Gelişmiş Ülkelerin Mavi Kazağı Kaç Lira?
Filiz YAVUZ
/ 16 Nisan 2010
Kimsenin dilinden düşürmediği "sürdürülebilirlik" kavramı, bütün cümlelerde doğru-yanlış kullanıladursun, "Eğer bir ülkenin suyunu içip havasını koklayamıyorsanız, o ülke gelişmiş bir ülkedir. Eğer suyunu içip havasını koklayabiliyorsanız, o ülke gelişmemiş bir ülkedir" sözünün işaret ettiği "ekonomi" ve "ekoloji" arasındaki çelişkiyi Birleşmiş Milletler Çevre ve Sürdürülebilirlik Kalkınma Türkiye Programı Destek Sorumlusu Berkan Toros'a sorduk. Yapı-Endüstri Merkezi'nin (YEM) geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği EKODesign 2010 Konferansı'na konuşmacı olarak katılan Toros ekonomik, sosyolojik ve politik olmak üzere üç ayak üzerine oturan sürdürülebilirliğin, kültürel boyutuna vurgu yapmayı da ihmal etmeden "biraz kültürel, biraz ekonomik ve biraz da ekonomik bir değişim" ile gerçekleştirilebileceğini söyledi.
Ekonomi ve ekoloji arasındaki çelişki gelinen nokta itibariyle kapitalist sistemin doğasından mı kaynaklanıyor?
Endüstri Devrimi'ne kadar insanların ekoloji ile uyum içinde yaşadığını görüyoruz. Sürdürülebilir bir model söz konusu. Karşılıklı bir alışveriş olsa da her zaman için bir denge var. Örneğin Endüstri Devrimi'nden önce çok sayıda ekolojik mimarlık örneği mevcut. Sadece malzeme olarak da değil, yaşam tecrübesi ile birlikte oluşan ekolojik bir yaklaşım söz konusu o dönemlerde. Fakat Endüstri Devrimi ile birlikte üretim şekli ve tüketim alışkanlıkları değişince ortaya bir kriz çıkıyor. Yani ne zaman Endüstri Devrimi başlıyor, o zaman denge bozuluyor ve bu da ekonomi ve ekoloji arasındaki çelişkiye neden oluyor.
Aslında sanayileşmenin ilk zamanlarında bu çelişki çok daha büyüktü, artık o kadar da büyük olmasa da yine de karşımıza çeşitli sıkıntılar olarak çıkabiliyor. Bu anlamda bizim en büyük sıkıntımız "gelişmiş ülkeler" ve "gelişmemiş/gelişmekte olan ülkeler olarak" iki ana bloğun bulunması ve bunların birbirleri ile iletişim kurmaması. Gelişmiş ülkeler ellerindeki teknolojiyi bir yandan çok iyi bir biçimde kullanırken diğer yandan da ekolojik modelleri benimseyerek bu işlevlerini dengeleyebiliyorlar.
Evet, çünkü paraları var…
Evet, ekonomik anlamda güçlüler…
Peki, işin kültürel değişim boyutu hangi noktada devreye giriyor?
Ekoloji ile uyumlu yaşam konusunda gelişmiş ülkeler, gelişmemiş / gelişmekte olan ülkelerin modellerini örnek alıyorlar. Toprak tavanlı evler yapıyorlar örneğin…
Bu bir paradoks ve bu paradoksu çözmenin yolu da geliştirilecek olan uygun politik mekanizmalar aracılığıyla bunu doğru bir biçimde anlatmaktan geçiyor.
Diğer taraftan en çok sera gazı salımını yaptıkları için eleştirdiğimiz Amerika ve Çin'in, çok sayıda yeşil iş üreten firmaya sahip olduğunu ve kağıt üzerinde de olsa bunların sera gazı salımını azaltma yolundaki politikaları en çok uygulayan ülkeler olduklarını görüyoruz.
Ekoloji-ekonomi ikilemi derken söylemeye çalıştığım tam da buydu aslında. Endüstri Devrimi'nden sonra daha fazla para kazanmak adına dünya kirletildi. Şimdi de daha fazla para kazanmak adına dünya temizlenmeye mi çalışılıyor? Bu alanda kurulmuş büyük bir pazar var çünkü. Amerika ve Çin'in aynı zamanda da en çok yeşil iş yapan ülkeler olması da bunun ipucunu vermiyor mu?
Evet, veriyor. Türkiye için yeni bir kavram olsa da ekolojik üretim, özellikle gelişmiş olan ülkeler için çok yeni bir kavram değil. Arz talep dengesine baktığımızda gelişmiş ülkelerde artık arzın talebi değil, talebin arzı yarattığını görüyoruz. Dolayısıyla gelişmiş ülkeler gelen talepler doğrultusunda bu işleri yürütüyorlar.
Bu bağlamda bu işler kapitalist düzenin devamlılığına fayda sağlar bir biçimde ortaya çıksa da artık o kadar da değil. Çünkü siz çok büyük bir şirketin ceosu olsanız bile başka bir gezegende yaşamıyorsunuz, çocuğunuz okula giderken herkesin soluduğu kirli havayı soluyor.
Peki ya gelişmekte olan ülkeler?
Süreç onlar için çok daha zor, fakat kendi kapasitelerini görüp akıllı davranırlarsa onlar için de fırsat pencereleri var. Bunu fark edenler olduğu gibi fark etmeyenler de mevcut. Gelişmekte olan ülkelerde de ekolojik teknoloji söz konusu. Fakat az önce de söylediğim gibi gelişmiş ülkeler kendi aralarında, gelişmekte olan ülkeler de kendi aralarından konuşuyor ama iki ana blog birbiriyle konuşamıyor. Bunun bir örneğini en son Kopenhag'da gördük. Bir anlaşma yok, yaptırımının ne kadar olduğu tartışmaya açık olan bir bildiri var ortada. Bu, belki önümüzdeki dönemde uluslararası politika anlamında trendi belirleyecek olan sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Belki ileride uluslararası örgütler bunun üzerine daha çok çalışacaklar, fakat bu sadece bir gözlem. Böyle bir durum şimdilik söz konusu değil.
İlla ki gelişmemiş ülkelerin ekolojik yaşam anlayışı, gelişmiş ülkelerin ağabeyliğinde mi yaratılabilir?
Evet, gelişmiş ülkelerin liderliğinde de yapılabilir. Ama bu, sadece ekonomik değil biraz kültürel, biraz ekonomik ve biraz da ekonomik değişim gerektiren bir sorun. Bahsettiğiniz işin kültürel / etik kısmına giriyor.
Belki biraz değişik bir örnek olacak, ama "Şeytan Marka Giyer" filmindeki mavi kazak örneğini vereceğim. Birileri öncü olur, sonra o birileri fark etmese bile diğerleri de onun peşinden gitmeye başlar.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın