Her gün dergilerin kapaklarında yapılarının, projelerinin görsellerine rastladığımız mimarlar, işlev çözümlerindeki ustalıklarını ve tasarımsal kabiliyetlerini, yeme-içme mekanlarında sergiliyor; gastronomiyi bir oyun alanına dönüştürebiliyorlar.
Gastronomi, hiç şüphesiz, tasarımsal alanlar içerisinde belki de en verimli toprakları tanımlıyor. Çünkü gün geçmiyor ki bir yerde yeni bir lokanta, bir cafe veya bar açılmasın; yeni bir zincir ortaya çıkmasın... Bir yandan, hastaneler veya okullar düşünüldüğünde belki küçümsenen ama aslında işleyebilmesi için bir o kadar titizlik isteyen bir programa vakıf olmak gerekiyor. Diğer yandan tasarım, başarıyı garantileyen etmen olarak yemekler kadar, hatta bazen onlardan daha fazla rol oynuyor. Ama en önemlisi, bu gibi mekanlar tasarımcıya özgürlük de tanıyor.
Her gün dergilerin kapaklarında resimlerine veya yapılarının fotoğraflarına, projelerinin görsellerine rastladığımız mimarlar ise işlev çözümlerindeki ustalıklarını ve tasarımsal kabiliyetlerini yeme-içme mekanlarında sergiliyor, gastronomiyi bir oyun alanına dönüştürebiliyorlar.
Tadao Ando – Morimoto, New York, Amerika
Şef Masharu Morimoto, 2006 yılında New York ‘debut'sünü yapmaya hazırlanırken, bu yeni mekanın mimarının Tadao Ando olmasına karar verildi.
Mekanın girişinde yer alan dayanıklı çelik cephe, şimdiye dek yapılmış en geniş Japon perdesinin süslediği bir kemerle işaret ediliyor. İç mekan iki katta düzenlenmiş. Giriş katındaki 160 kişilik oturmalı yemek yerinin haricinde, bir asma katla düzenlenen bu ikinci kat, 40 kişiye hizmet veren bir lounge olarak düşünülmüş. Ando, masalar arasına yerleştirdiği cam ve pirinç kağıdından imal edilmiş ayırıcı duvarlar ve Uzakdoğu bahçelerinden esinlenilmiş izlenimi veren organik dokulu tavan döşemesi ile, bir tür Zen sükuneti yaratmaya çalışmış.
Morimoto için ‘Ando'nun Duvarları' benzetmesi yapılsaydı, gerçekten de yerinde olurdu. Çeşitli malzemeler ve büyüklülerdeki duvarlar, üst kattan başlayarak giriş katına doğru uzanırmışçasına bir devamlılık etkisi yaratıyorlar. Bir diğer ilginç ayrıntı da ‘şişe duvar'. Mekanın anahtar elemanı olan duvarlar içerisinde en çok dikkat toplayan bu eleman, maden suyu ile doldurulmuş ve içerisine soluk mavi ve yeşil tonlarında nokta LED'ler yerleştirilmiş 176 bin 400 plastik su şişesinden meydana geliyor; mekan içerisinde hem gölgeli hem de ışıltılı bir efekt yaratıyor. Böylelikle Ando, ışık ve teknolojiyle oynayarak, özgün ve unutulmaz detaylar yaratmadaki maharetini gösteriyor.
Bir gastronomi mekanının olmazsa olmazı, en gözden ırak ama bununla birlikte de mekanla ilgili fikirleri değiştirme potansiyelini en çok taşıyan hacmi tuvaletler, Morimoto'da Andı tarafından titizlikle ele alınmış. Tuvalet kabinlerinin yerleşimleri öyle bir ayarlanmış ki, kabin kapılarına giydirilen aynalar sizi, girişte sepetler içinde yer alan çiçeklerin sonsuz yansımasıyla karşı karşıya bırakıyor.
Ando'nun Morimoto'su, James Beard Vakfı tarafından her yıl dağıtılan tasarım ödüllerinde üst üste 3 yıl ‘New York'un Öne Çıkan Restaurant Tasarımı' kategorisinde ödül alarak, herhalde farkını göstermiş oluyor.
Phillipe Starck – Le Lan, Pekin, Çin
Phillippe Starck'ın Pekin'de gerçekleştirdiği lokanta iç mekan tasarımı, Jianguowenmai Meydanı'nda yürütülen ikiz kule projesine eklemleniyor. Le Lan adlı bu lokanta, bir tür Gotik temasını takip ediyor gibi gözüküyor.
Çin'in ünlü restaurantlar zinciri LAN'ın 21'inci şubesi olan Le Lan, yalnızca Phillipe Starck tasarımı olmasıyla değil, aynı zamanda hizmet verdiği Moğol, Çin ve Japon mutfakları aralığında butik bir anlayış gütmesiyle de zincirin diğer lokantalarından farklılaşıyor. 6 bin metrekarelik bir alana yayılan Le Lan restaurant, bar ve gece kulübü, tek serviste bin kişiyi ağırlayabiliyor.
Gastronomi işin içinde olduğunda, genellikle trendleri takip eden iç mekan tasarımlarına girişilir. Starck ise Le Lan'daki konseptini kısaca "vizyon, aşk, gerçek-üstücülük, şiir ve sürpriz" olarak tanımlıyor. Bu sayıda farklı hissiyatı bir arada verme çabasındaki Starck'ın restaurantı da, pek de şaşılmayacak şekilde, Corbusier-vari şezlonglar, ornamentli aynalar, deri koltuklar, doldurulmuş gergedan kafaları, avize ve şamdanlar ile plastik ıvır-zıvır ve tersten asılmış, Warhol-vari klasik resim re-prodüksiyonlarını bir araya getiriyor. Starck'ın Pekin'deki bu ilk projesi olan Le Lan, hiç kuşkusuz kente yeni bir ruhu da getiriyor. Çünkü ‘minimalizm' olarak etiketlenebilecek Uzak Doğu ve özellikle Japon tasarım anlayışlarını reddediyor; bir aralar çok sevilen tabiriyle ‘maksimalizm' peşinde koşuyor.
Mekan, brüt beton bir yer döşemesine sahip. Açıkta bırakılan havalandırma tesisatının arkasında, tavan kaplaması olarak seçilmiş farklı desen ve renkteki duvar kağıtlarını görmek mümkün. Mekanın sıklıkla ‘kitsch' e çalan görüntüsüne rağmen, yemek yeme seremonisini rahatlatacak özellikte renkler seçilmiş. Koyu ahşap malzemelerin hakimiyeti içinde, ‘ambient' LED'lerle yumuşak bir aydınlatma kullanılmış. Bu kaotik ortak dil, restaurantın giriş mekanından başlayarak, içinde konumlandığı ikiz kulelere bağlanan köprüsüne ve binanın tüm giriş katına yayılıyor.
Lokantanın bir diğer özelliği de, özel odalarının her birinde, yine farklı konseptlerle hazırlanmış iç mekanlara rastlamanız. Kah bir Moğol çadırı, kah Barok bir pudra banyosunda kendinizi bulabiliyorsunuz.
Le Lan'ın geniş bir yelpazeye yayılan menü seçenekleri, Sichuan mutfağının modern bir yorumu olarak görülebilir. Dan Dan Erişte, Ma po dou fu gibi bu yörenin geleneksel tadlarına rastlayabileceğiniz Le Lan, Japon klasiklerini Kanton dokunuşlarıyla harmanlıyor. Öte yandan Fransız ağırlıklı bir Orta Avrupa yemek seçkisi de, lokantanın muhtemelen hassas mideli turistler için düşünülmüş alternatif menüsünü oluşturuyor. Bu anlamda mekanın genel özellikleriyle birebir örtüşen, ‘karman çorman' ile füzyon arasında gidip gelen gastronomik kararlara yer veriliyor.
Starck, Le Lan'ın tasarımı için dile getirilen şu sıfatların gerçekten hakkını veriyor: büyük, müsrif, abartılı ve pohpohlanmış. ‘Absürdün müzesi' olarak görülen Le Lan, ülkemizde de örneklerini bulabileceğimiz ‘rüküş şıklık' furyasının öncülerinden olma özelliği taşıyor.
Zaha Hadid – Moonsoon, Sapporo, Japonya
Japonya Sapporo'da konumlanan Moonsoon Restaurant, Hadid'in hatrısayılır projelerinden biri olmanın ötesinde, dünyaca ünlü mimarın yegane gastronomi odaklı tasarımı olma özelliği de taşıyor. Hadid'in kişisel mesleki tarihinde görece erken bir döneme tekabül eden Moonsoon, dik açılardan kaçınan lineerliği, amorfik biçimlerin kullanımı ve çeliğin heykelsi bir eleman olarak ele alınması ile, Hadid'in mimarlık güzergahına ilişkin önemli ipuçları veriyor.
Kita Club isimli bir gece klubünün ilk iki katını kapsayan Moonsoon Restaurant için Hadid, iki farklı okumaya olanak tanıyan bir konsept geliştirmiş. Bunlardan ilki, insan ruhunun iki zıt halini, sıcak ve soğuğu, ateş ve buzu temsil etmek olarak nitelendirilebilir: Restaurantın ilk katı, bir kristal gibi net ve keskin hatlar ve soğuk mavi tonlarıyla bezeliyken, ikinci katta yumuşak ve sıcak bir atmosfer yakalanıyor. Hadid'in referanslarından biri olarak, Sapporo'nun soğuk kış aylarında açık havada yapılan buz heykelleriyle tanınması gösterilebilir. Öte yandan ateş temasında, aynı dönemde iç mekanlarda yakılan şöminelerden ilham alınmış.
Öte yandan mimari kompozisyonda tanındık, bilindik kurallardan itinayla kaçan Hadid'in, zıtlıklar ve onların belli kavramlar üzerinden yansımalarını ve çeşitlenmelerini benimsediği söylenebilir. Gerçekten de soğuk ve sıcak karşıtlığı, Moonsoon'da, katı ve yumuşak, opak ve saydam, hafif ve ağır, eğrisel ve lineer olarak sürüp gidebilecek bir çerçevede tekrarlanıyor.
Bazı eleştirmenlerin ‘fazla barok' olarak nitelendirdikleri Moonsoon, akıl karıştırıcı bir tasarıma sahip. Mekanı karakterize eden - hatta belki hakimiyetini eline alan – obje ise, hiç şüphesiz, iki katı birbirine bağlayan spiral şekilli fiberglastan imal edilmiş bir heykel. Hadid'in ‘soyulmuş portakal kabuğu benzetmesini uygun gördüğü bu obje, ferçekten de iki katın rijit ayrımı içinde birdenbire dinamik bir başlangıç noktası yaratıyor. Diğer yandan, hem planimetrenin tam ortasında bulunması, hem de sert ve yumuşak ayrımlı iki mekan arasında dramatik bir geçiş sağlaması yüzünden, oldukça güçlü bir etkiye sahip.