İngiltere Mimarlığının Ak Saçı Kara Saçı

Filiz YAVUZ / 22 Nisan 2010
İngiltere'de 6 Mayıs'ta yapılacak olan genel seçimler için yürütülen propaganda çalışmalarına mimarlığın ana konulardan biri olarak dahil olması, gazetelerin politika yazarlarının yanı sıra mimarlık eleştirmenlerinin de doğrudan seçimlerle ilgilenmesine neden oldu. Bu duruma pek de alışık olmayan Türkiye şaşıradursun, İngiltere'de mimarlık tartışmaları hız kesmeden devam ediyor.



Guardian yazarı Rowan Moore İşçi Partisi hükümetinin ilk zamanlarında, daha önce hiç bir İngiliz hükümetinden işitilmemiş bir şekilde, mimarlığın ve tasarımın önemini anlatan Başbakan Gordon Brown'un mimarlık üzerine verdiği sözleri ne derece tuttuğuna şöyle bir göz atıyor.

İşçi Partisi'ni "hevesli bir inşaatçı" olarak tanımlayan Moore'a göre, Brown'un seçim çalışmalarının merkez üssü olarak, Haziran ayında hizmete girecek Birmingham'daki Queen Elizabeth Hastanesi binasını seçmesi, Başbakan'ın geniş çaplı bir hastane inşa programından bahsettiği, neredeyse her okul için yenileme sözü verdiği ve yıllık 240.000 konut hedefini duyurduğu ilk konuşmasına bir atıf olarak okunabilir. Fakat Moore, sözlerine şu ifadeyi eklemeden geçemiyor: " Brown'un verdiği yıllık 240.000 yeni konut sözü, bu acımasız durgunluk dönemi için pörsümüş bir hedefti."

Yazar, hikâyeyi 1997 yılından başlatıyordu: 1997'de Tony Blair'ın Sir Richard Rogers'ı dikkatle dinlemesi, o zamana kadar pek de verimli geçmeyen seçim kampanyasının ses getirmesine neden olmuş ve Blair, birdenbire İngiltere'deki kentlilerin favorisi haline gelmişti. Rogers başkanlığında kurulan Kentsel Görev Gücü'nün (An Urban Task Force) yanı sıra Tory hükümetinin eski bakanı Lord St John Fawsley önderliğindeki Kraliyet Güzel Sanatlar Komisyonu'nu (Royal Fine Arts Commission) adeta süpürerek yerine, İngiliz mimarlığının kalitesini arttırmak amacıyla geniş yetkilerle donatılmış olan Mimarlık ve Yapılı Çevre Komisyonu (Commission for Architecture and the Built Environment) kurmuştu.

"Eskiye göre başarılı örnekler var"

Kütüphaneleriyle, müzeleriyle, hastaneleri ve okullarıyla bir ülkenin dönüşümü için eşit derecede önemsenmesi gereken iki koşulun iyi inşaat ve iyi tasarım olduğunu dile getiren Moore, ülkenin bir kısmında bunların başarıldığını da sözlerine ekleyerek Londra'nın güneyindeki Kingdale School gibi güzel okul binalarını ve Londra'nın doğusundaki Adelaide Wharf gibi son on yılda yapılmış olan konut projelerini örnek verdi.

Moore'a göre 1990'ların başında durgun olan İngiliz mimarlığının, hem İşçi Partisi tarafından dağıtılan bir takım kredilerin inşaat sektörünü hareketlendirmesi hem de yetişen genç mimarlar neslinin kendilerini kanıtlamak için elde ettikleri fırsatları iyi değerlendirmeleri hareketlenmesine neden oldu.

Gelelim kara saçlara…

Görünen o ki Moore'un İşçi Partisi hükümeti döneminde İngiltere mimarlığından ayıkladığı kara saçlar ak saçlardan daha fazla. Kara saçlar için basitçe "bazı bölgelerde başarılı örneklerin verildiği" yorumunu yapan Moore, diğer taraftan İşçi Partisi hükümetinin yap-işlet-devret modeline benzer bir model aracılığıyla "son zamanların en kötüsü" olarak kabul edilen yapılara yol açtığı ve özellikle Londra gibi büyük kentlerde "iyi mimari" ya da "doğru planlama" bahanesi ile koşulları ağır olan sömürgeci yapının gelişimine izin verdiği gerekçesiyle hükümeti eleştiriyor. Moore eklemeden de geçmiyor: "(Ayrıca) İngiltere'deki pek çok yeni okul ve hastane binası en iyi tabirle çok sıradan."

İdeal kent olarak kendisine Barcelona'yı seçmiş olan Rogers'ın daima artan nüfus yoğunluğu ile daha iyi tasarlanmış çevreyi birleştireceğini iddia ettiğini ve böylece de kentlerde daha çok insanın aktif olacağını, kentlilerin kamusal alanları (artık) umursayacağını, kamusal tesislerin daha verimli bir biçimde kullanılacağını, kent içindeki sanayi bölgelerinin azalacağını ve araç kullanımının düşeceğini söylediğini belirten Moore, gelinen nokta itibariyle Rogers'ın kentsel ideallerinin alt üst olduğunu dile getiriyor.

Yazara göre arsa geliştiricilerin, Rogers'ın ve hükümetin argümanlarının büyük kısmından fayda sağlar hale gelmesi nedeniyle ise "insanları bir siteye tıkmaktan artık bir kamu hizmeti olarak söz edilebilir."

İşin "iyi tasarım" kısmında ise elini taşın koyanların ise akıllıca önerilerde bulunan ve hilkat garibelerini adam eden planlama yetkilileri olduğunu belirten Moore, buna rağmen "iyi tasarım" tanımının eski gücünü kaybettiğini, içinin boşaltıldığını düşünüyor. Çünkü "iyi tasarım algısı" "dünya çapında ün yapmış mimarlar tarafından geliştirilen yapılar ikonik ise güzeldir" şekline dönüştü ve bununla birlikte gayrimenkul yatırımcıları limitleri zorlayarak, olur olmaz her ofis ya da konut projesi için "ikonik" sıfatını kullanmaya başladı. Moore, bütün bu gelişimlerin ve bu tasarımların ne kadar iyi olduğunu doğrulamak için de bir danışman zümresinin yetiştiğini sözlerine ekliyor.

Sonraki hükümetin işi zor

Yazar, örnekler üzerinden yazısını sürdürüyor: "Londra'da (tasarım ve inşaat kalitesi anlamında) kötü olan bazı yapılar ise halen boş. Bunların arasında Vauxhall Tower, Pinnacle ve Londra'nın en uzun binası olduğu farz edilen Helter-Skelter da bulunuyor. Şehircilikteki yanlış uygulamaları görmek için Londra'nın doğusundaki Stratford Caddesi'ne gidilebilir. Burada yol boyunca kötü, ucuza inşa edilmiş, tasarım hilesi içeren yapılar görmek mümkün. Hastane ve okul binaları ise borçları ve projenin risklerini üstlenen özel finans girişimleri tarafından yürütülüyor.

Ofis bloklarının planlama sürecinde ya da okul binalarının inşaat sürecinde ise hep aynı şey oluyor. Amacın kamu yararı olduğu söyleniyor. İddialı hedefler belirleniyor. Fakat özel sektör öncelikle kendi çıkarlarını kovaladığı için hedeften sapılıyor."

Hal böyle iken kamu otoritesine olan inancın yetersizliğine vurgu yapan Moore, elindeki ak ve kara saçları göstererek bir sonraki hükümetin görevlerine işaret ediyor.

Haber, Guardian'dan derlenmiştir.


İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :