Yapı-Endüstri Merkezi’nde (YEM), “Dünya Mimarlık Günü” kapsamında düzenlenen etkinliklerin son oturumunda mimarlık ve sinema üzerine konuşuldu. Yönetmen Derviş Zaim, yakında vizyona girecek, mimariyle ilintili yeni filmi “Rüya”nın senaryo yazımı ve yapım sürecine dair önemli ipuçlarını dinleyicilerle paylaştı.
Mimar ve Yazar Hikmet Temel Akarsu’nun moderatörlüğünde gerçekleşen oturuma Sinema Eleştirmeni Atilla Dorsay; Mimar, Senarist, Akademisyen Feride Çiçekoğlu ve Yönetmen Derviş Zaim katıldı. Moderatör Hikmet Temel Akarsu ilk sözü, 1964 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan sinema eleştirmeni Atilla Dorsay’a verdi.
Sözlerine “Jean Luc Godard, ‘Sinema zamanı ve mekanı yeniden yaratma sanatıdır’ der” şeklinde etkili bir alıntıyla başlayan Atilla Dorsay, öncelikle sinemada kuramsal yaklaşımdan, daha sonra ise sinemada mimarları ya da mimariyi konu alan filmlerden bahsetmek istediğini dile getirdi. “Sinemada zaman ve mekandan kurtuluşunuz yoktur. Roman yazarı için zamanı anlatmak kolaydır ancak aynı hikayeyi sinemaya aktardığınızda geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek için flashback ya da flashforward adını verdiğimiz teknikleri kullanmak zorunda kalırsınız” diyerek sinema dilinin karmaşıklığından söz açan Dorsay, zaman ve mekanı filmlerinde en iyi kullanan yönetmenlerden birinin “Hiroşima Sevgilim” filmi ile Alain Resnais olduğunu söyledi. Eleştirmen, savaş sonrasının acılarını ve hüzünlü bir aşk hikayesini anlatan bu filmi “hatırlama kavramının sinemadaki en mükemmel yansıması” olarak nitelendirdi. Dorsay, sinemada mekanın en mükemmel kullanımına örnek olarak ise tüm film boyunca hikayesi aynı ev içinde geçen Alfred Hitchcock’un ünlü “The Row/Ölüm Kararı” adlı filmini gösterdi.
Moderatör Hikmet Temel Akarsu, sözü Feride Çiçekoğlu’na devretmeden önce YEM Yayınevi’nden geçtiğimiz hafta içinde çıkan ‘Edebiyatta Mimarlık’ adlı kitaba değindi. Yüz büyük yazarın mimari evreninin illüstrasyonlar ve yazarlara sipariş edilen yazılarla canlandırılmaya çalışıldığı kitap, beş yıllık bir çalışmanın ürünü. Yakında sinema ve mimarlığı konu alan bir kitap projesi üzerine çalışmaya başlayacaklarının da müjdesini veren Akarsu, sözü Feride Çiçekoğlu’nu verdi.
Sinemanın kült yapıtlarından “Uçurtmayı Vurmasınlar” filminin senaristi Feride Çiçekoğlu konuşmasına mimarlıktan sinemaya geçiş sürecini anlatarak başladı, distopik kent filmleriyle devam etti. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema Bölümü’nde akademisyen olarak hayatına devam eden yazar, “Doktoramı yapmak üzere Pensilvanya Üniversitesi’ne başvurmuştum. Tam o yıllarda Philadelphia’da bir kentsel yenileme hareketi baş göstermişti. İçinde bulunduğum ortam eleştirel düşünceye çok da açık değildi. Kentsel yenilemeyle ilgili yaptığım çalışmayı orada zorlukla yürütebildim. Philedelphia’nın ideal bir biçimde nasıl yenilenebileceği üzerine bir tez yazmak istiyordum. ‘Neden şehrin merkezinden siyahları kovalıyorlar? Neden kent toprakları ranta dönüşüyor? Niçin şehirler içinde yaşanmaz hale geliyor?” gibi soruları Türkiye’ye gelip burada da sormaya başlayınca 12 Eylül 1980’de kendimi cezaevinde buldum. Böylece başka bir kırılma yaşamış oldu hayatım. Sinema kariyerim ise cezaevinde tanıştığım bir çocukla ilgili hikayeyi yazmamla başladı” şeklinde mimarlıktan sinemaya geçiş hikayesini aktaran yazar daha sonra distopik kent filmlerinden bahsetti.
“Godard, Alphaville’de Paris’i bir distopya şeklinde çekmiştir. Burada bize tanıdık gelen turistik imgelerin hiçbiri yer almaz. Gece görüntüleri vardır. Alphaville yıllar sonra hala güncelliğini koruyabilen çok önemli bir filmdir” diyen Çiçekoğlu, İstanbul’u distopya olarak tahayyül eden filmler arasında “Abluka” ile “Şarkı Söyleyen Kadınlar”ı gösterdi.
Oturumun ilerleyen dakikalarında moderatör sözü, Auteur Sineması’nın Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden Derviş Zaim’e verdi. Akarsu, “Tabutta Rövaşata” adlı filmiyle uluslararası başarı elde eden yönetmenden, 21 Ekim’de vizyona girecek mimarlıkla ilintili yeni filminden bahsetmesini istedi. “Sinema zamanı ve mekanı tıraşlama sanatıdır” diyerek sözlerine başlayan Derviş Zaim, “Sinema, zamanı ve mekanı tıraşlarken alan derinliği, plan sekans ve kurgudan faydalanarak bu işi kotarmaya çalışır” dedi. Filmlerinde Osmanlı, Bizans ve Selçuklu geleneğinden yararlanmaya çalıştığını dile getiren yönetmen “Cenneti Beklerken” adlı filminde klasik Osmanlı minyatür sanatından esinlendiğini vurguladı. Yönetmen, “Nokta”da Osmanlı ve Selçuklu mimarisini incelediğini, “Gölgeler ve Suretler”de ise Hacivat ve Karagöz perdesinden ilham aldığını söyledi.
“Sinema zamanı ve mekanı yeniden üretme, temsil etme ve gösterme sanatıdır. Zaman ve mekanın minyatür sanatında oynak bir biçimde inşa edildiğini fark ettim. Nakkaş ilgili zaman ve mekanın içerisine başka zaman ve mekana ait örnekleri nakşedebiliyor. Zamanı ve mekanı bileşik olarak, hibrid olarak kullanıyor. “Cenneti Beklerken” adlı filmimin bazı bölümlerinde, içinde olması gereken zamanın ve mekanın dışına çıkılan yerler vardır. Bunu da plan sekans, alan derinliği ve kurguyla gerçekleştirmeye çalıştık. Ses, sanat yönetimi, makyaj, ışık gibi sayısız yöntem kullandık. Örneğin, filmin bir yerinde İç Anadolu’da bulunan bir kervansarayın arka fonuna İstanbul’daki Üsküdar manzarasını ekledik. Bunun sinema dilinin güncellenmesine katkı sağladığını düşünüyorum. Sinema dilini güncellerken kendi coğrafyamıza ait minyatür sanatı gibi geleneksel öğelerin işin içine karılması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Gelenekden yararlanmaya çalışan bir yönetmenin beslenmesi gereken sanatlardan bir diğerinin de mimari olduğunu dile getiren yönetmen, son filmi “Rüya”da cami inşa etmeye çalışan bir kadın mimarın hikayesini anlatmaya odaklandığını söyledi. “Sancaklar Camii’nin inşaası sırasında bulunmuştum. Mimarlıkla ilgili söylemek istediklerimi bu camiden hareketle dile getirebilir miyim? sorusu üzerine düşündüm” diyen yönetmen, filmini ‘mimarlığın sinemaya tercüme edilebilmesine dair bir girişim’ olarak nitelendirdi.
Oturumun ikinci turunda moderatör Akarsu’nun “Bir yönetmen olsaydınız mekanları filmlerinizde nasıl kullanmak isterdiniz?” sorusuna Atilla Dorsay, “Ben film çekmeyi hiç istemedim. Özellikle yerli setleri ziyaret edip oradaki tempoyu gördükten sonra film çekmenin bana göre olmadığını anladım. Benim başka bir tutkum da yazmaktır. Sinemayı da çok sevdiğimden sinema üzerine yazmaya karar verdim” yanıtını veren Dorsay, filmlerinde mekanları çok iyi kullanan yönetmenlerden örnekler vererek konuşmasına devam etti. “Alfred Hitchcock’un “Notorious / Aşktan Da Üstün” adlı filminde olağanüstü bir merdiven kullanımı vardır” diyen Dorsay, Hitchcock’un “Vertigo / Ölüm Korkusu” adlı filminde kullandığı kilise merdiveni kullanımının da çok etkili olduğunu dile getirdi.
Sonrasında sinemadaki mimar yönetmenleri sıralayan eleştirmen, sinemanın başyapıtlarından biri olan “Metropolis” filminin yönetmeni mimar Fritz Lang’ın eğitimini Viyana’da tamamlayan bir mimar olduğunu belirtti. Ardından “Johnny Guitar” ve James Dean’in oynadığı “Asi Gençlik / Rebel without a Cause” filmlerinin yönetmeni Nicholas Ray’in de bir mimar olduğunu sözlerine ekledi.
Mimar başkahramanlı filmlere örnek olarak ise eleştirmen; Ayn Rand’ın aynı adlı romanından uyarlanan, işine delicesine tutkun bir mimarın hayatını anlatan ve yönetmenliğini King Vidor’un yaptığı “The Fountain Head / Hayatın Kaynağı”nı, Amerikalı bir mimarın Roma’daki maceralarını anlatan Peter Greenaway’ın “The Belly of an Architect / Mimarın Göbeği” adlı filmini verdi. Sinema eleştirmeni listesini, Ferzan Özpetek’in “Hamam”ı, Antonioni’nin “Passenger / Yolcu”su, Anthony Minghella’nın “Breaking and Entering / Hırsız”ı, "Yaratılan Dünya”, “Yılanların Öcü”, “Sevgili Günlüğüm”, “Sıcak Dalgası” gibi filmlerle tamamladı.
Oturumun ikinci turunda söz alan Feride Çiçekoğlu, Derviş Zaim’in “Rüya” adlı son filmindeki başkahramanın bir kadın mimar olmasının çok önemli olduğunun altını çizdi. Yazar, “Sinemadaki yönetmenlerin çoğu erkek ve mekanları da erkekçe anlatıyorlar” diyerek sinemadaki kadın bakış açısının çoğalmasını istediğini dile getirdi.
Son turda Derviş Zaim, “Rüya”nın senaryo yazımı sürecinde Osmanlı mimarisindeki tekrar ve varyasyonlardan ilham aldığını belirtti ve dinleyicilerden gelen mekan araştırmasını nasıl yaptığıyla ilgili soruya, “Benim için mekan arayışı, filmi inşa etme sürecinin önemli safhalarından biridir. Mekanı ararken aynı zamanda senaryoyu da, karakterleri de ararım. Bulduğum ya da bulma ihtimalim olan mekan bana esin kaynağı olur. Bu bir ruhsal yolculuk gibidir. Aslında siz mekan ararken nasıl bir film yapmanız gerektiğiyle ilgili soruları da kendinize sorarsınız. Eğer bir zaman kısıtınız yoksa dünyanın en zevkli şeyi mekan aramaktır. ‘Bu film benden ne istiyor? Benim durduğum yer doğru mu? Yazdıklarımla bulduğum mekanlar birbirleriyle konuşabilecekler gibi mi?’ gibi sorular sorarsınız kendinize bu süreçte. Mekanlarla flört etmek bir yönetmenin becermesi gereken en önemli şeydir” şeklinde yanıt vererek sözlerini noktaladı.