Tamer Nakışçı, Şişecam Düzcam’ın desteğiyle Hong Kong’da gerçekleştirilen Design Harbour Sergisi’nde Türkiye’yi temsil etti. Art Basel Sanat Fuarı ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilen Design Harbour özel seçkisinde Michael Young, Daniel Libeskind gibi dünyaca ünlü isimlerle birlikte yer alan Tamer Nakışçı ile sergide yer alan enstalasyonu 'Mirage' ve tasarımın geleceği üzerine konuştuk.
Şişecam Düzcam’ın desteğiyle Hong Kong’da gerçekleştirilen Design Harbour Sergisi’nde Türkiye’yi temsil ettin. Bu işbirliği nasıl gerçekleşti biraz anlatabilir misin?
Her şey sergi için aldığım davet ile başladı. Benden özellikle ayna ve cam kullandığım bir işimi sergilememi istediler; bu noktada aklımdaki enstalasyon tasarımı için Şişecam Düzcam’dan daha iyi bir partner olamazdı. Bir süredir potansiyel işbirlikleri için zaten temastaydık, bu davet sayesinde ilk projemizi gerçekleştirmiş olduk. Oldukça hızlı gelişen ancak keyifli bir süreç sonunda Mirage projesini ortaya çıkardık ve çalışmayı Hong Kong Art Basel ile aynı zamanda düzenlenen bu sergide dünyanın önemli sanat ve tasarım çevreleriyle paylaşma şansını yakaladık.
Enstalasyonun ana çıkış noktası, bir başka deyişle çalışmanın kurgulama aşamasında sana ilham veren fikir neydi?
Dünyaya gerçekten farklı bir yerden bakmayı başarabildiğinizde her şey kendiliğinden gelişiyor. Bir tasarımcı olarak ilhamla ilgili bunu söyleyebilirim. Ancak benim asıl amacım insanlara ilham verebilmek. Burada da mum ışığını ve ateşi insanlara farklı bir açıdan gösterebilmek ve hayatımıza yeni bir yorumla tekrar kazandırmak istedim. Onbinlerce yıldır hayatımızda olan bu elementin bizim çok derinlerimizde bir yere dokunduğuna inanıyorum. Bu içgüdüyü doğru tasarım ve malzeme ile birleştirdiğinizde ortaya geleceği öngören ve bir o kadar da bize yakın bir sonuç çıkıyor. Mirage da böyle bir süreç sonunda doğdu. Özel cam panellerin arkasına serbest bir biçimde yerleştirdiğiniz birkaç küçük mum ile ateşi daha önce hiç olmadığı bir şekilde; adeta 3 boyutlu bir alev bulutu gibi deneyimleyebiliyorsunuz.
Bu enstalasyonda camla çalışmak istemenin özel bir nedeni var mı?
Geçtiğimiz yıllarda aramızdan ayrılan efsanevi tasarımcı Vico Magistretti, henüz öğrenciyken dinlediğim bir konuşmasında fikir, form ve malzemenin aynı anda gelişmesi gerektiğinden bahsetmişti. Bunlar tasarımın birbirinden ayrılmaz öğeleri. Cam büyülü bir malzeme, ateş ve kumun birleşiminden oluşuyor. Bu nedenle cam bu proje için doğru malzemeydi. Projede Şişecam Düzcam’ın daha şeffaf bir görüntü ve daha yüksek ışık geçirgenliğine sahip ultra clear düzcam ürününü kullandık. Bu sayede alevin rengini ve etkisini en doğal ve en güçlü haliyle dışarıya yansıtabildik.
Tasarımlarında ya da enstalasyonlarında birçok farklı malzeme kullanıyorsun. Bu malzemeler hangileri? En çok hangi malzemeyle çalışmak sana zevk veriyor?
Bir obje veya mekanla ilişkiniz onu gördüğünüz, dokunduğunuz ilk anda başlıyor, bu nedenle malzeme ve malzemenin beraberinde getirdiği detaylar oldukça önemli. Ben insanlara hayal kurdurmayı seviyorum. Ortaya çıkan fikirler her ne kadar yenilikçi olursa olsun, bu etkiyi insana yakın malzemeler ile kurgulamayı tercih ediyorum. Farklı teknoloji ve malzemeleri bir arada kullanmak bana heyecan veriyor. Buna örnek olarak Carwan Gallery için tasarladığım ‘Light’ adlı projeyi gösterebilirim. 4 metrelik özel el dokuması doğal yün bir kilimi endüstriyel ölçekte bir lazer makinesinde keserek yaklaşık 1800 adet paslanmaz çelik ayna ile birleştirmiştik.
Kendini disiplinler arası bir tasarımcı olarak tanımlıyorsun. Bu tam olarak ne anlama geliyor
Endüstriyel tasarım eğitimi almış bir tasarımcıyım. Farklı alanlarda ve ölçeklerde gerçekleştirdiğim projelerim ve yapmak istediklerim var. Bu nedenle disiplinler arası tasarımcı tanımını kendime daha yakın buldum diyebilirim.
Bugüne kadar yaptıkların arasında senin için özel bir yere sahip olan bir proje var mı?
2014 Eylül ayında Beykoz Kundra’da Jotun için yapmış olduğum, yaklaşık 2 bin m2’ye yayılan enstalasyon, benim için çok özeldi. Hiçbir dijital öğe kullanmadan gerçekten büyüleyici bir akşam yaratmıştık.
Futureisblank’i kurduktan sonra çalışmalarına Londra – İstanbul arasında devam etmeye karar vermiştin. Neler değişti hayatında? Londra’da bir Türk tasarımcı olarak yaşadığın deneyimden bahsedebilir misin biraz?
En başından beri dünya üzerinde nerede olduğunuzun bir önemi olmadığını söyledim, bunu hala savunuyorum. Ama bu bir yolculuk… Benim yolcuğum da İstanbul'dan başladı ve son olarak da Londra’yla devam ediyor. Özellikle geçtiğimiz yıl vaktimin büyük kısmını Londra’da geçirdim. Yaptığım işlerin dünyanın farklı yerlerinde de aynı heyecanı uyandırdığını ve destek aldığını görmek bana hedeflerimi yeni bir perspektiften değerlendirme şansı verdi. Londra’da bulunduğum süreçte Royal Academy of Arts’ta yaz boyunca sergilenen bir enstalasyon projesi gerçekleştirdim, New York, Hong Kong ve son olarak Milano'da sergilerim oldu. Kısacası yaşadığım bu son dönem bana her şeyin mümkün olduğunu bir kez daha hatırlattı. Futureisblank ile de bu mesajı vermeye çalışıyorum bir anlamda ve bu hikaye, insanların dahil olmasıyla devam ediyor.
Tasarımcı olmasaydın hangi mesleği seçerdin? Özendiğin bir uğraş var mı?
Bu soruya eskiden beri "yönetmen” diye cevap veriyorum ve sanırım gerçeğe dönüşüyor şu sıralar. Kendi projelerim için kısa video hikayeler çekiyorum.
Tasarım dünyasındaki inovatif metodları takip ediyor musun? Tasarımlarına entegre etmek istediğin yeni bir metod ya da malzeme var mı?
2016 yılı birçok anlamda geleceğin gerçekten geldiğini hissettiren bir yıl oluyor, bilmiyorum sizin algınızda da öyle mi? Bildiğimiz dünya önümüzdeki yıllarda yükselen bir hızla değişmeye devam edecek. Bu nedenle tasarım dahilindeki metodlardan daha çok, insanlık tarihindeki bu önemli dönemin insan hayatı ve düşüncesi üzerindeki etkilerini gözlemlemekle ve bu bağlamda geleceği ve geleceğin fikirlerini kurgulamakla ilgileniyorum. Bu doğrultuda tasarladığım ürünler de benim için bir anlamda geleceğe doğru atılan adımlar oluyor.
Şu anda tasarım dünyası hangi yöne doğru ilerliyor sence? Geleceğin tasarım dünyasıyla ilgili bir yorum yapmanı istesek…
Tasarım insan ile dünya arasında bir araç. Tasarımcı da öyle. Her zaman yeni fikirler olacak, ve bu her yeni fikir geleceğe doğru bir adım daha atmaya devam edecek. Tasarımcının rolünün, insanlara tam olarak bunu hatırlatmak ve hepimizin içindeki yaratma, keşfetme içgüdüsünü açığa çıkarmak olduğuna inanıyorum. Bundan 200 sene sonra bir tasarımcının tasarladığı sandalyeyi konuştuğumuzu düşünebiliyor musunuz? Böyle baktığınızda tasarımın gittiği yönü daha rahat görebiliriz. ( Tabi, umarım yanılmıyorsam! )
Yaratıcı süreçte kendini yeni fikirlere açmak için neler yaparsın?
Dünyanın farklı yerlerinde bulunmak, yeni insanlar ve tecrübelerle tanışmak hem kendime hem de yapmak istediklerime yeni bir gözle bakmamı sağlıyor.
Nelerden ilham alırsın?
Dünyayı değiştirebileceğimi bilmek, benim için tek ilham kaynağı olan düşünce.
Takip ettiğin yayınlar hangileri?
Wallpaper*, Domus, The Creators Project, Apartamento, Designboom, Dwell, XOXO