Gökdelen Deyince

A. Birgül Yılmaz, Y. Mimar / 26 Temmuz 2024
Kentin Tozu yazarlarımızdan A. Birgül Yılmaz, "Gökdelen Deyince" ve "Gökdelenden Fazlası" olarak iki başlıkla yazdığı yazısında gökdelenler kadar, nefes aldıran alanlara da yer vererek okuyucuları New York’ta bir yolculuğa çıkarıyor.

High Line Park

Gökdelenden Fazlası

New York’un çeşitli mekanlarının nasıl değerlendirilip de parka dönüştürüldüğüne değinmiştim. Bu ilginç parklara bakalım biraz da.

Hudson Yards (Hudson Yards Public Square and Gardens), yepyeni bir meydan. Thomas Heatherwick’ten, Skidmore, Owings and Merill (SOM), Diller Scofidio+Renfro, Roche-Dinkeloo gibi pek çok mimarın yapısının bulunduğu  yepyeni bir kompleks. 16 gökdelen yer alıyor burada,  konumuz gökdelen olunca, Hudson Yards'da konu edilecek o kadar çok yapı var ki... Ama ben bu meydan ve yapılarından başka bir yazıda daha kapsamlı söz etmek isterim. Hudson Yards’ın bir ucunda Highline yer almakta. Highline 2,33 kilometre uzunlukta bir park. James Corner Field Operations, Diller Scofidio+Renfro ve Piet Oudolf yapımı bu park. Artık kullanılmayan bir tren yolunun yıkılmayıp da, parka dönüştürülmesi, işlevini yitirmiş bir alanın nefes alınabilecek parka dönüştürülmesi konusunda olduğu kadar, mimarlık, peyzaj, şehircilik ve ekoloji gibi farklı disiplinleri bir araya getirilmesi açısından da örnek.

High Line Park                                        

Seyir terasları, dinlenme, güneşlenme alanları, havuzları, pek çok bitki türü, sabit ve değişen heykelleriyle keyifli bir park, hele bu park sizi Hudson Yard’s’a çıkartıyorsa.

High Line’ın diğer ucundaki Hudson River Park ve Little Island, New York’luların keyifle soluklandığı alanlardan. Hudson River Park, nehir boyunca uzanan, koşanlara, bisikletlilere, hatta evsizlere ev sahipliği yapmakta, yine pek çok spor alanına, atlıkarıncaya da sahip olan park, farklı aktivitelere de olanak sağlamakta. Little Island ise, Heatherwick Studio yapısı bir başka park. Lale biçimli 132 parçadan oluşmakta, laleler, 4.6 metreden, 18.9 metreye kadar çeşitli yüksekliklere sahip. Anfi tiyatro, kafeler, seyir teraslarının yanı sıra, değişik oyunların da yer aldığı keyifli bir park. Yaz aylarında anfi tiyatroda pek çok gösteri sergilenmekte... Keyfi artıyor New York’un yazın. 

Little Island’dan

Bitmiyor Hudson River Park, biraz ilerleyince, ‘Pier 57’. Demiştim ya, Amerika’lılar farklı amaçlı yapıları, mekanları parka dönüştürmeyi seviyor diye, güzel de yapıyorlar. Grace Line terminali olarak ilk kez 1954’de açılmış, 1969’da depo olarak kullanılmaya başlanmış, hatta belediyenin otobüslerine ev sahipliği yapmış Pier 57. Pek çok ödülü olan yapı, 2003’te ‘Hudson River Park’a yeni bir imaj kazandırılması projesi’ kapsamında bugünkü kimliğine kavuşmuş. Pier 57’nin girişi merkado gibi kullanılmakta, özellikle New York yemek kültürünü yansıtmakta, girişte yine Google’a ait tanıtım alanları yer alırken, içinde Google ofislerini barındırmakta. ‘Pier 57 Rooftop Park’ ise güzel bir teras, Little Island’dan tutun da, One WTC’ye kadar geniş bir perspektife sahip New York manzarası, yeşili, anfi tiyatrosu, farklı oturma alanlarıyla görülmesi gereken yerlerden.

Pier 57’den Little Island

Pier 57 girişi

Pier 57 Rooftop’tan

Şimdi size East River’ın iki yakasında yer alan, karşılıklı iki parktan söz etmek isterim, her ikisinden de gerek Manhattan köprüsü gerekse de Brooklyn köprüsü keyifle izlenmekte. Manhattan’ın en güzel manzaralarından birini, Brooklyn tarafından izleyebileceğiniz Dumbo ve Brooklyn Bridge Park

Dumbo

Ve de Manhattan’dan en güzel Brooklyn manzarasını izleyeceğiniz Pier 17. East River üzerinde üç köprü yer almakta, Williamsburg köprüsüne, yani üçüncü köprüye de göz atacağız.

Brooklyn Bridge ve Manhattan Bridge

Brooklyn Bridge Park

Dumbo, (Down Under the Manhattan Bridge Overpass) iki köprünün de keyifle izlenebileceği, Brooklyn’de yer alan, soğuk sıcak demeden her zaman cıvıl cıvıl bir bölge, dükkanları, restoranları, kafeleri, atlı karıncası ve de manzarasıyla... Manhattan Bridge’in geleneksel resimlerinin de çekildiği Water Sreet de burada. Park içinde park diye tanımlayabileceğim pek çok noktadan birisi. ‘The Max Family Garden’  yine sandviçinizi, kahvenizi alıp, oturabileceğiniz küçük bir bahçe. Brooklyn Bridge Park, basketbol, futbol, voleybol gibi oyun alanlarından tutun da, bisiklet, kano, paten, kuş gözleme, balık tutma gibi pek çok aktiviteye olanak sağlamakta. 

The Max Family Garden

(solda) The Empire Stores, Dumbo (sağda) Water Street’ten Manhattan Bridge

Yine dönelim East River’ın Manhattan tarafına, Pier 17 bir zamanlar gemiciliğin ve balık ticaretinin merkeziymiş, hatta önünde yer alan ‘South Street’, o zamanlar ‘Streets of Ships’ olarak anılmış. 1895’lerde özellikle Kalküta ile yapılan hint keneviri ticaretinde başrol oynamış. Bugün içinde yer alan restoranları, barları kadar üzerinde yer alan Rooftop'da bayağı ünlü, konserleri, gösterileriyle ‘New York’un en güzel manzaralı sahnesi’ olarak anılmakta, Wallstreet’e yakınlığı nedeniyle gerek çalışanlarının gerekse de turistlerin uğrak noktalarından. Etrafında yer alan seyir alanları da, bu güzel manzaralı noktada keyifli anlar yaşatmakta. Seaport bölgesinde doğal olarak, ‘Seaport Museum’, deniz feneri gibi yapılar yer almakta. Tin Building by Jean Georges ise yine merkado şeklinde bir yapı, taze meyve ve sebzelerden tutun da, deniz mahsülleri, tatlı, şeker, gibi çeşitli ürünler satan dükkanların yanı sıra restoranlarıyla yine keyifle yemek yenip, alışveriş yapılacak bir merkez. 

Tin Building by Jean Georges

Pier 15’teki Watermark ise benzeri manzaraya sahip, keyifle deniz ürünlerinin yenebileceği bir başka nokta. Tabi buralardan kalkan, yemekli gemi turları da cabası.

Pier 17’den Watermark ve New York’a bakış

Pier 17’den

Tekrar Pier 17’den yine karşıya Brooklyn’e geçelim. New York denince ilk akla gelen Central Park olsa da,  Brooklynli'lerin nefes almayı sevdikleri Prospect Park ondan pek aşağı kalmaz. 1867'de açılmış, ama tamamlanması 1873’ü bulmuş. 213 hektarlık bir alan, New York’un ‘doğa simgesi’ olarak tanımlanmakta. Çocuk oyun alanları, buz pisti, tenis, basketbol, beyzbol, futbol sahaları, 24 hektar büyüklüğünde bir gölü, şelaleri, 36 hektarlık yeşil alanı, piknik evleri, tarihi yapılarıyla ayrı bir dünya. Bebek gezdirenler, koşanlar, bisiklete, kaykay ya da çeşitli araçlara binenler, her zaman cıvıl cıvıl, hele yazın buna açık hava konserleri de eklenince... Atlıkarınca, olmazsa olmazlardan. İçindeki tarihi mekanlardan biri olan ‘Boatshouse’, pek çok evliliğe, törene de ev sahipiği yapmakta. Hemen yanında Brooklyn Kütüphanesi, botanik bahçesi, devamında da Brooklyn Müzesi ile keyifle gezilmeyi hak eden bir bölge burası.

Güzel bir yaz günü Prospect Park

Propect Park’tan

Brooklyn Library

East River’a Brooklyn tarafından devam edersek karşımıza bir diğer park Domino Park çıkmakta, bu kez iki yakayı birbirine bağlayan üçüncü köprü, Willamsburg Bridge. 1827’de bir köy olarak kurulan Williamsburg, 1898’de New York’un 5 ilçesinden biri haline gelirken 1903’te köprünün açılmasıyla birlikte en yoğun nüfusuna erişiyor. Park, High Line’dan tanıdığımız James Corner Fields Operation tasarımı, 2018 de açılmış. Adını aldığı, ‘Domino Şeker Rafinerisi’ne ait bir alanda yapılmış. 1856’da dünyanın en büyük rafinerisi olan Domino, aynı zamanda ABD’nin şeker ihtiyacının %98’ini de karşılamaktaymış. 

Domino Park’tan

Domino Sugar Factory

Williamsburg’ün gelişimini de temsil etmekte Domino Park. Yükseltilmiş yürüyüş yolları, rafineride kullanılan vinç rayları, vinçler karakterize etmiş parkı. Ahşap ürünler, oturma grubu vb. yine rafineriden geri kazanılmış ahşaplar ile yapılmış. Rafineriye de değinmeden edemeyeceğim, bugün restore edilip, bir ofis yapısına çevrilmiş durumda. Tabi ki parkta oyun sahaları, çocuk oyun alanları, güneşlenme olanakları, yürüme yolları yer almakta, park pek çok bitkiye de ev sahipliği yapmakta. 

Willamsburg Bridge

Bu bölümde parklar biraz ağır bastı... Yine Manhattan’dan söz edeceğim, 5.ve 6.cadde arasında yer alan Brynt Park’tan. 39 hektarlık bir park, 1853’te ‘Uluslararası Endüstrisi Sergisi’ne de ev sahipliği yapmış, Christal Palace misali bir yapı da inşa edilmiş burada, o da aynı kaderi paylaşıp, 1858’de yanmış. 1884’de kölelik karşıtı olan William Cullen Brynt’tan adını alan parkta, 1911’de açılan kütüphanenin yanı sıra, atlıkarınca, kafelere de yer almakta. Kışın buz pisti ve Noel’de dev çam ağacının yanı sıra, hediyelik eşya standlarının kurulduğu bir başka alan. 

Brynt Park

ABD’nin ilk milyarderlerinden olan John. D. Rockefeller, Rockefeller Center’ın da kurucusu. Yapımı 1939 tamamlanan kompleks, 89.000 metrekare bir alana oturmakta ve 19 yapıdan oluşmakta, ancak ben bu yazıda Rockefeller Plaza’ya, özellikle de buarada yer alan, ‘Rockefeller Center Noel Ağacı’na değinmek istedim. Kasım sonu, Aralık başı, New York Belediye Başkanı bazı konuklarıyla ağacın ışıklarını yakar, 1997’den beri de bu tören NBC’de canlı yayınlanmakta. Önündeki buz pisti etrafındaki diğer yapıların, dükkanların, alanların süslemeleriyle çok ilgi çekici bir alana dönüşmekte ve her yıl 125 milyon kişi tarafından ziyaret edilmekte. İğne atsan yer düşmez denir ya, noel dönemi burası için en uygun tabir.

Rockefeller Plaza

Rockefeller Plaza’dan 5.caddeye bakış

Belki de en başta söz etmem gereken parkı sona bıraktım, New York denince ilk akla gelen Central Park’tan. Yılda ortalama 42 milyon ziyaretçisi olan, 341 hektarlık bir park burası. 1840’da 315 hektar olarak düşünülmüş, 1858’de birinci etabı açılmış, 1876’da da tamamlanmış. Peyzaj Mimarları Frederic Law Olmsted ve Calvert Vaux tasarımı, açılan bir yarışmayı kazanmışlar. İçinde hayvanat bahçesi, gölleri, oyun alanları, buz pateni sahası, atlıkarıncası, restoranları, sayısız bitki çeşidi bulunan bir park, yine cıvıl cıvıl, yürüyeni, koşanı, oyuncuları, bisikletlileri, faytonları, ne ararsanız kısaca...

Central Park’tan

Göllerde kürek de çekebilirsiniz, tabi güzel havalarda, hele hafta sonları sıra bulursanız. Ressamlar, müzisyenler, opera söyleyenler, hiphop yapanlar, dans edenler, seyyar masajcılar bile var, aklınıza gelen her şey burada.

Central Park’tan

Okyanusa kıyısı olan bir kentten söz edince, buradaki parklar ile bitirmek istedim bu yazıyı, hani herkese açık, herkesin faydalanabileceği plajlarıyla. Pek çok durak var ama ben Rockaway diyeyim kısaca, bir yarımada. Atlantik Okyanusu kıyısında ABD’nin en uzun plajı, en uzun da ahşap yürüme yoluna sahip. Rockaway, hem yüzmek isteyenlere hem de dalga sörfü yapmak isteyenlere ev sahipliği yapmakta, tabi etrafındaki restoranları, kafeleri, dükkanları, konaklama alanlarıyla... Yine okyanus kıyısında yer alan bir yarımada Coney Island, yüzme ve dalga sörfü olanakları kadar lunaparkı nedeniyle de New Yorklu'ların tercihi. 

Rockaway


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
  • Bilge Çapkınoğlu 5 ay önce Çok değerli tespitler yoğunluk nispetinde yeşil nefes alanı bırakılması açısından örnek olmalı İstanbul ve tüm kopya kentlere
  • Şükran Ural 5 ay önce Parklar konusunda ders alınması gereken harika bir makale, Sevgili Arkadaşım Birgül emeklerine sağlık, yazılarının devamını merakla bekliyorum.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :