Açıkçası Torino’ya gidene kadar böyle bir yerden haberdar bile değildim. Halbuki İtalya'nın üçüncü büyük şehriymiş. Sanırım benim için "en güzel yer" kavramı orada ne kadar ve nasıl zaman geçirdiğime bağlı olarak şekilleniyor. Torino da benim için en güzel şehirlerden biri oldu...
Açıkçası Torino'ya gidene kadar böyle bir şehirden haberdar bile değildim. Halbuki İtalya'nın üçüncü büyük şehriymiş. Sanırım benim için "en güzel yer" kavramı orada ne kadar ve nasıl zaman geçirdiğime bağlı olarak şekilleniyor. Torino da benim için en güzel şehirlerden biri oldu...
Üniversite yıllarımın bir klasiği olarak o yaz da staj yapmak için yurtdışına gitmek istiyordum. Portfolyumu özenle hazırladıktan sonra başladım ofislere ve üniversitelere yollamaya. O sıralarda iletişime geçtiğim birçok ofis ve üniversite oldu fakat en olumlu cevabı Politecnico di Torino üniversitesi hocalarından Prof. Giuseppe Cina 'dan aldım.
Maili aldığımdaki heyecanımı bugün gibi hatırlıyorum ve o heyecanla yazdığım cevap mailini de... Cina ile mailleşmelerimiz devam ederken İtalya'da nasıl bir projede yer almak istediğimi sorunca, yaklaşık 5 ay sonra yazmaya başlayacağım tez için çalışmak istediğimi söyledim. İtalya'daki tez sürecim ve bu sebeple oluşacak yeni şehir tanıma serüvenim de böylece tohumlarını atmaya başlamış oldu. Gelin, bu tohumların oluşturduğu ağaçtan yediğim meyvelerin lezzetine birlikte bakalım…
Vee Torino... Akşam 9:00 sularında Torino havaalanına indik ve bir servis ile şehir merkezine gittik. "Gittik" diyorum çünkü yalnız değildim; üniversitenin ilk yıllarında birlikte okumaya başladığımız fakat daha sonra başka bir üniversiteye geçen yakın arkadaşım Gürkan Ataş ile birlikte gitmiştik Torino'ya... İkimiz de son derece heyecanlıydık.
Sizin için de öyle midir bilmiyorum ama benim için yeni bir ülkeye gitmek, ilk anından itibaren yeni aldığım, merakla okumayı beklediğim bir kitap gibidir. Her sayfa için bir sokak, her bölüm için bir şehir diyebilirsiniz ya da hayal gücünüz nasıl betimliyorsa öyle olsun. Fakat o kitabı okumaya başlamak benim en büyük zevklerimdendir. Bu kitap, bulunduğum şehirden uçağa bindiğimde başlar ve dönüş uçağına binene dek sürer. Dönüş uçağında artık son sayfalarında olurum.
Havaalanı servisi ile şehir merkezine geldiğimiz zaman açıkçası geldiğim yeri hiç sevmedim. İçimden "zaten adını da sevmemiştim buranın" diye geçirdim, ama kendi deneyimlerimden öğrendiğim birşey var ki o da ilk izlenimlerim kötü ise mutlaka devamındaki gelişmeler aksi yönde oluyor.
Üniversitenin öğrenci yurdunu bulmak için yola koyulduk; ben, Gürkan ve yeni tanıştığımız ve ileride Torino sokaklarında saatlerce sohbet ederek yürüyeceğim canım insan Büşra Bilim ile... İlk günün hatta ilk anların verdiği sabırsızlıktan mıdır bilmiyorum o gece çok uzun gelen o yolu daha sonra 2 ay boyunca her gün en az iki defa yürüdüm. Her defasında "ilk gece bu yol çok uzun sürdü, şimdi ise çok kısa" diye düşünerek...
Torino... Kendime, aklıma ve kalbime en yakın olduğum şehir…
Meğer yürüdüğümüz caddenin sonu bizim yurda çıkıyormuş ama biz, şaşkın, yorgun ve meraklı üç genç bilmeden, kapı numaralarına bakarak, ara sıra yorulduğumuzu dillendirerek, ara sıra da bu yol bitmez mi diyerek yurda varmayı başardık. Ve işte 70 numara ... Yüksek bir giriş kapısı ve sağ tarafında konumlandırılmış bir zil. Gelen ses İtalyanca bir şeyler söylerken, içimi tarifi çok zor bir yabancılık hissi sardı.
O gece yerimi yadırgayarak, bir oda arkadaşım olduğunu bilerek fakat yalnız bir şekilde yurt odasında uykuya daldım. Oda arkadaşım İtalya'nın başka bir kentinde yaşıyor fakat Torino'da okuyordu. Kendisiyle çok az vakit geçirdik. O zamanlarda da ben İtalyanca o da İngilizce bilmediği için benim tarzancaya çok yakın İspanyolcamla anlaşmaya çalıştık.
Sanırım ülke değiştirmenin bende yarattığı kronik bir "hasretlik trajedisi" söz konusu. Yurtdışına her çıktığımda ilk günler bende bir hastalık hali… Gerçekten fiziksel anlamda bir şeyler oluyor fakat bence kökeni psikolojik. Tabi bu açıklamadan anlayacağınız üzere Torino'ya vardığım ilk günlerde hemen boğazlarım ağrımaya başladı. Bu sefer daha kolay atlatmış olmamın sebebi sanırım yanımda bir arkadaşımın olmasıydı.
Yabancı bir ülkeye gitmenin bünyemde yarattığı tüm bu garipliklerin ardından sıra yeni bir şehri tanımın tadını çıkarmaya geldi ki, bunun, bu uzun giriş yazısını okumuş olmanıza değeceğini umuyorum.
Az önce bahsettiğim öğrenci yurdunu sonraları gerçekten çok sevdim. İnsanları, havası, sesleri ve bitmek bilmez enerjisiyle... Girişteki, büyük hanları andıran gösterişli kapının ardından, 5-10 adımlık bir mesafede biri sağda diğeri solda olmak üzere iki merdiveni vardı. Bu gösterişli kapı, 10'ar kişilik iki masanın bulunduğu, Japon fenerleriyle süslenmiş, yeterince büyük bir avluya açılıyordu. Bütün yurt sakinlerine iki anahtar teslim ediliyordu; biri odanın diğeri ise avluya açılan dış kapınındı. Torino'da geçirdiğim günler boyunca, o kapıyı her açışımda kendimi çok büyük bir ailenin parçası olarak hissettim kendimi...
Politecnico di Torino
Politecnico di Torino en eski mimarlık okullarından birisi... Fotoğrafından da anlaşılacağı üzere gayet görkemli bir binaya ve oldukça güzel bir kampüse sahip. Torino'daki ilk günlerim, tez için araştırma konusu oluşturmaya çalışmakla geçerken, bir yandan da Gürkan ile birlikte şehir merkezini keşfetmeye başlamıştık. Torino'nun en güzel olanaklardan birisinin toplu taşıma olduğunu söyleyebilirim.
Kentin çok büyük bir bölümünde iki ulaşım aracı -tramvay ve otobüs- hakim. Tramvaya binmeden önce herhangi bir kart okutma sistemi yok. Bindikten sonra her vagonda 2-3 tane kart okuma makinesi bulunuyor ve kartınızı kendiniz okutuyorsunuz (ya da okutmuyorsunuz). Biten cümlenin parantez içinde yer alan "ya da okutmuyorsunuz" kısmı illegal bir tercih oluyor çünkü sizden sorumluluk göstererek bunu kendi kendinize yapmanızı bekliyorlar. Tabi her şey sizin inisiyatifinize bırakılmıyor; belli günlerde ve belli saatlerde tramvay içinde kontrol memurları oluyor ve eğer biletiniz yoksa size ceza kesiyorlar. Biz iki arkadaş, 2 ay boyunca her gün tramvay kullanıp bir kere bile bilet almadık (övünmüyorum ama durum bu, öğrenciydik).
Bir gün yine tramvaydayken, yaklaşık bir vagon ötede mavi üniformalı bir görevli gördüm ve o andan itibaren gerilim filmlerini aratmayan stresli bir bekleyiş başladı bende. Bir durak sonra inecektim ama bu iki tramvay durağı arası hiç o kadar uzun sürmemişti. Bir yandan biletim olmadığını çaktırmamak için heyecan yapmamaya çalışıyorum, bir yandan da gözümün ucuyla görevliyi takip ediyorum. Kapının önünde bekliyorum ki hemen çıkabileyim. Tam durağa yaklaşmışken görevli arkamdaki yolcuya biletini sordu ve o sırada kapı açıldı. Tramvaydan inişimi, gerilmiş bir okun yaydan çıkması şeklinde özetleyebilirim.
Torino serüveni benim için iki boyut kazanmıştı artık. Birincisi; yeni bir şehir tanıyordum, heyecanlıydım, sabahları duyduğum sesler kendi şehrimdekine benzemiyordu, dillerin tınısı farklıydı, eğlencelerin adı başkaydı. İkincisi ise, aylar sonra yazacağım tez için şimdiden saha çalışması yapıyordum ve Türkiye'ye, almam gereken tüm bilgileri alıp dönmeliydim, zira İtalya'ya sık sık ziyaret etmem pek mümkün değildi.
Yeni şehir yeni insanlar, yeni bakış açıları, yeni hayaller demekti. Arada hasretlik vardı ama bu yazıda ondan bahsetmeyeceğim. Bana sorsanız İtalya'nın en güzel yurdunda, en güzel mahallesinde kalıyordum çünkü anılarım orada en güzel halini aldı. İlk gün, yurda gece vardığımız için yemek yeme şansımız olmamıştı. İkinci günün akşamında açlık iyice başımıza vurunca, idari işler bölümünde çalışan 25 yaşlarındaki sıcakkanlı kıza danışalım dedik ve inanın hiç pişman olmadık. İlk meyveler böylece tadını bırakmaya, kokusunu hissettirmeye başlamıştı...
Bizi, yürüme mesafesiyle yurda 10-15 dakika uzaklıktaki bir pizzacıya yönlendirdi. İtalya'daki en güzel pizzaları o restoranda yediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Giriş dahil üç katlı, kendi halinde, güler yüzlü çalışanları ve birbirinden lezzetli pizzalarıyla günün her saati gayet yoğun bir şekilde hizmet veren bir restorandı. (Adını merak ettiğinizi biliyorum ama inanın hatırlamıyorum.)
Lezzetli pizzalar, yeni tanımaya başladığım bir kültür, aperitivo ya gidilen akşamlar, arkadaşlıklar derken, Prof. Cina ile sürdürdüğümüz çalışmalar sonucunda artık tezimin konusu belirlenmişti ve bana düşen, yeni bir şehir tanımanın doyasıya tadını çıkarmaktı. Tezimin araştırma süreci şimdi sözünü ettiğim kadar eğlenceli gelmemişti o zamanlar, ama tadı da böyle çıkıyor sanırım. Ya da şöyle söyleyeyim; bu meyve tadını sonradan veriyor.
İtalya kalın bir kitaptı ve her şeyi bir solukta anlatmak hikâyenin heyecanını yitirmesine neden olacaktır.
Devamı için takipte kalın!
Özgü Yıldız'ın önceki yazısına ulaşmak için tıklayınız.