Harvey'den Çelişkilerin Var Ettiği Kentler

Simlâ SUNAY / 29 Mayıs 2015


Marksist düşünür, yazar David Harvey son kitabı "On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu" için Türkiye'de bir dizi konferans verdi. "Asi Şehirler" adlı eseriyle yakından tanıdığımız, 2001'den bu yana New York Üniversitesi'nde dersler veren İngiliz coğrafi bilimci Harvey'yi, Türkiye'yi emlakta rant patlaması yaşayan İspanya'ya benzetmesinden ve Gezi Parkı Direnişi'ne verdiği destekten hatırlayacaksınız.


David Harvey, o tanıdık kırmızı gömleğiyle çıkıyor karşımıza. Mimar Sinan Üniversitesi Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu gençlerle tıka basa dolu. Merdivenler, sahne... Çoğu sosyoloji, felsefe, ekonomi, şehir ve bölge planlama, mimarlık bölümlerinden büyük bir kalabalık var. Birazdan, "Ben Markistim" diyecek ve son kitabının yanı sıra diğer eserlerine de değinen ama her şeyden önemlisi eşitlikçi dünya görüşünü ifşa eden etkileyici bir konuşma yapacak.

Akademik hayatının tümünü, kapitalizmde kentleşme, eşitsiz coğrafi gelişim ve emperyalizmin incelemesinde Marksist teoriyi kullanarak harcamış. "Marx'ın Kapital'i İçin Kılavuz"  adlı yapıtında yaklaşımı, kapitalizmin ürettiği büyük şehirlerde gündelik hayatın nasıl geçtiği konusunda Kapital'in neleri açığa çıkarabileceğini sormak üzerine olmuş. İstanbul'daki konuşmasına da bu kitabından bahsederek başlıyor ve "Marx'ın Kapital'i için bir kapı açtım ama girdikten sonraki yol size ait" diyor biz dinleyicilere. "Kapital'i kendi hayatında anlamlı olacak şekilde tercüme etmek her okurun kendi görevidir." (Marx'ın Kapital'i İçin Kılavuz, s. 27)

Harvey, ABD'deki 2008 büyük ekonomik krizden sonra kaleme aldığı bu eseriyle krizlerle beslenen kapitalizmin yarattığı büyük çöküntülere karşı, dünyada ateşi söndüğü varsayılan Marksizmi –yeniden– bir kılavuz olarak tartışmaya açıyor. Ve bunda da dünya üzerinde çok etkin rol oynuyor.  


"Para temsil ettiği şeyi kandırır"

"Marx çelişkileri severdi" diyerek devam ediyor konuşmasına. Kitabındaysa çelişkinin iki tanımı üzerinden ilerliyor. Aristoteles mantığına dayanan tanımda, iki ifade birbiriyle tamamen çelişiyorsa ikisi birden doğru olamaz. Diğeri diyalektik çelişki kavramıdır, bir süreçte belli bir durumda ya da olayda açıkça birbirine zıt baskıların eşzamanlı var olmasıdır. David Harvey araştırmalarında diyalektik çelişki üzerinden yürüyor.

Konuşmasına gelecek olursak, sosyo-ekonomik-kültürel her türden çelişkiyi iki cümlesiyle temellendiriyor. "Para temsil ettiği şeyi kandırır." Bunu kendimiz örneklendirebiliriz, bankalar, merkez bankaları, teknoloji, ilaç sektörü, silah sektörü… İkinci cümle: "Coğrafi haritalar temsil ettiği şeyi kandırır." Bu ifadeyi açarak anlatıyor Harvey, haritalarda görünen hiçbir şey aslında gerçekle uyumlu değildir. Masanın üzerine koyduğumuz kâğıtta görünen o belirlenmiş sınırlara gidip kendi gözlerimizle bakarsak bunu fark ederiz. Haritadaki her şey temsil ettiği ne varsa, doğa, insan, ulus… bir taraftan bozmaktadır. Bu bozulma, dünya üzerinde zenginleşmenin belli bir yerde birikmesi, eşit dağılmamasıdır. Üretim ve gerçekleştirme arasındaki coğrafi açıklık en büyük çelişkilerden biri. Apple bilgisayardan örnek veriyor. Üretimin olduğu yer Çin ve kâr %3. Gerçekleşmenin olduğu lokasyon ABD ve kâr %20. Üretim ve gerçekleşme aynı yerelde buluşmadığı sürece ekonomik uçurumlar büyüyor. Zenginler daha zenginleşiyor. Fakirler de daha fakirleşiyor. Emek sınıfı giderek daha da eziliyor. Emperyalizm budur. Harvey'ye göre sermaye her zaman sağ kalabilir. Soru şu; alternatifi nedir? Sanırım bunun cevabını veremeyecek kadar küreselleştik.



"Devletle özel mülk çelişir" diyen Harvey'e İstanbul'dan Sulukule örneğiyle katılmamak mümkün değil. Yine son kitabı "On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu" ndaki giriş yazısından alacağımız geniş alıntıyla Türkiye üzerindeki kapitalizm oyunlarını kavramak kolaylaşıyor: 

"Kriz kapitalist yeniden üretimin zorunlu koşuludur. Kriz süreçlerinde kapitalizmin istikrarsızlıkları yaşanır, yeniden biçimlendirilir ve yeniden planlanır, böylece sonunda kapitalizmin yeni bir versiyonu sahnede yerini alır. Yenilerini üretmek için pek çok şey sökülür, parçalanır ve çöpe atılır. Eski verimli üretim alanları endüstriyel atık alanlarına dönüştürülür, fabrikalar yıkılır ya da başka kullanım amaçlarına göre düzenlenir, emekçi sınıfların yaşadığı mahalleler mutenalaştırılır. Küçük çiftliklerin ve köylülerin tarım arazilerinin yerini büyük ölçekli endüstriyel tarım işletmeleri veya gösterişli yeni fabrikalar alır. İş merkezleri, Ar-Ge binaları, depolama ve dağıtım merkezleri banliyölerdeki toplu konut bölgelerinin bağrına yerleştirilir ve bütün bunlar yonca kavşaklı otoyollarla birbirine bağlanır. Önde gelen şehirler, yüksek ve görkemli plaza ve sembol kültür yapısı inşasında birbiriyle yarışır; şehirde ve varoşlarda mega alışveriş merkezleri mantar gibi çoğalır, hatta bazıları kozmopolitleştiği varsayılan bir dünyada her gün bir yığın turistin ve şirket yöneticisinin geçip gittiği havaalanları gibi işlev görür."



Gezi Parkı Direnişi 'nin ikinci yıl dönümüne denk gelen konuşmasında Harvey, bu sürece dair yorumlarını da paylaşıyor: "Gezi bana göre tam anlamıyla yabancılaşmamak üzerine bir direnişti." Bu direnişin "tek bir yapının inşa edilmesine karşı" değil, çok daha genel "yaşam özgürlükleri" bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Yine Gezi'yi dünya üzerinde Brezilya, Stockholm, Londra ayaklanmalarına bağlayarak ortak bir başkaldırıdan söz ediyor. Pek çok disiplin içeresinde özellikle kent aktörleri olan mimarları, bireysel ve yalnız üretimlerinden başlarını kaldırıp –küresel bir meclisin– elzem varlığına davet ediyor.

"Yeni egemen sınıf, güvenlik ve gözetleme işlevlerini üstlenmiş bir devlet aygıtı tarafından destekleniyor ve bu devlet her türden muhalefeti anti-terörizm adı altında bastırmak amacıyla polis gücünü kullanmakta tereddüt etmiyor. (On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu, s. 13)

Gezi Parkı'nın üzerinden geçen iki yılda Harvey'nin yukarıdaki sözlerinin ne kadar doğru olduğunu bizzat tecrübe ettik. Otoriterleşme sertleşti, İç Güvenlik, Büyükkent gibi yasalarla haksız özelleştirme legal hale geldi ve İç İşleri Bakanlığı'nın askerleri haline gelen polislere koruma görevi bahşedildi. Emek Sineması örneğinde birebir gördüğümüz üzere devlet sermayedarın tarafında yer aldı. Bu hafta çıkan haberlerle öğrendiğimiz Beykoz ormanlarının yeni imarı, (eğitim alanı olarak) ihtiyaç dışı rant hedefli projelendirilmesi, bölge halkı için büyük bir çelişki ve krizin habercisidir. Bölge halkı sanıldığının aksine kalkınmayacak, yer değiştirmek zorunda bırakılacaktır. Bütün kentsel dönüşüm projelerinde olduğu gibi, "değişim" geçmişi satmakla kalmayacak, tamamen silecek ve toplumsal hafız yok edilecektir. Beykoz'un İstanbul'un son kalan yeşil alanı olduğunu da ekleyelim. (Kanal İstanbul örneğinden söz etmeye gerek yok sanırım.) 


"Konut bir insan hakkıdır"

Harvey'ye göre ekonomi ihtiyaçlara dayanır. Konuşmasını sonlandırırken insan ihtiyaçlarının yeniden tanımlanmasının ne kadar gerekli olduğunun altını çiziyor. Kapitalizm, servis edilen sözde ihtiyaçlardan ve sonrasında bunun karşılanmamasından oluşan krizlerle beslenen, bitip tükenmek bilmeyen –büyüme hızı– yarışında, sürekli küllerinden doğan bir canavar gibi coğrafyayı tehdit ediyor.

"Konut bir insan hakkıdır. Sağlık ve eğitim de öyle. Bunlar üzerinden devlet kâr sağlamamalıdır" diyen Harvey, ABD'deki 2008 krizinde on dört milyon insanın nasıl evsiz kaldığını, konutların nasıl el değiştirdiğini, kârın nasıl bölüşüldüğünü anlatıyor. Yine yeni kitabından da okuduğumuz üzere, devletlerce kurulan merkez bankalarının tek görevi bankerleri kurtarmak oldu hep, halkın refahını gözetmek değil. Buna 1694 yılında kurulan Britanya Merkez Bankası da dahil.

Bizim coğrafyada da durum aynı. Hükümet politikaları ihtiyaç dışı yürütülmekte, doğanın katledilmesinin yanı sıra "kazanç" –eşitliksizce– ülkede dağılmaktadır. TOKİ'nin uygulamaları tam da bunu göstermektedir. Bugün devlet bir krizin varlığını reddediyor. Büyükkentlerdeki boş konutların, boş alışveriş merkezlerinin ve Harvey'nin tanımıyla "anlamlı bir yaşam alanı kuramayan" yeni gettoların varlığını görmezden geliyor. Bütün bu krizi de "hizmet yapmak" olarak tanımlayabiliyor. Devlet, büyük sermaye alanları kentler üzerinden küresel kapitalizm çarkına müdahil, hatta ortak olmuş durumda.
 
Türkiye'de devlet temsil ettiği şeyi kandırmaktadır. Devlet devletle çelişmektedir.


Simlâ Sunay
mimar, yazar



İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :