Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor'un konuğu olarak İstanbul'a gelen Amerikalı mimar Eric Owen Moss, 4 Mayıs 2015 Pazartesi günü Bilgi Üniversitesi'nde bir konferans verdi. Moss, insanların rüzgârla baş etmek için belli yöntemlere başvurduğunu, kendi baş etme yolunun ise onu icat etmek olduğunu söyledi.
Los Angeles'ın yenilikçi, usta mimarı, deyim yerindeyse bir çınar Eric Owen Moss. "Benim babam bir yazardı" diyor konferansının başlarında, "sözcüklerden listeler yapardı. Şimdi baktığınız bu ekranda akıp gidense benim listem. Sözcüklerden değil. Bazı biçimlerden oluşuyor. O hep aradığımız biçim. İşte benim listem." Ve önümüzde, biraz sonra projelerini yansıtacağı beyaz perdede bu "biçimler listesini" izliyoruz. Süngerden, tahtadan, çelik çubuklardan, alüminyum tellerden, kumaştan, lastikten ve farklı tuhaf malzemelerden oluşan birtakım birleşik, iç içe geçen, burulmuş, kıvrılmış, yan yana dizilmiş, üst üste konmuş, döndürülmüş, çokça bozulmuş ve büzülmüş heykelimsi nesneler görmeye başlıyoruz. Birbiri ardına akan bu nesnelerle bizi kendi anomalisine hazırlıyor mimar. Evet anomali kendisinin de konuşmasında sıkça kullandığı, onun özgün mimarisini açıklamak için tam da yerine oturan bir sözcük.
Ama tüm bunlardan önce, konuşmasının girişinde, Amerika'da 1928'de çekilen Rüzgâr - The Wind (1) adlı edebiyat uyarlaması sessiz filmden kısa bir bölüm izletiyor. Dönemi için sinematografik bir başarısı var filmin. Soyut sahnede, Kızılderili özdeyişine bir gönderme var. Rüzgâr gökyüzünde bir attır . Beyaz bir at gökyüzünde koşar koşar ve beyaz bulutların içinde hep oraya aitmiş izlenimi verir. Film bizi rüzgârın gökyüzünde bir at olduğuna ikna eder. Şöyle eşlik ediyor filme Eric Owen Moss: "Haydi, birlikte rüzgâr hakkında konuşalım! Dışarısı rüzgârlı. Ve siz mont, atkı, şapka giyer ve böylece rüzgârla baş edersiniz. Bunun başka bir yolu daha var o da rüzgârı icat etmek! Ben rüzgârı icat edeceğim. Farklı olan bu. Bu ikincisidir beni ilgilendiren."
Konuşmasının üçüncü bölümünde kültürler ve sanatlar arası bağı gösteren üç grafik paylaşıyor bizlerle. İlki İrlandalı yazar James Joyce'un henüz Türkçeye çevrilmemiş son romanı Finnegans Wake'te (2) yer alan bir harita. Bir biçim… Joyce'un on yedi yılda yazdığı, edebiyat tarihindeki çözümlenmesi ve çevrilmesi en zor eserlerden biri olarak kabul edilen metinde dil bilinçli, düzensiz, akışıksız bir biçimde bozuktur. Romanın son cümlesindeki son sözcük ‘the'dır söz gelimi. Yazarının ‘rüya alanının imitasyonu' olarak tanımladığı, John Bishop'ınsa ‘hiçbir günü yazan günlük' (3) diye nitelendirdiği bu karmaşık ve karanlık metnin mimarideki karşılığı dekonstrüktivizme yakındır. Malzemesi sözcük olan, yapbozlar, eğriler, sarmallar ve bütünlüksüz, parçalara ayrılmış yekpare bir akıl... Anomali . Edebiyat ve görsellik; dil ve biçim arasındaki ağlara değgin bu örnek Eric Owen Moss'a ilham vermiş olmalı ki bizlerle paylaşıyor.
İkinci grafik, Amerikalı besteci John Cage'in adeta bir resmi andıran notalarından oluşuyor. Cage müzisyendir ama salt duyarak algılamazsınız eserlerini, görerek de sezersiniz. Ses ve görüntü arasındaki büyülü, estetik bağ… Onu 1952'deki 4'33'' eserinden hatırlıyoruz. 4 dakika 33 saniye piyano başında sessiz oturmuştu Cage. Boşluk, sessizlik ve her an piyano çalmaya hazır bedeni eserin kendisini oluşturuyordu. Ortada duyulan hiçbir şey yoktu.
Üçüncüsü ise İtalyan mimar Giuseppe Terragni'nin (1904-1944) Benito Mussolini için yaptığı efsanevi şair Dante Alighieri (1265–1321) adına tasarlanan ancak hiçbir zaman inşa edilmeyen, sadece sergilenen Danteum adlı anıt projesinden bir bölüm. "Siyaset mimariye girer bazen." diyor Moss. Terragni'nin etkileyici saydam kolonları, Faşist bir hükümetin çağrısıyla çizilmiş de olsa, Dante gibi bir muhalif adına düşünülmesi bakımından paradoksal değer taşır. Moss, Terragni'nin siyasetini değil ama biçimini önemsemiş ve etkilenmiş diyebiliriz. Bu kısımda Dante'nin İlahi Komedya 'sındaki Cehenneme İniş bölümünden de bahsediyor. Böylece edebiyat ve mimarlık ilişkisini biz izleyicilere işaret düşüyor.
"Ama her şeyi yükseltemezsiniz"
"Bir bina başlar ve biter, bittiği yerde başka bir bina başlar. Bir bina… sonra başka bir bina. Binadan binaya geçeriz, atlarız. Buradan anlıyoruz ki, aslında mimarlık tek bir ‘bina'dır. Bina sürekliliği olan bir üretimdir. Binalar hiçbir zaman bitmez… Ama sonsuz sayıda parçadan oluşur. Öğrenmek de böyledir. Öğrenmenin de sonu yoktur." sözleriyle binanın bir öğrenme alanı olduğunu vurgulamak istiyor. Önümüzdeki ekranda, tek bir binanın içindeki parçaların detaylarına odaklanan kadrajlar sıralanıyor. Bir yapının içindeki evren açığa çıkıyor. Yapı bir bütün gibi algılansa da sayısız köşesiyle, yaşayan, değişen, biricik ve organik... Eric Owen Moss'un biçimi tam da bu sıfatı hak ediyor, sert ama organik .
"Hayatın bir merkezi yoktur." cümlesi aklımdan çıkmıyor. Finnegans Wake 'in çekirdeksizliği... Moss'un mimarlığı, merkezi yok etmek üzerine kurulu asimetrik daimi bir rüya dekoru sanki.
"Boş bir kâğıda çizersiniz. Ve çizgilerle yükselirsiniz. Ama her şeyi yükseltemezsiniz. Önemli soru şudur, neyi yükseltmeliyiz?" diye devam ediyor ve projelerine geçiyor. Aktardığı tasarımlardan iki tanesi öne çıkıyor.
Gelgitlerin üstüne kurulu bir proje
Barselona'nın en büyük yapısı. Térmica del Besós , termik santral... 1970'lerde kurulmuş, kırk yıl sonra bir dönüşüm geçiriyor çünkü çevreyi kirletiyor. Simgesel değeri olan iki adet mevcut beton kule var, bacalar… "Bunlar kalacak. Yıkamazsınız" diyor Moss. Tasarım bir şekilde bu mevcudiyete dahil edilmeli. Alan turizme açılma sürecinde. Sahil şeridi, deniz kenarı son derece güzel. Gelgit var. Su geliyor ve gidiyor. Moss'un bu en yeni projesinde bacaların arkasında yer alan açık hava tiyatrosunun altında gelgit mimari bir öğe, bir ilham kaynağı haline gelmiş. Yapının altında su hareket halinde… Projenin üç boyutlu çizimlerinde dikkat çekiyor, beton bacalara estetik saydam parçalar geçirilmiş ve simge vurgulanmış. (Neyi yükseltmeliyiz?)
Eric Owen Moss, doğduğu yerde mimarlık eğitimi alan, burada yaşayan ve yine çoğunlukla burada üreten bir mimar. Yeni mimarlık için bir laboratuvar alanı olan bu bölgede yerellik içgüdüleriyle hareket ediyor. Los Angeles'ta korunması gereken anıtsal tarihi bir çevre yok ama orada mutlak korunması gereken şey de bu ‘yenilik' değil mi zaten? Moss bu anlamda dekonstrüktivist olmasının yanı sıra coğrafyayı kollayan, doğayla ilişkisinde ilkeli durabilen bir mimar. (Böylece tarih ve doğa korumacılığında biçimi bağımsız kılan bir söylemi başarıyla üstleniyor.) Ne ki, öne çıkan ikinci diğer projesi Çin'deki Nanjing yerleşimleri bunu kanıtlıyor. Ordu için dört yeni şehir tasarlıyor Moss ve ekibi. Bataklığa, dağa veya platoya, daha önce yapılaşmamış alanlara, doğaya uyumlu, organik biçimlerden oluşan, çok parçalı ve katmanlı yerleşimler planlıyorlar; The Super Block City, Mountain Island City, the Bridge City, City Gate/Concentric City (4). Daha önce yapılaşmamış alanda mimari tasarım yapmak bir hayli zor. Doğayı korumak için nasıl bir tercih yapmalı mimar? Görünmeyen, toprağın içine oyulmuş bir kütle mi, yoksa görünen ama toprağa en az temas eden mi? Moss, en çok görünenin toprağı yani doğayı en çok koruyan olduğunu söylüyor. Bu nedenle de yapılarını çoğunlukla havaya kaldırmayı, topraktan ayırmayı seçiyor. (Neyi yükseltmeliyiz?)
City Gate / Concentric City
‘Yeni şehir' kavramı Moss ofisi mimarları için yabancı değil. Los Angeles'taki projeleri de bu kavram üzerinden şekilleniyor; Culver City and Los Angeles, California (5) söz gelimi bunlardan biri. Yakında çıkacak yeni kitabının adına da sirayet ediyor. Yeni Şehir - New City. Üst başlığı heyecanla paylaşıyor bizimle, İnandığım zaman göreceğim - I will see it when I beleive it.
Yazar olan babasının sözcüklerden ibaret listesinde kafiyeler olduğunu eklemişti bu etkileyici konuşmasının başında. Kelimeler arasında benzer tınıların onulmaz arayışları… Onun listesiyse, iç bükey, dış bükey neredeyse dans eden camlar, düzensiz çelik strüktürler, birbirinden farklı katlar, her biri farklı ölçüde üretilen mimari parçalar, eğik ve başıbozuk, özgür biçimlerdir yeryüzü üzerinde. Devinimli. Eric Owen Moss'a göre bir mimar için imkânsız pek de mümkün değil. İnandığın zaman göreceksin işte, rüzgâr gökyüzünde bir attır.
Simlâ Sunay
mimar, yazar
_________________
(1) Rüzgâr-The Wind, edebiyattan uyarlama sessiz film, yönetmen: Victor Sjöström. senaryo: Frances Marion, (aynı adlı romanın yazarı: Emily Dorothy Scarborough), 1928
(2) Finnagans Wake, James Joyce, ilk basım 1939
(3) Joyce's Book of the Dark: Finnegans Wake, John Bishop
(4) http://ericowenmoss.com/project/super-block-city/
(5) http://ericowenmoss.com/project/the-new-city/