aslında mimarlık anlamında aldığınız haz da, bu noktadan itibaren tepe noktasına ulaşmaya başlıyor. Koridor ile yaklaşık aynı uzunluktaki danışma bankosu, arkasında uzanan yine mavi LED'ler ile geriden aydınlatılmış bölücü duvar ve sıra sıra yerleştirilmiş minimal çiçeklikler ile Hakkasan, sizi kendine hazırlıyor.

Mekanın Londra'da da uygulanan konseptinin temel elemanı ‘kafes' olarak adlandırılabilir. Yaklaşık 1700 metrekare alana oturan kapalı iç mekan ve terasta konumlanan çok sayıda ahşap ‘kafes', eskitilmiş metal etkisi yaratılmasını sağlayacak özel boyalarla boyanmış. Farklı boyutlardaki modüllerin bir araya gelmesiyle oluşan bu ahşap kafesler, neredeyse 5 metre yüksekliğindeki tavan kotuna kadar yükseliyorlar. Bu, doluluk-boşluk vasıtasıyla ‘desenlendirilmiş' paravan modülleri, bir araya gelerek oluşturdukları kare planlı yarı kapalı mekanlarla bir yandan mahremiyet duygusu yaratıyor. 1700 metrekarelik bir restaurant için bu, oldukça önemli bir etmen; çünkü bu sayede özellikle akşam saatlerinde epey kalabalıklaşan mekanda koca bir güruhla pikniğe çıkmışsınız hissine asla kapılmıyorsunuz. Elbette bu kalabalık, mekan içinde belli bir uğultuya neden oluyor. Ancak dev ‘kafesler'in arkasında oturan küçüklü büyüklü gruplardan tamamen izole edilmek beklentisinde değilseniz, bir topluluk içinde ancak kendi başınıza yemek yemenin tadını çıkarabiliyorsunuz.

Hakkasan'ın bir diğer ilgi çekici mimari detayı, hiç şüphesiz mutfak kurgusu. Mavi plexi-glas benzeri yarı-şeffaf bir paravanın arkasında konumlanan devasa mutfak, bir yandan mekanı ‘belli belirsiz domine ediyor'. Bu tanımın arkasındaki oksimoronun bilinçliliği ise, tam olarak da Hakkasan'ın iç mekan kurgusundaki felsefeyle örtüşüyor. Burada hemen her detay gösterişli, büyük ve dolayısıyla dikkat çekici. Ancak tüm detayların dikkat çekme ömrü o kadar kısa ki, ne çevrenizi incelemekten sıkılıyorsunuz, ne de tüm bir Uzakdoğu mutfağının üzerinde kurulduğu ‘yemeğe odaklanmak' şeklindeki adabı bozacak kadar takılıp gidiyorsunuz... Mimari tasarımda, özellikle de iç mekan tasarımında bu dengeyi tutturmak son derece zor gözüküyor ve Hakkasan bunu başarıyor.



400 metrekare büyüklüğündeki mutfak için düşünülen bölücü duvar da işte tam olarak böyle bir etki yaratıyor. İçeride çalışan 120'yi aşkın personelin silik silüetlerinden koşuşturmacalarına tanık olabiliyorsunuz. Ancak bu bölücünün şeffaflığı ile ilgili farklı bir şeyler var! Yarı mat olarak seçilen şeffaf bölücü, grenli bir görüntü vererek New York China Town'da tüm lokantaların sırtlarını çevirdikleri arka sokakları hatırlatıyor size. Hakkasan'ın şık dekorasyonunun ufak endüstriyel dokunuşlarla gergin bir mekandan rahatlatıcı ve hatta eğlenceli bir hale dönüşmesi, sanırım en çok burada etkili hale geliyor.

Restaurantın oturma grupları çeşitlilik gösteriyor. Tamamı ahşap masalar ve sandalyeler, irili-ufaklı gruplar için farklı noktalarda çok sayıda kombinasyon imkanı tanıyor. Aynı zamanda iç mekanı çevreleyen akslar boyunca ilerleyen sedirler bulunuyor. Burada getirilebilecek yegane eleştiri, sedir ile masa tablasının yerden yüksekliğinin iyi dengelenememiş olması yönünde. Biraz uzun boylu biriyseniz, bacak bacak üstüne atarak oturmanız pek mümkün olmuyor. Sedir ve sandalye yüksekliklerinin standart olduğu düşünüldüğünde bu sıkıntının genellemesi yapılabilir gibi gözüküyor. Ancak hemen her şeyin ‘custom-made' (özel yapım) olduğu bu gibi mekanlarda, sedir yükseklikleri de ayarlanamaz mıydı diye düşünülmeden edilemiyor.

Hakkasan'ın bir gastronomi mekanı olarak aydınlatmasının da son derece profesyonel olduğunu belirtmekte fayda var sanırım. Öncelikle ahşap kafeslerin üzerine dağınıkça yerleştirilmiş mumluk benzeri küçük ve hareketli aydınlatma elemanları, bu oldukça yüksek tavanlı mekanda noktasal ışınlar yayarak alt kot – üst kot aydınlık dengesini optimize ediyorlar. Öte yandan her masanın üzerine denk gelen sade armatürler, doğrudan önünüzdeki yemeğe konsantre olmanızı sağlıyor. Servis alanlarına ve koridorlara yönelirken görebileceğiniz yer döşemesi – duvar kesişimindeki lineer mavi ışıklıklar da büyük ve karmaşık sayılabilecek mekandaki yönlenmeyi mümkün kılıyorlar.

Havalandırmanın gastronomi mekanlarındaki öneminin es geçilmediği Hakkasan'da asma tavan arkasına yerleştirilmiş merkezi bir havalandırma sistemi dışında, oldukça pratik bir çözüm olarak pervaneler kullanılmış. Bu pervanelerin yüksek üst döşemeli mekanlarda çok işlevsel olduğunu hatırlamakta da fayda var. Dekoratif anlamda hoş gözükmelerinin yanı sıra, ısınan ve koku içeren havanın sirkülasyonu açısından da anlamlılar.



Hakkasan'ın görülmesi gereken bir mekan olduğunun altı çizilerek bir ögeden daha bahsetmek gerekiyor; o da tuvaletler. Mekanın yer kaplamalarında ve bazı bölücülerinde kullanılan Çin'den ithal mermerler, tuvaletlerde resmen bir gövde gösterisi yapıyorlar. Nil yeşili tonlarındaki kalın damarlı bu mermerler, tuvaletlerin yer döşemelerinden duvarlara uzanıyorlar. Ustaca uygulanmış olmaları, mermer gibi iddialı ve hatta genellikle ‘kitsch' olma tehlikesi taşıyan bir malzemenin hakkıyla kullanılmasını beraberinde getiriyor. Tek bir satıh olarak düzenlenen lavabolar ve lavabo aksına paralel olarak kullanılan tek parça yatay ayna ise, bu tuvaletlerin en heyecan verici noktasına eşlik ediyor: Hakkasan'ın tesisat boşluğu ile öldürülmemiş yüksek tavanlı tuvaletlerinde, üst döşemeye kadar yükselen kabin kapıları bulunuyor. Beyaz boyalı bu ahşap kapılar, özel bir sürgü sistemi ile yumuşak bir biçimde açılıp kapanıyor; Türk mimarlık fakültelerindeki "kapı 3 metreyi aşarsa taşımaz" hurafelerine son noktayı koyuyor.


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :