Mimar ve akademisyen Peggy Deamer, meslektaşlarını estetik anlamda gösterişli binalar yaratmak yerine açık kaynak kullanımına ve işbirliği yapmaya davet ediyor.
Mimaride işbirliği, açık kaynak kullanımı, hiyerarşi karşıtı çalışma anlayışı, verimli üretim ve kar paylaşımı… Mimar ve akademisyen Peggy Deamer, bugün artık estetik anlamda gösterişli binalar yaratmak yerine sosyal, çevresel ve ekonomik anlamda iyi performans gösteren yapılara odaklanmamız gerektiğini söylüyor.
Birçok röportajınızda mimarlar da dahil artık herkesin “yıldız mimar” kavramından sıkıldığını dile getirdiniz. Size göre mimarinin bugün artık neye odaklanmaya ihtiyacı var?
Bence bugünün mimarisi artık bina tasarlamanın ötesine geçmeli. Güzel ve şık binalar yaratmaya, kendi egomuzu ve tasarım felsefemizi ifade etmeye çok fazla zaman ve enerji harcıyoruz. Aslında bir mimarın bina tasarımından çok daha fazlasına odaklanması gerekiyor. Bina, sadece buzdağının görünen yüzü. Bunun dışında arazi kullanımı, ekolojik durum, malzeme özellikleri, çalışma organizasyonu, uygun iş çizelgesi oluşturma, bütçeye sadık kalma gibi konularla da ilgilenmek zorunda bir mimar. Ama günümüzde bir mimarın bu pratik meselelere nasıl yaklaştığını kimse merak etmiyor; daha çok onun estetik kabiliyeti üzerinde duruluyor.
Siz tüm bu ego merkezli yaklaşım ve gösterişli binalar yerine ekip çalışmasını, bilgi ve kaynak paylaşımını öneriyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Artık yükleniciler ve inşaat firmalarıyla projenin nasıl finanse edileceği, maliyeti ve tedarik süresi hakkında daha işin çok başındayken bilgi paylaşımında bulunabilmek mümkün. Şimdiye kadar bu tip bilgiler genellikle sadece projenin sahibinin ya da yüklenicisinin tekelinde oluyor ve mimarlar bu konuların biraz uzağında tutuluyordu. Ben mimarların da bu süreçlere dahil olması gerektiğini düşünüyorum. Bir projeye başlamadan önce birlikte fikir üreterek süreç içindeki eksiklikleri kolaylıkla saptayabiliriz. Mühendisler ve yüklenicilerle erken diyalog kurarak bu eksiklikleri önceden giderebilir ve daha verimli bir çalışma süreci yaratabiliriz. Söylemek istediğim kısaca bu… Erkenden diyaloğa girmeye ve işin daha çok başında bilgi paylaşarak etkili çözümler üretmeye çalışmalıyız. Bu hepimize fayda sağlar. Bu noktada bilgi paylaşımı kilit nokta.
Çoğu kişi çevremizde yenilikçi, etkili ve özgün tasarımlar görmek istiyorsak sanatçının bireyselliğini kabul etmemiz gerektiğini, aksi halde ‘sıradan’ olanın cesaretlendirileceğini düşünüyor. Sizce bu düşüncenin bir geçerliliği var mı?
Mimarlar konseptin tutarlılığına odaklanmalı. Konseptin tutarlılığı; kanun ve yönetmelik hakkında bilgi sahibi olma ve maliyet konusunda sorumluluk taşıma ve tabii ki tasarım estetiği gibi birçok farklı konuyu içeriyor. Bir konsepti biçimsel bir tutarlılık çerçevesinde ele almak gerekir. Tüm bunlar mimarın sorumluluk alanına girer. Ben sadece estetik kalitenin bu sorumlulukları görmezden gelerek elde edilebileceği fikrine karşıyım. Estetik kalite bireysel estetik vizyonla karıştırılmamalı. Bu çok popülarize edilmiş bir fikir gibi geliyor bana. Burada bir yanlış anlaşılma söz konusu ve bu yanlış anlaşılmanın düzeltilmeden devam ettirilmesinden de yine mimarlar sorumlu. Bugün bireysel egolarını sindirmiş birçok mimarlık firmasından örnek vermek mümkün. Onların tasarımları sıradan olmanın çok ötesinde.
Örnek vermek gerekirse?
Renzo Piano’nun tasarımları. Renzo Piano kendisini bir sanatçı olarak değil, teknisyen olarak görüyor. Yeni Whitney Müzesi de verebileceğimiz en güzel örneklerden biri çünkü estetik olarak ön plana çıkan bir yapı değil. Yeni Whitney, New York’ta yaşayan pek çok kişi tarafından görünüşü nedeniyle değil, içeriği nedeniyle beğenildi. Piano, estetik kaygılarını bir yana bırakıp binanın görevini saygın bir biçimde yerine getirmesine çalışmıştı. Bir diğer mimarlık firması ise Snohetta. Snohetta’nın çalışmaları da ego merkezli olmaktan çok uzak.
Bugünün mimarisinin karşılaştığı en büyük zorluklar neler size göze?
Bana kalırsa yaptığımız işi yeniden tanımlamakta zorlanıyoruz. Estetik boyutun dışında kalan gerçek işler aslında göründüğünden çok daha karmaşık. Örneğin, bütçeyi aşmayacağımıza, bu tür bir sorumluluk ve bilinç taşıdığımıza dair müşteri ve yüklenici tarafında bir güven yaratmalıyız. İnşaat firması, proje değerleme ya da programın oluşturulması sürecine genellikle mimarı dahil etmekten çekiniyor. Bu sürece yeterince erken dahil edilmediğimizi düşünüyorum. Bu büyük bir sorun çünkü eğer bu toplantı masasına daha erken dahil olursak mimari bakış açımızı yansıtarak bazı noktaların çok daha önceden netliğe kavuşturulmasını sağlayabiliriz. Ama proje yöneticileri mimarlara bu noktada fazla güvenmiyorlar. Bizim sadece projeleri daha pahalı ve şık yapmaya çalıştığımızı düşünüyorlar. Bu bakış açısını değiştirmeliyiz. Mimarlar finans ve programlama süreçlerine dahil edilmeli.
Aynı zamanda bir akademisyensiniz. Bir dönem Yale Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yardımcı Dekanlığını üstlendiniz. Yale Üniversitesi’nde estetiğin ötesinde, mimarlığın sosyal ve etik yönünün tartışıldığı dersler var mı?
Yale Üniversitesi’nin bu konuda iyi olduğunu söyleyemem. Yale’in bugüne kadar ‘yıldız mimar’ yetiştirmeye eğilimli bir eğitim politikası oldu. Ama yeni dekanla birlikte bunun değişeceğini düşünüyorum. Yale Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde bu tür tartışmaların daha çok yapıldığını söyleyebilirim. Colombia Üniversitesi’nin dekanının da çevre ve sürdürülebilirlik konusunda son derece duyarlı olduğunu biliyorum. Genel anlamda bir değişim ve bir uyanış söz konusu. Aslında öğrenciler bu konular hakkında çok daha fazla bilince sahipler. Dünyayı değiştirme konusunda daha cesaretliler. Bir yandan kendi gelecekleri hakkında fikir sahibi olmak, okulu bitirdiklerinde ne kadar para kazanacaklarını bilmek istiyorlar ama bir yandan da yeşil mimariye ilgi duyuyorlar. Gelecekte dünyayı nasıl daha daha iyi yönde değiştirebileceklerine dair kafa yoruyorlar. Mimaride sosyal ve etik olarak nasıl fark yaratabileceklerini sorguluyorlar. Bu anlamda öğrenciler akademiden çok daha ileri noktada.
Gelecekte mimarlık yaşamımızı nasıl şekillendirecek?
Aslında gelecekte mimarlığın olmasını hayal ettiğim nokta ile olacağını düşündüğüm nokta arasında biraz fark var maalesef. Gelecekte mimarinin tanımının daha geniş bir bağlamda ele alınacağını söyleyebilirim. Mimari daha çok kentsel tasarımın bir parçası olarak işlev görecek. Çünkü ancak bu şekilde mimarlık pratiği sosyal bilincini ortaya koyabilir. Mimarların kentsel tasarıma dahil olmasıyla birlikte daha geniş ölçekte işler tasarlamamız istenecek.
Bugün mimarlığı, daha geniş bir bağlamda ele alınan ‘anlık bir akupunktur’ gibi düşünebiliriz. Bence mimarlık bu yöne doğru evriliyor. Ve bu bağlamsalcılığın ötesinde bir durum, çünkü bir dönem mimarlık gerçekten bağlamsal şekilde ele alınıyordu. Bu tür bir bağlamsalcılıkta ise fiziksel boyut yani doğru malzeme seçimi, doğru ölçekte çalışma, kentsel doku ve arazi kullanımı gibi unsurlar daha fazla önem kazanıyor.
Fotoğraflar:
Hüseyin Aldemir, Amber Eroyan