Mimarlara Sorduk: Bir Semt Olsaydınız Hangisi Olurdunuz?

mimarizm.com / 26 Şubat 2020
"Mimarlara Sorduk” yazı dizisi için bu kez deneyimli mimarlarımıza, “Bir Semt Olsaydınız Hangisi Olurdunuz? ”sorusunu yönelttik. Ayça Akkaya Kul, Melike Altınışık, Gönül Ardal, Kaya Arıkoğlu, Hüray Erk ve Yelin Evcen'in samimi yanıtları mimarizm.com'da.

Ayça Akkaya Kul, mimaristudio Kurucu Ortak

Benim cevabım, Boğaz'ın enfes manzarasına ev sahipliği yapan, sıcak, samimi ve bir o kadar zengin yaşam kültürü olan Kuzguncuk. Hayatın tüm renkliliğinin binalarına yansıdığı, az katlı, cumbalı evleri ve şimdilerde kafeleri ile, tüm koşuşturmacalarımın arasında nefes aldığımı hissettirdiği için çok sevdiğim semt.

 

*

Melike Altınışık, MAA Architects Kurucusu

Beyazıt'ta Kapalı Çarşı Olmak

Kapalı Çarşı, tek başına bir semti, bir şehri, bir üllkeyi, bir dünyayı temsil eder. Çarşı’nın kapalı kutularından malzemeye dair ne ararsanız çıkar: Kumaş, metal, cam, ahşap, pul... Bu malzeme zenginliği; modayı, mimariyi, edebiyatı, geometriyi ve tarihi, her şeyi ve herkesi, aynı anda besler. 

Dev ölçekli bir labirenttir bana kalırsa Kapalı Çarşı, içinde dolandıkça size farklı bir yüzünü gösteren ve her seferinde sizi bambaşka birine döndüren.  

Çıkış kapısı sonsuza bağlanan; geometriyi, fiziği ve alan kavramını bir felsefeci derinliğiyle kullanan bir edebiyatçıdır aynı zamanda. Gökbilimcidir. Şairdir. Ressamdır. Mimardır aslında Kapalı Çarşı. Tüm bu kimlikleri, asırlardır üzerinde hafif bir şal gibi taşır. Şatafatlı görünüşünü, minimalist altyapısına borçlu olan; suratındaki boyaya aldırış etmeden mimari bir devrimi küçük harflerle yapan kaç yapı vardır dünyada, hala 800 yıllık sırrını kendisine saklayabilen? 

4 cadde ve sokağı, 2 bedesteni, 16 hanı, 22 kapısı, yaklaşık olarak 3600 dükkanıyla dünyanın en büyük ve en eski alışveriş merkezi olan, 4500 metrekare alanın içinde yaklaşık 20 bin kişinin çalıştığı Kapalı Çarşı’ya uzaktan bakıp; “Bir semt olsaydım kesinlikle ‘Kapalı Çarşı’ olurdum” cümlesi kurmak, bir mimar olarak iki kelimede mesleğinizin yapı taşını özetlemek gibi. 

Evliya Çelebi, 17’inci yüzyılda yazdığı Seyehatnamesi’ne Kapalı Çarşı’nın seceresini şöyle dökmüş: 4399 dükkan, 2195 oda, 497 küçük dükkan, 2 lokanta, 12 hazine dairesi, 1 cami, 10 mescid, 1 hamam, 19 çeşme, 8 tulumbalı kuyu, 24 han, 1 mektep ve 1 türbe. 

Bir bilmece gibidir Kapalı Çarşı. Bir tür dönme dolap.  Evliya Çelebi’nin tabiriyle “muazzam güçlü bir kale”; Orhan Veli’nin dizelerine bakılırsa; “Kapalıçarşı deyip te geçme / Kapalıçarşı, Kapalı kutu"…  Bir mimara, edebiyat çerçevesinden bakmayı ve tasarlamayı; bir yazaraysa geometrik yazmayı ve kurgulamayı gösterir. Kapalı kutularından malzemeye dair ne ararsanız çıkar: Kumaş, metal, cam, ahşap, pul… Bu malzeme zenginliği modayı, mimariyi, edebiyatı, geometriyi ve tarihi, her şeyi ve herkesi, aynı anda besler. Her disiplinin nasıl da birbirine bağlı bir şekilde, birbirinden bağımsız bir ritimle yaşamaya devam ettiğini gösterir. 

Malzemeler sanki birbirinin içine doğru erir. Karmaşasının içinde mimarlığın kodlarını görmeye başlarsınız.  

Çok yönlü. Çok katmanlı. Fazlasıyla heyecanlı.

 

*

Gönül Ardal, Gönye Proje Tasarım Kurucu Ortak

Bir semt olsaydım; çocukluğumun geçtiği Kadıköy’ün denize nazır özel bir semti olan Moda olmak isterdim. Benim için çocukluğumda ailem ile birlikte gittiğim sosyalleşme mekanı olan Moda, gençliğimde arkadaşlarımla birlikte keyifli vakit geçirdiğim ve şimdilerde halen dostlarımla birlikte sık sık ziyaret ettiğim bir semttir. Eskiden bilip tanıdığım ve yaşadığım ara sokaklarında gezmek, “Acaba değişiklik var mı?” diye merak ettiğim yer yer bahçeli evlerin önünde yürüyüş yapmak keyif verirken, semtin denizle kurduğu ilişki, semte olan sempatimi artırıyor. Son dönemlerde semtteki yeme içme mekanlarının artması ile çoğu zaman çok kalabalık olmasına rağmen Moda semtini, yaşanmışlığın bende uyandırdığı huzur olarak tanımlayabilirim.

 

*

Kaya Arıkoğlu, Arıkoğlu Mimarlık

Sürekli İstanbul’da yaşamış olmasam da çocukluğumdan beri kenti çok yakından tanıma imkanım olmuştur. 1950’lerin başından bugüne kadar İstanbul’un değişik semtlerinde yaşadım ama en çok Boğaziçi’nde Bebek ve Arnavutköy’ü yakından tanıdım. Şimdi aralarında seçim yaparken fazla düşünmeden Arnavutköy’ü tercih ediyorum. “Neden Arnavutköy'ü seçtin?” diye sorarsanız nedenini şöyle izah edebilirim.

Aslında, bu seçimi yaparken anne tarafımın Arnavut kökenli olması sadece bir tesadüften ibaret. Önemli olan, çok büyük bir metropol içinde Arnavutköy’ün özgün bir semt olma karakterini kaybetmemiş olması. Farkındayım, bu özellikler fazlasıyla diğer Boğaz köylerinde de halen mevcut olabilir. Peki öyleyse Arnavutköy’ü çok özel yapan nedir ve neler bu karaktere tecavüz edip, zarar vermektedir?

Arnavutköy’ün, Kireçburnu ve Bebek arasında bir koy olarak, sınırları çok net ve belirgindir. Boğaz üzerinde olması ve sahille direkt ilişki kurması çok özeldir. Kazıklı Yol yapılmadan önce, sahil yolu semtin direkt merkezine dalıp sonra tekrar deniz kenarına çıkardı. Şimdi bile merkeze giren arka yolu alırsanız, dolaşımın yavaşlaması, kent dokusu ve kokusu ile tanışmak ve sonra yolun devamında Akıntı Burnu’na çıkıp rüzgarı ve denizin kokusunu alabilmek çok özel ve unutulmaz bir histir. Ayrıca Arnavutköy’ün sırtlarına tırmanırken değişik konum ve açılardan Boğaz’ın manzarası inanılmaz keyiflidir. Boğaz’ın karşı köyleri buna benzer özeliklere sahip olabilirler ama acımasız Batı güneşini almaları ve mehtabı deniz üzerinden seyretme şansına sahip olmamaları onları mağdur eder. 

Bu çok özel doğal konumundan dolayı Arnavutköy, Boğaz semtleri arasından sıyrılıp “Süper Lig” kategorisine girer. Peki, hemen yakınında yer alan Ortaköy ve Bebek semtlerine neden fark atar? Arnavutköy farklıdır çünkü; sosyal yapısı tüm kültür ve ekonomik segmentleri kabul etmiştir. Camisi, kiliseleri, koleji, okulları, yalısı, köşkü, sıra evleri ile yapısal bir bütündür. Semt bir sosyo-ekonomik yelpaze gibi tüm gelir guruplarına açıktır. Bebek ile mukayese edilince Arnavutköy daha açık gönüllü halk semtidir ve yaşamı daha rahattır. Diğer taraftan Ortaköy ile mukayese edilince Arnavutköy daha rafinedir, yaşam temposu daha yavaş ve sakindir.  

Cevabımı “Arnavutköy’ün bu özelliğine neler zarar verebilir?” ile bitirmek istiyorum. Güzel bir semti, zaman içinde, daha geniş bir kitleyle paylaşmak için öncelikle bahsettiğim karakterin korunabilmesi gerekir. Bunu yaparken semtin merkezine giren motorlu taşıt ulaşımını rahatlatmak yerine sıkıştırmak ve zor kılmak tercih edilmelidir. Arnavutköy’ün sahilinden geçirilen Kazıklı Yol bir yandan motorlu araç transit trafiği hızlandırırken diğer yandan semtin Boğaz’la direkt ilişkisini koparmıştır. Otolara yer açmak yerine Boğaz’da ulaşım için deniz seferleri sıklaştırılıp, bisiklet ve yayalara öncelik verilmeli. Boğaz köylerinin karakterini ve sahillerini korumak için ulaşım planlamasında trafik mühendislerini mesafeli tutmak Arnavutköy için de yeterli olacaktır.

 

*

Hüray Erk, Metex Design Group Yönetici Ortağı

Günümün yarısını geçirdiğim Kuzguncuk olurdum herhalde. 3 yıl önce ofisimizin burada olması gerektiğini düşünerek geldiğimiz Kuzguncuk bizi dünü ve bugünü ile, 2 -3 katlı renkli ahşap evleri ile, kozmopolitan yapısı ile, bir tarafta kiliseleri, bir tarafta camileri ve denizi ile kendine bağladı. Boğaz kıyısındaki ahşap yalıları ise ayrı güzeller. Fethi Ahmet Paşa Yalısı ya da Pembe Yalı 1911 ve 1948 senelerinde İstanbul’u ziyaret eden İsviçreli mimar Le Corbusier’ı kendine hayran bırakmış. 

Her gün dışarı çıkıp yeni şeyler keşfedebileceğiniz, kafelerinde kitap okuyup yakınındaki galerilerde sergileri gezebileceğiniz bir yer Kuzguncuk. 

Okuyanlar bilir; yazar Buket Uzuner'in romanı ‘Kumral Ada-Mavi Tuna’nın mekanıdır Kuzguncuk. Şair Can Yücel'in de evidir. Ya da meşhur Nazım Hikmet'in şiirindeki gibidir:
 

KUZGUNCUK
Beykoz’da oturmalı
Beykoz’da çalışan adam.
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir
ve gayet nefis yapar gül reçelini
pansiyoncu Madam
ve kızı Raşel...
Aynada bir kartpostal:
bir manzara Nis şehrinden.
İskemle, karyola, konsol...
Denize nazırdı pencereleri...
Güneşte tavana suların ışıltısı vurur,
karanlık şilepler geçerdi geceleri
insanı olduğu yerde
eli böğründe bırakarak...
Selim’in odası havadardı.
Kırmızı yazmalar kururdu yandaki boş arsada.
Sağda Cevdet Paşa yalısı.
Yalıda bir tavus kuşu
bir de Mebrure Hanım vardı.
Mebrure Hanım
tafta entariler giyerdi.
Çok ihtiyardı
ve mavi gözleri kördü.
Tentene işlerdi Mebrure Hanım.
Uyanır bir beyaz güle başlar,
uyurken dağıtırdı gülünü...
Merhum Cevdet Paşa yalısında
Mebrure Hanımı unutmuşlardı...
Beykoz’da oturmalı
Beykoz’da çalışan adam.
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir
Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan
dünyayı zapta gidecek olan
pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların
her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim...
Nazım Hikmet

 

*

Yelin Evcen, Gönye Proje Tasarım Kurucu Ortak

İstanbul’un birçok sevdiğim semti olmasına rağmen; çoğunun geçmişte daha da güzel olduklarını düşünüyorum. Bu sebeple, daha az bozulduğunu düşündüğüm Kuzguncuk’u seçeceğim.

Hayatın içinde, hareketli, neşeli, samimi ve pozitif bir semt benim için. Bu özelliklere sahip diğer semtlerden farkı ise, bu özelliklerini kendi geçmişinin, tarihinin, kültürünün üstünde oturtmuş olması. Çok yönlü karakteri, kimi zaman içe dönük, kimi zaman dışa. Ne zaman nasıl olmayı tercih ediyorsa öyle... Başka bir semtle kıyaslanamayacak kadar orijinal, uyumlu, doğal ve bütün bu özelliklerine rağmen mütevazi. Kuzguncuk’un sakin, telaşsız, kapsayıcı, çok renkli, sürprizlerle dolu ve bunların hepsini doğallıkla barındıran bir semt oluşunu seviyorum.


İlişkili Haberler
Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :