Gözlem yeteneğinin estetik bilgisiyle biraraya gelmesiyle ortaya çıkan tasarım, bugün artık hayatımızın her alanında kendini gösteriyor.
Gözlem yeteneğinin estetik bilgisiyle biraraya gelmesiyle ortaya çıkan tasarım, bugün artık hayatımızın her alanında kendini gösteriyor. Evimizdeki mobilyalardan giydiğimiz kıyafetlere, hatta yediğimiz yemeklere kadar herşey içinde tasarım barındırıyor. Amaç, soru(n)lara yeni cevaplar üretmek, alternatifleri çoğaltmak olarak benimsendiğinde, kurulu düzen içinde farklı yaşam alanları ya da günün moda tabiriyle "cazibe merkezleri" yaratmak için başrol yine tasarıma düşüyor. Taksim'deki 9 yıllık geçmişiyle yemek ve keyif düşkünlerinin adresi haline gelen Changa'nın Sakıp Sabancı Müzesi içinde 2005 yılında açılan şubesi müzedechanga da, yemeği pişiriş ya da sunuş seçiminden mobilyalarına kadar herşeyiyle tam bir tasarım ürünü. Sadece müzeye ziyarete gelenlerin değil; muhteşem manzarası, uyumlu dekorasyonu ve alışılmışın dışındaki mutfağıyla damak tadı düşkünlerinin de vazgeçilmez adresi haline gelmiş durumda.
Müzedechanga , tasarım dünyasında ekol olarak kabul edilen Wallpaper dergisi tarafından 2007 yılının en iyi yeni restoranı olarak da ödüllendirildi. Yayınlanış amacını "Dünyanın sunduğu en iyilere erişim" olarak ifade eden Wallpaper dergisi müzedechanga'yı "Köklü, trendlerin eskitemediği, zamansız mekanlardan" cümlesiyle değerlendiriyor. Bu yorum, Changa'nın sahipleri Savaş Ertunç ve Tarık Bayazıt'ın müzedechanga'da yapmak istedikleriyle hayli örtüşüyor. Ancak onlar yine de alçak gönüllüğü elden bırakmıyorlar. "Dünyanın en iyi yeni restoranı çok iddialı bir laf. Yılda yüzlerce yeni restoran açılıyor. Bunların arasından en iyisiyim demek kesin bir sav olamaz. Ama bu ödül bizimle örtüştü, restoranı sadece tasarımıyla değil, mönüsü, işleyişi ve ambiansıyla değerlendirerek verildi bu ödül. Bizim de hem modern bir yaklaşımımız hem de köklerine bağlı bir duruşumuz var, bu mutfakta da dekorasyonda da geçerli".
Wallpaper'ın ödülü müzedechanga'da herhangi bir değişikliğe yol açmamış. Sadece tasarım ve mimari gibi konularla ilgili insanların bilinçli destinasyonu haline gelmesinde etkin rol oynadığını söylüyor Tarık Bayazıt. Zaten dekorasyon açısından sabit bir tavır sergiliyorlar. Her yıl değişen dekorasyon anlayışı onlara uygun değil. "Burada yıllar içinde değiştirebileceğiniz hiçbir şey yok, ne mobilyayı boyamanız, ne ayrı bir minder yapmanız gerekmiyor. Gelen giden insanlar için sıkça değişen atmosferin çok yorucu olduğunu düşünüyoruz." Tarık Bayazıt, "Sakıp Sabancı Müzesi'nden bize gelip burayı Changa yapar mısınız dediğinde çok sıkıntıya girdik. Çünkü burası hazırdı, dört duvar olarak yapılmıştı, üzerinde değiştirebileceğimiz çok fazla bir şey yoktu. Mimari olarak bir şey yapılamazdı. Sakıp Sabancı gibi bir karakterin ismiyle anılan bir müze, Atlı Köşk gibi artık şehrin sembollerinden biri, Hat koleksiyonu gibi ağır ve çok değerli bir klasik var, Picasso'ydu Rodin'di derken; baktık ki klasik bir şey yapmak bizim tarzımıza uygun değil, çok modern bir şey yapmak da buraya uygun değil. İkisinin arasında bir şey yapmalıydık" cümleleriyle anlatıyor müzedechanga'nın kuruluş aşamalarını.
Müzedechanga'nın dekorasyonu, başarısıyla adından sözettiren Autoban Tasarım Ofisi'nin elinden çıkma. Aslında buna tam anlamıyla bi r ekip çalışması demek daha doğru. Aynı dili konuşan müşteri ve üreticinin biraraya gelmesiyle iki tarafı da, ziyaretçileri de memnun eden bir dekorasyon ortaya çıkmış. Büyük bir masanın etrafındaki sandalyeler; geniş ahşap koltuklar; yüksek tabureler, minderler, elips masalar mekanın hem şık hem sade gözükmesine olduğu kadar farklı organizasyonlar için de elverişli olmasına olanak sağlıyor. Mobilya seçiminde, mekanın işletmecilerinin nostalji tutkuları belirleyici olmuş. Çocuklukları 60'lı yılların Ankara'sında geçen Tarık Bayazıt ve Savaş Ertunç; kendi evlerinde gördükleri İskandinav modernizmini yansıtan mobilyaların peşine düşmüşler. Ailelerinin atmadığı sandalyeleri, büfeleri kurtarmaya çalışırken bir yandan da Ankara'nın o yıllardaki ünlü mobilyacısı Şark Mobilya'nın izini sürmüşler. Ahşap gibi, pirinç gibi metallerle üretilen, modern İskandinav çizgisini yansıtan mobilyaların üreticisine ulaşamayınca; yine bir Ankaralı olan Defne Koz'dan yardım istemişler. Koz, mobilyaların yeniden üretiminin yapılmasına 'zorlama olabilir' gerekçesiyle pek sıcak bakmamış ve vintage toparlamak konusunda yardımcı olmayı teklif etmiş. Ancak vintage toplamak da fazlasıyla yüksek bir bütçeye mal olunca, müzedechanga ortakları, Autoban firmasıyla anlaşabiliyor olmanın da verdiği güvenle bu tarz mobilyaları yeniden üretmeye karar vermişler. Ve herşey tamamlanıp mobilyalar mekana yerleştirildiğinde, özledikleri o Ankara resminin gerçek olduğunu görmenin mutluluğunu yürekten yaşamışlar. Tarık Bayazıt "Benim için en önemli onaylardan biri annemin mekanı ilk gördüğünde verdiği tepkiydi. Nasıl bir şey olduğunu önceden söylemememize rağmen görür görmez büyük bir hayretle "aa bu bizim Ankara'daki evi andırıyor" deyince; ben de o zaman tamam dedim, bu iş olmuş. Sonra Defne Koz da geldi, o da 'bütün söylediklerimi geri alıyorum, harika bir iş olmuş' deyince rahatladık" cümleleriyle anlatıyor dekorasyondaki başarılarının sırrını.
Müzedechanga'nın tek başarısı elbette ki dekorasyonu değil. Dünyanın çeşitli bölgelerinin yemek pişirme teknik ve içeriklerini bilinçli bir şekilde karıştırılarak yeni tatlara ulaşılması anlamına gelen 'füzyon' mutfağının Türkiye'deki ilk uygulayıcılarından olan Changa'nın damak tadı müzedechanga'ya da yansıyor doğal olarak. Yöresel malzemeleri farklı şekillerde yorumlayarak günümüze uygun hale getiren müzedechanga; müzeye sergi gezmeye gelenlere sürprizlerle dolu bir mönü hazırlamış. Bilindik tatların hiç bilinmedik yöntemlerle sunulmasıyla yepyeni bileşimler çıkmış ortaya. Mesela yemek sonunda ikram olarak gelen "patlamış nohutlu vişneli pestil ". Tarık bey; ahşap bir lilyum kabında gelen pestilin hikayesini şöyle anlatıyor : " Yemek sonunda tatlı söylemeyen birisine de içini baymayan bir şey versek, bunu da hiç verilmemiş bir biçimde sunsak ve bu şey aslında bildiğimiz bir şeyden yola çıkmış olsa diye çıktık yola. Şimdi Divan'dan çifte kavrulmuş lokumu alıp koysak olmaz, ne benim için ne müşteri için yeni bir şey değil bu... Onun yerine taze vişneyle yapılmış, pestile benzeyen, lokum malzemelerinden yapılmış bir tat bulalım dedik. 6 ay çalıştık üzerinde. Restoranın müdürü de aslen mimar, olağanüstü masaüstü tasarımları var; o da harika bir sunuş kabı yaptı. Çok zor çıktı ama sonunda tadıyla, sunumuyla tam istediğimiz bir şey oldu. Şimdi yemekten sonra insanların masasına götürülürken gördüğümde mest oluyorum".
Restoranın mönüsü, dekorasyonun aksine zamanla değişiyor. Bunu tasarımın ayrılmaz bir parçası olarak görüyorlar. Çünkü onlara göre zaten "herkesin evinde olağanüstü yemek pişiyor". Yani onlara göre de yemek veya servis, ev yemeği yerine dışarıda yemek yemek için tek başına yeterli değil. "Bir restoranda sizi eğlendirecek bir şey mutlaka olmalı" diyor Savaş Ertunç ve ekliyor "Eller havaya bir eğlenceden bahsetmiyorum burada, sizi eğlendirecek, ruhunuzu oyalayacak sürprizlerden bahsediyorum. Ben sizin annenizin ya da eşinizin, akrabanızın mutfağıyla yarışa giremem. Ama bu pestili yapabilirim işte, bunu yapmak da bana düşüyor. Gittikçe daha fazla unutulmaya yüz tutan tatlar bulmak; pişmaniye gibi, çökelek gibi, kaymak gibi, pestil gibi zor bulunan malzemeler ilgimizi çekiyor. Bilmem neredeki dut şerbetini kullanmak benim görevim. Sürprizler de böyle. İşin sırrı burada: heyecan. Bu ikramı 10 gündür veriyoruz, yeni bir tat geldiğinde değişecek. Yemekte ya da serviste bir oyun, yiyecekle alakalı bir eğlence mutlaka olmalı. Kafamız buna çalışıyor."
Mönüden birkaç değişik örnek vermek gerekirse; başlangıç için Hardal Soslu Enginar ve Bezelye Püresi ya da Fındık Taratorlu Taze Börülce Salatası; ana yemek olarak Izgara Lahoz, Barbunya Püresi, Nane ve Yeşil Biberli Taze İç Bakla Salatası; Mısır Unu ile Kızarmış Barbun, Kapari ve Ançuezli Aioli, Vişne Soslu Roka Salatası ; tatlı olarak da Karadut Şuruplu Lor Peyniri ve Kimyonlu Bisküvi seçeneklerden sadece bir kaçı. Yemekler, içeriklerinden de anlaşılacağı gibi mideyi zorlamayan cinsten. "Organik yemekler yapalım iddiasında değiliz ama birinci kriterimiz insanın sistemini zorlamayan şeyler yapmak. Bizden gittikten sonra sadece lezzetini hatırlasın, yemeğin kendisini değil" diyor Tarık Bey, mönüdeki dengeli dağılımı anlatırken.
Oyun tutkusu, sürpriz yapma keyfi ve nostalji bağlılığının aynı potada zevkle eridiği müzedechanga, Sakıp Sabancı Müzesi içinde hem sahipleri hem müşteriler için şık bir yaramazlık alanı. Müze restoran evliliğinin sonucu olarak şıklığı kaçınılmaz olan Müzedechanga'da, Taksim Changa'dakinin aksine çağdaş sanat örneklerine yer verilmemiş. Ama Tarık Bey'in de dediği gibi "buraya ne koysak boş, gelip yanımıza Rodin koyuyorlar, onunla mı yarışacağız?"
Müzedechanga'nın dekorasyonunu üstlenen Autoban Tasarım Ofisi 'nin ortaklarından Seyhan Özdemir; restoranda hakim olan İskandinav tarzını şöyle anlatıyor: "İskandinav tarzı için ahşabın daha yumuşak, daha hümanist formlarla birleşmesi diyebiliriz. Oradaki sert iklimin bu çizgilerde etkisi var. Modern mimariyle İskandinav tarzının birleştiği 50-60'lı yıllar modernizmin zirveye ulaştığı yıllar. Bugün gördüğümüz bütün kült tasarımlar, mimari işler o zamanların işleri. Şu anda yapılan işleri de hep o dönemin versiyonları olarak görüyoruz. Biz de müzedechanga için gerçek bir kurgudan yola çıktık. Kendi tarzımızla bir değerlendirme yaparak, Autoban'ın çizgisiyle o dönemi birleştirdik. Kullandığımız mobilyalar zaten ürettiğimiz şeylerdi ama bu konu için yeniden yorumladık. Müzedechanga ile kenarları daha yumuşak bir şekle büründü." Sefer Çağlar ve Seyhan Özdemir'in "Bugünün yükselen duygularına hitap eden işlerdense, daha geniş bir döneme yayılmış, her dönem için iyi bir obje olarak adlandırılabilen ürünler tasarlamaya ya da mekanlar yaratmaya çalışıyoruz" cümleleriyle tanımladığı Autoban; 20-23 Eylül'de Londra'da düzenlenecek %100 Design London fuarında en son tasarımlarını sergileyecek.