Göğe bakmanın bir durak olduğunu düşünerek, bu ay mimarlara "Göğe Bakma Durağınız Neresi?" diye sorduk.
21 Mart Dünya Şiir Günü kapsamında Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı şiirinden yola çıkarak, “Mimarlara Sorduk” serimize mevcut durumdan sizi biraz uzaklaştıracak, biraz mola verdirecek "Göğe bakma durağınız neresi?" sorusu ile devam ediyoruz.
C. Abdi Güzer, Mimar, Prof. Dr. ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi
Benim göğe bakma duraklarım; anın, günün, gündemin, bağlamın öncelikleri içinde değişkendir. Bazen bir mekandır, bazen anımsanan bir anı, yeniden gözden geçirilecek eski bir yazı, fotoğraf, resimdir. Masamın, kütüphanemin yeniden toplanması, bırakılmış izlerin yeniden anımsanması ve sıralanmasıdır. Mekansal olarak evimin avlusu gündelik yaşamın telaşından kaçma, gerçek yaşamın dayattıklarından saklanma yeridir. Avluda yer alan her bitki zamana yönelik yeni bir okumadır. Avluda zaman ve mekanla kurulan ilişki yeni anlamlar sunar. Aslında evin avlusunun bir anlamda “göğe bakma durağı” gibi olması çok da tesadüfi değil, tasarımın ana fikri olarak evi yapan, evin etrafındaki yaşamı tanımlayan bir olgudur. Avlu zamanın hızının değişkenliğine şahitlik yapar.
*
Ayşin Sevgi Karakurt Macit, Y. Mimar / AS Architects Kurucusu
Beni rahatlatan mekânlar, beni rahatlatan insanlarla bütünleşik aslında. İnsanı, mekândan ayrı düşünemiyorum. Mimariden çok, doğanın ve insanın yarattığı etki benim için her zaman daha önemli sanırım, fakat tabii ki bir Ankaralı olarak İstanbul diyebilirim. İstanbul’un, Galata’nın, Cihangir’in sokakları, o sokakların enerjisi, Bebek’te sahilde kahve içmenin verdiği huzur benim için çok kıymetli.
Bir de tabii Üniversitemin, ODTÜ kampüsünün, üzerimde müthiş rahatlatıcı, beni şehirden izole eden ve huzur veren havasını da belirtmeden geçemem. Fakülte binamız, önündeki müthiş çınar ağacı, iç avluları ve mekânda yarattığı ışıkla birlikte betonun, ahşabın ustalıkla oluşturulmuş tasarımı beni hem dinlendiriyor, hem de her daim bana oldukça keyif veriyor.
Banu Uçak, Y. Mimar
©Erdem Güner
Geçtiğimiz Venedik Bienali’nin temasını da oluşturan bir Çin bedduasının bahsettiği gibi, “değişik zamanlarda” yaşıyoruz. İlelebet bizimle olacağını düşündüğümüz alışkanlıklarımız, gündeliğin küçük ayrıntıları artık bize bilinmez bir süre için uzak. Tüm dünyayı pençesine alan bir virüs, çok uzun zaman sonra tekrar tüm insanlığı içe dönük, kaygılı bir yaşama, kapalı kapılar ardına hapsetti. Böyle zamanlar bir kez daha gösterdi ki, sanat yaşama gerçekten anlam katıyor. Sayısız aşığın birbirine gönderdiği, kavuşamayanların, gönül yarasıyla gökyüzüne bakıp iç geçirdiği Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı” şiiri her zamanki gibi hayata anlam katmaya devam ediyor. İtiraf edeyim bir tür mekansallık da tanımladığı için bu şiirin yeri bende hep ayrı. Benim göğe bakma durağım, aşklarımın, heyecanlarımın, hayal kırıklıklarımın, yalnızlığımın, mutluluğumun, özlemimin fonu; İstanbul’un tüm vapurları. İki kıtayı birbirine bağlamanın en romantik yolu olan deniz yolculuğu, İstanbul Şehir Hatları’nın emektar vapurlarıyla bir başka güzel. Vapurlar, içinden dışarı bakarken, içinde başkalarını izlerken ya da uzaktan kendileri bir seyirlik olmuşken benim nefeslendiğim, yaşadığımı, özgür olmayı hissettiğim gizli evrenim.
*
Mert Eyiler, Y. Mimar, MeMalondon Kurucusu
İlk aklıma düşen; SO Mimarlık/Fikriyat'in ürettiği ve çok da başarılı bulduğum (bağlamı, tektoniği, detayları) hem Turgut Uyar'ın hem PS1'in hakkını teslim ettiği işleri oldu..
Londra / İstanbul arasında, hareketi bol yaşayışlar, işler, üretmeler arasında iken Design Museum'da 'Moving to Mars'ı deneyimledim. Uzun süredir herhangi bir başlığı bu kadar heyecanla okumaya/izlemeye/gezmeye devam ettiğimi hatırlamıyorum. Gözüm, kulağım, bastığım yer, başka idi. Daha doğrusu yerküre dışında başka bir yere daha adım atabileceğimi, başka bir yerde daha inşa edebileceğimi düşünmek çok heyecanlandırdı beni, uzun süredir olmadığı kadar hem de..
Diğer türler ile de bir arada olma ihtimali üzerine tartışmak büyük başka sorular daha taşıdı hayatıma.. Bu sebepten de göğe bakma durağını, "gökten bakma" diye ne kadar çevirebilirim bilmiyorum ve fakat; tüm bu yer değiştirmeler sonunda hiç olmadığım kadar mimar, hiç olmadığım kadar Kuzguncuklu hissettigim, esaslara yakın bulduğum Köy'e bakmayı / bakışı tersyüz etmeyi, Mars'tan Kuzguncuk'a bakmayı çok isterdim...
*
Önder Kul, Y. Mimar, mimaristudio kurucu ortağı
Şair şiirinde ne demiş;
“...Bu karanlık böyle iyi, aferin Tanrı’ya,
Herkes uyusun, iyi oluyor, hoşlanıyorum,
Hırsızlar, polisler, açlar, toklar uyusun,
Herkes uyusun, bir seni uyutmam, bir de ben uyumam...”
İşte, benim de kendimle baş başa kaldığım, kendimi dinlediğim, sorduğum, yanıtladığım, yargıladığım, sorguladığım ama aynı zamanda günün tüm karmaşasından, kargaşasından uzaklaştığım saatler, gece saatleri... Yaz ya da kış vakti, hava sıcak ya da soğuk olmuş fark etmeden, evimizin balkonuna çıkıp, gökyüzüne baktığım zaman, benim kaçamak zamanım diyebilirim.
Belki de, doğduğum, büyüdüğüm, çocukluk yıllarımın geçtiği şehrim Antalya’nın bende bıraktığı alışkanlıklardan biri olabilir bu. Küçüklüğümde hatırlıyorum, sıcak yaz gecelerinde, o sıcağında uyuyamadığım gecelerde, hayatımızın çoğu zamanının geçtiği evimizin balkonuna çıkıp gökyüzünü izlemeyi çok severdim. Komşumuzun çocukları ile oturduğumuz binanın terasına ("dam" derdik biz) çıkıp, yıldızlara bakar, Samanyolu'nu izlerdik.
Tabi o zamanlar, gökyüzü de daha temizdi, berraktı, her detay okunabiliyordu. O zamanlar küçüktük, dert, tasa yoktu, üzüldüklerimiz çocukça şeyler, sevinçlerimiz ise basit mutluluklarımızdı. Yıllar geçti, dünya değişti, dünya kirlendi, çocukluk yıllarımız geride kaldı. Okuduk, büyüdük, olgunlaştık, yaşanmışlıklarımız arttı, defter sayfaları doldu, yazılacaklar çoğaldı. Yalnız kalabilme, tek başına kendi sesini dinleyebilmenin kıymeti arttı.
İşte bu sebeple, belki de kapımızdan davetsiz giren şu salgın sebebi ile, maddi ve manevi anlamda geçirdiğimiz bu zor dönemde, modern zamanın hapis günlerinde, kendimize zaman ayırabildiğimiz, tek kalabilmeyi belki de bu kadar başarabildiğimiz şu dönemden yararlanmalıyız, kendimize, özümüze, bizi biz yapan değerlerimize dönmeliyiz.
Gökyüzü bize nefes olacak, umut verecek, yol gösterecek...