Kentin Tozu yazarlarımızdan A. Birgül Yılmaz, "Gökdelen Deyince" ve "Gökdelenden Fazlası" olarak iki başlıkla yazdığı yazısında gökdelenler kadar, nefes aldıran alanlara da yer vererek okuyucuları New York’ta bir yolculuğa çıkarıyor.
Tüm fotoğraflar: A. Birgül Yılmaz
Gökdelen deyince sizin aklınıza neresi gelir? Benim aklıma ilk gelen ABD ve New York olur. Gökdelenlerle tanışan ilk kentlerdendir New York, hatta yükseklik konusunda rekabetin de ilk başladığı kenttir New York... Ama ben bu yazıda gökdelenler kadar, New York’lulara nefes aldıran alanlara da yer vermek istedim. Pek çok şehrin merkezinde yer alan parklar, hem sakinlerine nefes aldırır, hem de etrafındaki yapılara değer katar; Hyde Park Londra’da, Englischer Garten Münih’te, Central Park Manhattan’da, Prospect Park Brooklyn’de. Gökdelenleri kadar New York’un, içinde gölleri, şelaleleri, oyun sahaları yer alan dev parklarına da bakacağız ama ben her semtte yer alan irili ufaklı doğal parklar kadar, çeşitli mekanların nasıl değerlendirilip de parka dönüştürüldüğüne de değinmek istedim bu yazıda.
Yazının başlığı gökdelen olunca, bir dönem New York’un sembolü haline gelmiş olan bir yapı ile başlayalım, kronolojik olarak da en eskilerinden, Flatiron Building.
Flatiron Building
Daniel Burnham, Frederic P. Dinkelberg’in tasarladığı yapının çelik konstrüksiyonu, Purdy and Hendersen firmasına ait. Yapıyı özgün kılan da bu çelik konstrüksiyon zaten. Bu tür yapılarda çelik konstrüksiyonun kullanılmaya başlaması hem inşaatın hızla ilerlemesine olanak sağlamış, hem de üçgen şeklindeki arsa üzerinde yer alan yapıya alan kazandırmış. İlk adı Fuller Building, bugün formundan dolayı Flatiron Building olarak anılmakta. 1902’de biten yapı 22 katlı, 86,9 metre yüksekliğe sahip. Flatironbuilding’e, Union Square tarafından gelirseniz, Union Square Park’tan geçersiniz. Dev parklardan değil, küçük semt parklarından. 1839’da açılıp, 1872’de revizyon görmüş olan park, ağaçları, heykelleri, banklarıyla klasik bir görünüme sahip, ancak onu ilginç kılan etrafındaki hareketlilik. Noel zamanı hediyelik eşya satışları için kurulan standlara, zaman zaman farklı gösteri ve protestolara da ev sahipliği yapmakta Union Square, haftanın birkaç günü etrafında kurulan pazar da Manhattan’lıların taze ürün bulmalarına olanak sağlamaktadır. Ama parkın hiç değişmeyen günlük aktivitesi satrançtır. Parkın ön tarafında sizinle oynamayı bekleyen satranççılar eksik olmaz.
Union Square Park
Flatiron Building’e daha yakın bir noktada yer alan Madison Square Park, 1686’dan beri varlığını sürdüren küçük klasik parklardan. Gökdelenin önündeki meydan ise yine çok hareketli noktalardan bir tanesi, herkese açık masaları, sandalyeleri, şemsiyeleriyle öğlen aranızda sandviçinizi keyifle yiyebileceğiniz bir yer Flatiron Public Plaza. Zaman zaman burada, bazen önünde resim çektirmek isteyeceğiniz bazen de içine girip çıkabileceğiniz eğlenceli ve keyifli objeler de yer almakta. Örneğin, mayıs ayında New York City Portal ile, 7x24, Dublin’deki portal ile canlı bağlantı kurma olanağı sağlandı. Hemen her meydanda benzeri bir nokta bulabilirsiniz.
Madison Square Park
Madison Square Plaza
Kronolojik olarak ilerlemeye başladık madem, yapımı 1930'da biten 319 metre yükseklikteki Art deco tarzı Chrysler. Building ile devam edelim. Yapıldığında New York’un en yüksek yapısı ünvanını taşırken, 1932’de biten yine Art deco tarzı Empire State Building 381 metre ile bu ünvanını elinden almış. Chrysler Building’in mimarı William Van Alen, paslanmaz çelik konstrüksiyonu ise Alman Krupp firması tarafından yapılmış. Shreve, Lamb and Harmon’un mimarlığını yaptığı, Empire State Building anteniyle birlikte 443,2 metreye ulaşmakta ki, rekoru ancak 1970’de yapılan, 11 Eylül 2001 saldırısı ile yıkılan World Trade Center tarafından kırılmış. Yerine yapılan One World Trade Center, yine bu ünvanı elinden almış.
Chrysler Building
(solda) Empire State Building (sağda) Empire State Buildin’in girişinden
Seagram Building ile devam edelim, Ludwig Mies van der Rohe ve Philip Johnson’ın tasarımı yapı, 38 katlı, 1958’de tamamlanmış, 157 metre yüksekliğe sahip. Seagram Building’in en önemli özelliği ise, yapının geri çekilerek önünde oluşturulan meydan. Yapı açılır açılmaz, meydan hemen popüler olmuş, insanlara nefes aldırma özelliği ile hem çalışanların hem de turistlerin uğrak yeri oluvermiş, pembe granit ile yapılmış olan bu alanda bir de havuz bulunmakta. Nitekim sosyolog William H. Why, New York Belediyesi, ‘Municipal Art Society of New York’ MAS ile birlikte ‘küçük kentsel mekanlarda sosyal yaşam’ adlı bir film de hazırlamış bu meydanı baz alarak. New York’un en çok kopyalanan yapısı olma özelliğine de sahip olan Seagram, hem mimarlarına, hem de Seagram ailesine pek çok da ulusal ödül kazandırmanın yanı sıra, övgüler almayı bugün de sürdürmekte.
Seagram Building
Philip Johnson’un tasarladığı ‘Sony Tower’a gelecek olursak... Aslında yapı, ‘Sony Plaza’ ya da ‘AT&T Building’ diye de adlandırılmakta. Postmodern olarak tanımlanan, 37 ofis katına sahip, 197 metre yükseklikteki bu yapı 1984’de tamamlanmış.
Sony Tower
Yanındaki atriyum ise New York’lulara nefes aldıran mekanlardan. Herkese açık 12x30 metre’lik bu bölümün üzerine, 2020’lerin başında metal bir konstrüksiyon yapılarak, camla kaplanmış, ‘550 Garden’ diye bir bahçe oluşturulmuş, içinde keyifle oturulacak köşelerin bulunduğu, pek çok bitkinin yetiştiği alanların yanı sıra, ufak bir şelale bile yer almakta bu bahçede.
550 Garden
Bu kez nefes alacağınız farklı bir alandan söz etmek isterim, kapalı bir bahçeden. Ford Foundation Building’i (the Ford Foundation Center for Social Justice) atlamak istemem. Hani dedim ya Amerikalı'lar her tür mekanı parka çevirmeyi seviyorlar diye, sözünü ettiğim kapalı bir park yine cam bir çatıya sahip; havuzu, ağaçları, kısaca peyzajı tam yerinde. 81.000 metrekarelik bir alanda yer alan yapı, parkın yanı sıra, sanat galerileri, gösteri salonlarıyla New York’un sevilen mekanlarından. 1967’de açılan yapının mimarları Kevin Roche and John Dinkeloo. Yapı, Gensler Firması tarafından 2018’de yapılmış olan renovasyonundan sonra, bugünkü halini almış.
Ford Foundation Building
Renzo Piano imzalı pek çok yapı yer almakta New York’ta, ama konumuz gökdelen olunca ben New York Times yapısı ile başlayıp, Soho’daki bir konut yapısı, ‘565 Broome Soho’ ile devam edeceğim. New York Times, hepimizin bildiği, New York’un simgelerinden Times Square’nin hemen yanı başında, 52 katlı, 319 metre yükseklikte bir gökdelen, açılış tarihi ise 2003. Etrafta New York’lulara hava aldıracak bir alan olmasa da, turistlerin eksik olmadığı bir Times Square’ın yanı başında, çok merkezi bir nokta tabi ki. Pek çok New York çalışanının oturduğu New Jersey otobüslerinin kalktığı Port Authority’nin de tam karşısında.
(solda) The New York Times (sağda) Times Square’den
Gelelim Soho’ya, 2010 yılında kullanıma açılmış olan yapı, 43 katlı, 144 metre yükseklikte, 17.000 metrekarelik bir taban alanına sahip, Renzo Piano’nun New York’taki ilk konut yapısı olma özelliğine de sahip 565 Broome Soho, mimara bir de Pritzker Prize ödülü de kazandırmış.
565 Broome Soho
İsviçreli grup, yine Pritzker Prize ödülü sahibi Herzog & de Meron’un tasarımı, 2001 yılı yapımı, Jenga Building ya da Jenga Tower, 250 metre yükselmekte, 57 kata sahip. Yapının girişindeki Anish Kapoor’a ait metal heykel değer katıyor yapıya...
Jenga Tower
Anish Kapoor’un bazı eserleri Bilbao’daki Guggenheim Müzesi'nde de sergilenmekte. Guggenheim deyince, müzenin mimarı Frank Gehry tasarımı 272 metre yüksekliğe sahip, 76 katlı bir gökdelen ile devam edelim New York’taki yolculuğumuza. Spruce 8 Tower, olarak tanınan bu yapı 2006’da kullanıma açılmış, gerek Brooklyn Bridge Park gerekse de Manhattan manzarasını gören noktalardan bakıldığında, mimarına özgü tasarımı ve malzemesiyle hemen fark edilmekte.
Spruce 8 Tower
Aynı yıl, yani 2006’da Hearst Company’ye ait, 1920 de kullanılmaya başlanan, mimar Joseph Urban tasarımı 6 katlı bir yapının renovasyonu için, İngiliz mimar Norman Foster, Foster&Partners, çelik ve camdan oluşan yeni bir gökdelen tasarladı. 1935 doğumlu İngiliz mimarın tasarımı ‘Hearst Tower’ 46 kata sahip.
Hearst Tower
Ford Foundation gibi, yine bir vakfa ait, küçük bir park ile devam edeceğim, Greenacre Park. 591 metrekarelik küçük bir park burası, içindeki ufak şelalesi, oturma gruplarıyla. Peyzaj mimarı Hideo Sasaki tasarımı. İçinde küçük bir büfesi de var, ama siz sandviçinizi alın gelin, keyfini çıkartın. Benzeri diğer parklarda olduğu gibi...
Greenacre Park
Gelelim 417 metre yükseklikte, 104 katlı One World Trade Center’a (One WTC)... Yapı, anteni ile birlikte 541 metreye ulaşmaktadır, bu yükseklik de 1776 fit’e karşılık gelmektedir ki, 1776 ABD’nin bağımsızlık bildirgesinin imzalandığı tarihtir. One WTC, ABD’nin en yüksek yapısı, dünyanın 7. yüksek yapısı olma özelliğine sahip. 11 Eylül 2001 saldırılarında yıkılan ikiz kulelerinin yerine yapılan kompleksin bir parçası olma niteliğindedir. İkiz kulelere bakacak olursak, 1973’te kullanıma açılan yapılardan, ‘kuzey kule’ olarak adlandırılmış olanı 417 metre yüksekliğe sahipti, ‘güney kule’nin yüksekliği ise 415,1 metreydi. 1.240.000 metrekarelik bir kompleksin içinde yer alan 7 yapıdan ikisiydi. ABD’nin ekonomik gücünü de simgeleyen yapılar New York’un sembolü oluverdiler. 11 Eylül öncesinde de bazı saldırılara maruz kalmışlardı. One WTC için 2003 yılında açılan yarışmayı Daniel Libeskind kazanmış olsa da, yapı pek çok değişikliğe uğradı, Skidmore, Owings& Merrill (SOM) mimarı David Child ile ortak bir çalışma oldu. Yeni kompleks de yedi yapıdan oluşmakta, ‘Memorial Museum’, ‘Liberty Park’, ‘St. Nicolas Greek Orthodox Church’, ‘Vehicular Security Center’, ‘Perelman Performing Center’ ve ‘Transportation Hub’.
The One World Trade Center, Reflecting Absence
Reflecting Absence yokluğu yansıtan iki havuz, yıkılan ikiz kulelerin yerine yapılan bir dönüm büyüklüğünde havuzlar olup, Kuzey Amerika’nın insan yapımı en büyük şelaleleridir. Havuzlar ve 9/11 Memorial Museum’da peyzaj mimarı Peter Walker ve mimar Michael Arad’ın tasarımıdır. Michael Arad’a göre, ‘Yokluğun görünür hale getirilmesini’ temsil eden bu havuzların etrafını çeviren taşlar üzerine 1993 ve 2001 yıllarındaki saldırılarda hayatını kaybedenlerin adları kazınmıştır. Etrafındaki ağaçlar ise, 11 Eylül’de hayatını kaybedenlerin doğdukları yerlerden, ABD’nin farklı bölgelerinden gelmiştir. Havuzların kenarında, yakınlarının adları üzerine bazen bir Amerikan bayrağı, bazen de bir çiçeği yerleştiren Amerikalılar’a rastlayabilirsiniz.
Reflecting Absence ve 9/11 Memorial Museum
Evet, New York’un parklarından da bahsettik ama, asıl konumuz gökdelenleri oldu. ‘Gökdelenden Fazlası’ diyerek parklarına ağırlık vererek devam etmek istiyorum.
Yazının devamı için lütfen ilerleyiniz.