Özgür Masur’un BYZANTIUM defilesi, Fazıl Say’ın TROYA sonatı ve Armağan Durdağ’ın Göbeklitepe eseri bu yazının ilham perileri…
Özgür Masur, Byzantium defilesinden
"Ben, yazarım ve mesleğimin doğası gereği mimariyle aramda kan bağı var. İster müzik, ister resim, isterse de edebiyat olsun, her türlü sanat eserinin temelinde mimari düşünüş ve kompozisyon ilkesi yatar." Nazım Hikmet (1)
Özgür Masur’un imza koleksiyonu BYZANTIUM defilesi geçtiğimiz aylarda Haliç Tersanesi’nde yapıldı. Defile, mekân seçimi, koleksiyon, müzik ve diğer bütünleyici unsurlarla âdeta tarihin bir sahnesine tanıklık ediyormuşum hissi uyandırdı bende.
Eski ve yaşadığımız İstanbul; hikâyeleri, tarihi, üzerindeki sır ve gizem ile hep dikkat çekici olmuştur. Bunların defilede bir araya gelmesi, etkileyiciliğin sınırlarını zorlar nitelikte bir iş çıkarmış ortaya.
Büyük Roma İmparatorluğu izleriyle birlikte yaşıyoruz. Sonrasında Osmanlı. Anadolu’daki binlerce medeniyet; Hititler, Göbeklitepe… Tarihe veremediğimiz önem, tarihi eserleri koruma bu yazının konusu değil. Binlerce yıl öncesinin, günümüz sanatıyla birleşmesi, hissettirdikleri derdimiz.
Bir tarafta tarih; detaylarının bilinmesi gerekir ki üzerine kendi yorumumuzu katalım. Özgür Masur, koleksiyonunu oluştururken Bizans’ın şehir hikâyelerinden etkilendiğinden bahsediyor, tarihimizin kalıntılarının incelenmesi gerektiğini savunarak yaşadığı topraklardan ilham aldığından, sanat tarihçileriyle, akademisyenlerle birlikte çalışmasından. Ortaya çıkan sonuç; mükemmel.
Özgür Masur, Byzantium
Koleksiyonda, Bizans İmparatorluğu içinde yaşanmış aşk hikâyelerinden savaşlarına kadar her dönem ve durum irdeleniyor. Tasarımlarında yer verdiği feminen enerjiye Bizans ile maskülen ivmeler katan Masur, mozaikler, avizeler, dönem çalgıları, freskler, zırhlar, taçlar gibi dönemin tarihi her bir unsurunu, nesnelerin güncellemelerini kullanarak yorumluyor.
Özgür Masur, Byzantium
Diğer tarafta; farklı disiplinlerin kusursuz birlikteliği… Her detaya verilen önem; defile mekânı Haliç Tersanesi, makyaj, renk, aksesuar, metalik detaylar, püsküller, fondaki “Meryem ve Çocuk İsa” mozaiği, bir film sahnesi adeta...
Özgür Masur, Byzantium
Haliç Tersanesi seçimi, koleksiyon ve hikâyesiyle uyumu en üst seviyeye taşıyor. Tersane-i Amire, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1455 yılında kuruluyor. Osmanlı tersanesi de Bizans tersanelerinin kalıntıları üzerine… Bu iç içe geçmişlik, zamanlar arası yolculuk gibi.
Özgür Masur, defilesinde kullandığı mozaiklerde farklı bir tasarımcıyla çalıştığını belirtiyor, sonrasında teşekkürlerini iletiyor. Sanatçının kendine güveni, her işi uzmanına bırakıp, sonunda kusursuzluğu yakalama isteği öne çıkıyor. Farklı disiplerin bu şekilde bir araya gelmesi, başarılı iş ortaklıklarının gerekliliğini gözler önüne seriyor.
Bu topraklardan ilham alan işlerden, Fazıl Say’ın Truva Sonatı geliyor sonrasında aklıma. Say, bir Kont için özel eser oluşturan Bach'ın farklı disiplinleri bir araya getirmesini, “Bach'ın matematiği, kontrpuan, armoni, ve form estetiklerinde kusursuzluğu, piyano çalma tekniğine yepyeni boyutlar katması eşsizdir” cümlesiyle ne güzel anlatıyor (2).
Şimdi sahne, müzisyen Armağan Durdağ’ın, bu sene Göbeklitepe için bestelediği eserde. Göbeklitepe; tarihin sıfır noktası. Bilinen tarihi değiştirmesi. Armağan Durdağ eserini, İzmir KODA orkestrasının siparişi üzerine besteledi ve 12 Aralık'ta İzmir'de dünya prömiyeri gerçekleşti.
Göbeklitepe
Ruh Deliği, Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
Fotoğraflar: Armağan Durdağ
“Yaratmak”; bildiğimiz sesleri, daha önce dünyada hiç duyulmamış şekilde bir araya getirmek. Sanatçı için bu nasıl bir duygudur yaratmak? Bir sanatçının, notaları daha önce hiç gelmediği şekilde bir araya getirmesi.
ATİYE dizisi ile devam ediyor bu toprakların günümüze uyarlanan hikâyeleri. Atiye’nin Göbeklitepe'de başlayan maceraları Nemrut Dağı'nda sonlanıyor. Buket Uzuner’in Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları Su, Toprak, Hava serisi de unutulmaması gerekenlerden; Hititler bir yanda, Kutadgu Bilig, binlerce yıllık Kaman gelenekleri diğer yanda… İlham perilerinin hâlâ buralarda yaşadığını söylemek yanlış olmaz.
Bu topraklardan alınan ilhamla yapılan işlerde, ortaya çıkan eserlerde, sanatçının hangi duygusunun ağır bastığını merak ediyorum; geçmişe duyulan saygı mı? Bir nevi teşekkür, kültüre olan saygı, borç, minnet?
Yaşamak... Başlı başına bir sorumluluk. Arkeolojik araştırmalarda, geçmişten günümüze bırakılanların, binlerce yıllık tarihin izlerini sürüyoruz. Günlük yaşamdan, mimariye, kullanılan aletlere hepsinin bir önemi, anlamı var. Yaptığımız en küçük hareket, düşünce, geleceğe bırakılan bir kanıt, imza. Biz nasıl seneler önce yaşadığımız topraklardaki uygarlıkların bıraktıklarını buluyorsak, bizden sonra gelecekler de öyle yapacak. Yaşanılan zamandaki hikâyelerin, giyim tarzının, yaşamın binlerce yıl sonrasına etkisinin olması, sanata ilham vermesi her zaman devam edecek.
Nemrut Dağı
Fotoğraf: S. Sinem Yılmaz Öztürk
Sonuç; her şey bittikten sonra, Fazıl Say’ı dinleyerek Nemrut’ta güneşi doğurmak istiyorum, gözlerim kapalı...
Referanslar
(1) Nazım Hikmet'in Arkhitektura SSSR’ye yazdığı “Ya Meçtayu” (Hayal Ediyorum) makalesinden
(2) www.instagram.com/p/B_Y9er6nr21/