Prof. Dr. Günkut Akın’ın, “Afife Batur’a Armağan” adlı kitap için 2005 yılında kaleme almış olduğu makale, geçtiğimiz ay aramızdan ayrılan değerli hoca, mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Afife Batur’a bir saygı duruşu niteliğinde... Bu yazıda, Hoca’nın dur durak bilmeyen 40 yılı aşkın akademik yaşamının kısa bir retrospektifi ile onun kendini nasıl “yılmaz bir bilim emekçisi”ne dönüştürdüğünün ipuçlarını bulacaksınız.
Tarih içinde yaşarken fark etmediğimiz bir şey. Oysa işte Afife Batur bir tarih. Yeni gelenlerin hiç bitmeden bir öncekini tarihe doğru ittiği ne kadar çok kuşak var onun belleğinde. Ne var ki her vardiya ile yenilenen, ama yaşı hiç değişmeyen çevresi, sürekli tarih konuştuğu halde kendi tarihinden hiç söz etmeyen bu yılların hocasının nerelerden geçip geldiğini sormayı aklına bile getirmez. Çünkü Afife Batur çok doğal bir şekilde yaş farkını silme becerisine sahiptir. Onun öğrencilerle veya meslektaşlarıyla ilişkisinde, ne yaşa ilişkin ne de akademik hiçbir hiyerarşi yoktur. Bunun bu kadar doğal olması elbette Afife Batur’un, içinde bilimin ağırlıklı yer tuttuğu, dünyaya bakışının bir uzantısı. Afife Hoca yaşlanmaz. Bu nedenle gençlerle arasında zaten yaş farkı yoktur. Emeklilik töreni denilen şeyle hiç ilgilenmemesi, çalışma temposunu -gençleri pes ettirecek şekilde- giderek arttırması, hatta bu enerjiyle fiziksel yaşlanmayı durdurmuş gibi görünen bedeni değil burada işaret edilmek istenen. Batur’u bu kadar diri tutan, onun bilimsel merakı, bitip tükenmeyen öğrenme isteği, kendinle yarışması. Hele her şeyi zaten bilenlerin ve sonu baştan belli çalışmaların hızla çoğaldığı sözümona akademik ortamda, Afife Hocanın defteri kapatmaması, merak etmeye devam etmesi, etrafındaki yeni kuşaklar için belki de hala önemli bir model oluşturuyor.
Afife Batur’un ders vermekten, tez danışmanlıklarından ve Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı ortamından kopmamış olması kurumsallığa verdiği önemle de ilgili. Türkiye’de mimarlık tarihi disiplininin bir anlamda kurulması ve kurumsallaşması açısından, 1960 ve 70’lerde, İTÜ’deki kadro tarihsel bir rol oynamıştır. Akademik yaşama 1959’da adım atmış olan Afife Batur daha başından itibaren bu şaşırtıcı ivmenin önemli bir parçasıdır. Kuşkusuz Doğan Kuban’ın sıradışı kimliği hem disiplinin tanımlanmasında, hem de sözkonusu kadronun oluşumunda belirleyici bir işlev taşır. Ancak kadroyu oluşturan adların da her biri, yaptıkları öncü çalışmalarla, Türkiye’deki mimarlık tarihinin tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu ortamda üretilen her metin disipline çizilen yeni rotanın gözden geçirilmesine, evrensel standartların egemen kılınmasına ve çıtanın yükseltilmesine katkıda bulunur. Kaldı ki kurumsallaşma öncelikle bir kadronun oluşmasına bağlıdır.
İTÜ’de mimarlık tarihi disiplininin yükselişi, 1960’lardan itibaren ülkede genel olarak tarihe olan yoğun ilgi artışının rüzgarını arkasına almış olmalı. Bu ilgi dolaylıdır. Toplumsal sorunların nedenlerine duyulan ilgi tarihe yönelmiş, ancak sonuçta tarih toplumbilimlerinin önüne geçmiştir. Aslında bu dönem dünyada ve Türkiye’de önemli değişimlerin yaşandığı bir dönüm noktasıdır. En fazla dikkat çeken ortak payda ise dışarıda ve içeride toplumcu duyarlılıkların öne çıkmasıdır. Türkiye için değişim daha da belirgin. Çünkü 1960 sonrasında oluşan göreli özgürlük ortamı, sınırlar içinde tanımlanagelmiş olan eski bilim yapma tarzlarının kırılmasına ve gerçekliğin daha dolaysız ifade edilmesine olanak sağlamıştır. Buna Türkiye tarihinde ilk kez kitleselleşmiş bir bilgi talebi eşlik etmiştir. Bu talep kaçınılmaz olarak aynı zamanda politiktir. Ancak toplumun bilme isteği ile bilgi üretiminin birbirini kışkırttığı bu tarihsel anın politikadan önce mi geldiği, yoksa onun bir sonucu mu olduğunu söylemek mümkün değildir. Herhalde tüm bileşenlerin birbirinin içine geçtiği daha karmaşık bir süreçten söz etmek daha doğru. Ne olursa olsun, bugün artık toplumsal hiçbir talebi okuyamayan, toplumun da hiçbir talep yöneltmediği üniversitenin marjinal konumundan bakıldığında, 1960 ve 70’lerin deneyimi bugünkü sorunların anlaşılması ve belki de aşılması açısından önemli veriler içeriyor.
İTÜ Mimarlık tarihi kadrosunun 1960 ve 70’lerde yeniden tanımladığı disiplin, daha sistematik, daha ampirik ve toplumcudur. Diğer taraftan nesnel ve somut bir tarih yazımının peşindeki bu yaklaşım, onların kendilerini hem resmi veya milliyetçi bellek politikalarından, hem de bir ölçüde modernist mimarlık dogmalarından uzakta tutmalarına katkıda bulunmuştur. Afife Batur’un 1960’ların sonundan 1970’lerin ortalarına kadarki dönemde yayımlanan daha ilk yazıları bu saptamaları desteklemekte ve onun bugüne kadar süren araştırma alanları ve yaklaşımlarının neredeyse bir tür özetini vermektedir: onun 1967’de başlayıp 1968’de Selçuk Batur ile devam eden Mimar Sinan yapılarının listesi, aynı yıl yayımlanan Sinan Bibliyografyası ile bu konuya sistematik bir başlangıç için gerekli altyapıyı oluşturur. “Yıldız Serencebey’de Şeyh Zafir Türbe, Kitaplık ve Çeşmesi” adlı 1968’deki üçüncü yazı, Afife Batur’un adı ile özdeşleşecek olan D’Aronco üzerineTürkiye’de bir ilk metin olmasına ve ulaşılabilen kaynakça kısıtlılığına karşın, gerek Art Nouveau üslubunu, gerekse sözkonusu mimarı, mimarlık tarihi içinde konumlandırma açısından yoğun bir birikim sergiler, ama bunun ötesine de geçer: Batılılaşma olgusunu kültürel ve politik bağlamda sorunsallaştırır. Bu yazıda strüktür, işlev ve malzemenin belirleyiciliğine ilişkin modernist ilke birincil değerlendirme ölçütüdür. Ancak Abdülhamit’in bir tarikat şeyhi için yaptırttığı Art Nouveau üslubundaki yapılar grubunun ele alınmış olması, hem resmi tarih, hem de modernizmin yadsıdığı alanlara uzanmaktan çekinmeyen nesnel bir tavır sergiler. Bu yazıdan başlayarak, Afife Batur’un her çalışmasında dikkat çeken bir diğer özellik ise ayrıntılı biçim analizidir. Daha çok salt betimleyici bir sanat/mimarlık tarihi yazımına aitmiş gibi algılanan ve kuramsal yaklaşımlarda genellikle ihmal edilen biçim analizi, Batur’un metinlerindeki ampirik boyutu açığa vurur. Özgün rölövelerle de desteklenen bu yaklaşım, somut veriler üzerinde yapılan gözlemin önceliğini vurgular. Kuram ve yorum hiçbir zaman nesneden kopmaz.
Yine 1968 yılında ortaya çıkan şaşırtıcı bir küçük kitap, Afife Batur’un kendine kurduğu bilimsel dünyanın çerçevesi hakkında daha bütünsel bir fikir edinmek açısından dikkat çekicidir. O tarihlerde İTÜ’deki mimarlık tarihi kadrosunun bir üyesi olan eşi Selçuk Batur ile Afife Batur’un birlikte Türkçeye kazandırdıkları, E. Panofsky’nin “Hümanist Bir Bilim Dalı Olarak Sanat Tarihi” adlı metni, gerçi sanat yapıtına ilişkin anlamın çözümlenmesinde bir ölçüde strüktüralist bir model önerir, ancak nihai yorum somut verileri çok aşan bir düzlemde oluşturulur. Bu açıdan Panofsky çözümlemesinin, yukarıda betimlenen ampirik yaklaşımın tam karşıtı olan bir konumda durduğu söylenebilir. 1968’de Panofsky’nin gündeme alınmış olması, mimarlık tarihi disiplinine getirilmek istenen yeni tanımın hiç de doğrusal bir süreç üzerinde yürümediğini, dönemin kısıtlı olanaklara karşın, bilgi alanının olabildiğince farklı boyutlarına açık olmaya çalışıldığını düşündürmektedir.
"Afife Batur yakınmaz. O yılmaz bir bilim emekçisi olarak yoluna devam eder, işini yapar. Gerçekten Afife Batur’u en iyi anlatacak olan metafor budur: bilim emekçisi"
Strüktür dönemin büyülü kavramıdır, göndermeleri çoktur. Mimarlık tarihi metinlerinde kullanıldığında bile inşai strüktürün çok ötesinde tınılara sahiptir. Her şeyden önce kendini daha öncekilerden ayıran, yeni bir yaklaşımın simgesidir. Tikeli bütünün içine yerleştiren, ilişkileri açıklayan ve bu yolla bütünsel ve de nesnel bir anlam arayışında olan yeni bilim yapma tarzının anahtar sözcüğüdür. Diğer taraftan strüktür, kimi kez bir toplumsal bilince gönderme yapar. Yazar bu kavramı kullandığında, toplumun sınıfsal strüktürünün farkında olduğunu ima eder ve mimarlık tarihi söylemini asıl belirleyici olan toplumsal söylem ile ilişkilendirir. Afife Batur’un çok uzun bir hazırlıktan sonra 1973’te biten doktora çalışması “Osmanlı Camilerinde Kemer”in alt başlığı “Strüktür-Biçim İlişkisi Üzerine Bir Deneme”dir. Yazar tezin kısa girişinde “Osmanlı Mimarlığının daha önce strüktür açısından bir değerlendirmesinin yapılmamış” olduğuna işaret eder ve bu kavramın “en genel anlamda düşünce sistematiğine girmemiş” olduğunun altını çizer. Strüktür kavramının yukarıda değinilenler dışında yeni bir gönderme alanıdır bu: sistemli düşünme. Burada strüktür belki de çok öznel bir fona sahip. Çünkü doktora geleneği olmayan İTÜ’de 1959 yılında “Osmanlı Yapılarında Mimari Dekorasyon” adıyla başlayan tezin “Strüktür-Biçim İlişkisi”ne dönüşmesi olasılıkla hiç de sıradan bir yön değiştirme değil. Tezin strüktürünün oluşturulması ile strüktür üzerine bir metne dönüşmesi, birlikte yürüyen ve iki farklı strüktürün karşılıklı birbirine gönderme yaptığı, birbirinin anlamını çoğalttığı uzun ve zor bir süreç olmuş olmalı.
Afife Batur’un doktora tezinden birkaç yıl önce, 1970’de kaleme aldığı, “Osmanlı Camilerinde Almaşık Duvar Üzerine” adlı metnin girişinde 1976’da Türkçe çevirisi yayımlanacak olan, F.de Saussure’ün “Genel Dilbilim Dersleri”nden bir alıntı yer alır: “Birimler ancak bağıntılarıyla tanımlanabilir”. Strüktüralist dilbilimin bu temel önermesi, o tarihlerde entelektüel dünyayı yoğun bir şekilde etkisi altına almış bulunan strüktüralizmin yola çıkış noktasıdır. Ancak bir bakıma son modernist bilgikuramı olan strüktüralizmin 1970’teki doruğu, onun aynı zamanda inişe başladığı noktadır. Çünkü gerek poststrüktüralizm, gerekse postmodernizm 1960’ların sonuna doğru yola koyulmuşlardı bile.
İçinde yaşadığımız bugünkü ortamın düşünsel altyapısını hazırlayan bu modern sonrası dönemecin farkına varılması, dünyada ve Türkiye’de zaman almıştır. Bu arada Türkiye’de, 1960’ların sistematik ve toplumcu düşünce birikimi, 1970’lerin gerginleşen politik ortamı içinde, kapsamlı bilimsel çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda Afife Batur yukarıda değinilen doktora tezi ve “Almaşık Duvar” makalesi dışında, çok daha sonra (1998-2000) İstanbul Şubesine Başkan olacağı Mimarlar Odası’nın etkin bir sivil toplum örgütü olarak işleyişine katkıda bulunur, odanın dergisi Mimarlık’ta yazılar yazar ve kürsünün yıllar boyunca sürecek olan modern mimarlık derslerini üstlenir. Kente ve mimarlığa ilişkin endüstri sonrası sürecin ekonomik, toplumsal ve teknolojik dinamiklere ağırlık verilerek açıklandığı bu dersler, özellikle 1980 öncesi dönemin öğrencileri tarafından çok yoğun bir ilgi ile izlenmiştir.
UNESCO tarafından Mimari Miras Yılı ilan edilen 1975’te Afife Batur Türkiye Milli Komitesi üyesidir. Aynı yıl koruma üzerine ilk yazıları Mimarlık Dergisi'nde görülür. 1977’den itibaren ise Selçuk Batur’un girişimiyle yayımlanmaya başlayan Çevre Dergisi koruma duyarlılığını geniş bağlamlara taşıyan öncü bir süreli yayındır. En geç bu tarihlerden sonra Türkiye’nin koruma sorunları Afife Batur’un sürekli olarak gündeminde kalacak, özellikle1998-2000 yılları arasındaki Koruma Kurulu üyeliği döneminde ondan çok yoğun bir mesai talep edecektir.
Ancak koruma asıl, mimarlık tarihi çevresinde örgütlenmiş olan İTÜ’deki kadronun, bu yeni ilgi alanına doğru açılmasıyla, farklı bir kimlik kazanmasına neden olur. Mimarlık Tarihi ve Rölöve Kürsüsü, Fakülte’deki 1972 reformu sonucunda, önce Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Kürsüsü adını alır, 1982 tarihli YÖK Yasasıyla da ikiye ayrılır. Afife Batur Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı’nda akademik kariyerini sürdürmeye karar verir. 60’lardaki kadronun ve kurumsallaşmanın kurucu adı olan Doğan Kuban ise artık Restorasyon Anabilim Dalının Başkanıdır.
1980’lerde Türkiye, 1960’lardaki kapsamlı dönüşümün bir benzerini yaşar. Ancak bu kez kopmanın ideolojisi tam ters yöndedir. Daha önce değinildiği gibi bu yeni dönemin bilgikuramındaki refakatçısı olan poststrüktüralizm bütün eleştirisini, Afife Batur’un dişi ve tırnağıyla kendine kurduğu araştırma mantığına, yani strüktüre yöneltmiştir. Ancak neoliberal politika ve poststrüktüralist bilgikuramı Batı’daki kurumların strüktürlerini değil, modernliğe zaten gecikerek katılmış olan Batı-dışı’ndaki toplumların daha henüz kendini toparlamaya başlamış kurumlarını çökertmiştir. Hocanın çevresindeki strüktürler çözülmeye başlamıştır bile. Kürsü parçalanmış, 1960’lardaki kadro zaten çok daha önce birer birer ayrılmış, sistematik kitaplık dağılmış, o görkemli slayt arşivinin çekmeceleri boşalmıştır.
Afife Batur yakınmaz. O yılmaz bir bilim emekçisi olarak yoluna devam eder, işini yapar. Gerçekten Afife Batur’u en iyi anlatacak olan metafor budur: bilim emekçisi. 1980 sonrası dönemdeki yayınlar listesine bakıldığında, koca kitapların editörlükleri ve birbirinden değerli makalelerin, sayısız ansiklopedi maddesi ile birlikte olduğu görülür. İşin büyüğü küçüğü yoktur. Her metin bir görevdir; aynı özenle, kılı kırk yaran bir titizlikle yerine getirilir. Oysa Batur, özellikle 1990 sonrasında altından kalkması hiç de kolay olmayan birçok büyük projeyi üstlenmiş,
Habitat II çerçevesinde düzenlenen “Dünya Kenti istanbul” gibi görkemli bir serginin, “Osmanlı Mimarlığının Yedi Yüzyılı” gibi uluslararası bir sempozyumun koordinatörlüklerini yapmış, “Vedat Tek” monografisinin editörlüğünü yürütmüştür. 2001 Yılından itibaren de “TÜBA’nın Türkiye Kültür Envanteri kapsamındaki Pilot Bölge Çalışmaları”ndan birini sürdürmektedir.
Bu kısa yazı Afife Batur’un ne akademik uğraşı ne de yazıları hakkında yeterli bir fikir verebilir. Dile kolay, 40 yılı aşkın bir yaşam dilimi bu, üstelik Afife Batur gibi dur durak bilmeyen, hiçbir akademik işi ertelemeyen bir bilim insanına ait. Sözlerimi bitirirken birkaç yıl önce Hoca üzerine yapılan bir televizyon programı bağlamında, moderatörün bana yönelttiği ve çok da anlamlı olmayan bir soruya verdiğim spontane yanıtı yinelemek istiyorum. “Afife Batur mimarlık tarihçisi olmasaydı, başka hangi meslekte başarılı olurdu?” diye sorulmuştu. Benim hiç düşünmeden verdiğim yanıt ise şuydu: “Bu çalışma azmi ve titizliği ile her meslekte. Ama iyi ki mimarlık tarihçisi olmuş”.
***
Afife Batur’a Armağan - Mimarlık ve Sanat Tarihi Yazıları,
Editörler: Aygül Ağır, Deniz Mazlum, Gül Cephanecigil, İstanbul, Literatür, 2005, s. 11-13.