Usta mimar Mehmet Konuralp ile 1976'da gerçekleştirdiği ve 40. yılında sanat dünyasına veda eden Maçka Sanat Galerisi'nde biraraya gelip, kapanış sergisi "Tectonic Impressions" (Tektonik İzlenimler) üzerinden mekana saygı duruşunda bulunduk. Sergi, 31 Aralık 2016 tarihine dek ziyarete açık kalacak.
Galeriyi galeri yapan metaforlar
Maçka Sanat Galerisi (MSG), kültür-sanat alanında ürettiğiniz tek proje olarak pratiğinizde önemli bir yere sahip. Metaforlara ve dilbilime olan ilginizi biliyoruz. Bu projede de üç konseptten bahsediyorsunuz; Urban Intervention (Kentsel Müdahale), Sunken Courtyard (Çökük Avlu) ve Undulating Wall (Dalgalı Duvar). Nasıl bir tasarım sürecinden geçtiğinizi öğrenebilir miyiz?
Benim mimarlık anlayışımda her mimari proje bir senaryodur. Her senaryonun da bir sürü koşulu ve etkilendiği şey vardır. Senaryonun mimarlıktaki etkenleri, roman, müzik veya heykelden farklıdır. Maçka Sanat Galerisi'ni örnek alırsak, ben küçük mekan yaratmaktan hoşlanırım. Ölçek küçüldükçe ufak bir değerli taşı yontar gibi çok daha dikkatli davranır ama çok da değerli sonuçlar elde edebilirsiniz. Elbette bu, senaryonun bir kısmı. Bu galerinin nasıl ortaya çıktığına gelirsek; yukarıdaki bahçe kotunun yüksekliğinde bir batık bodrum katı burası. Önündeki alandan bir miktarını çalarak, burayı çökük avlu (sunken courtyard) formunda bir mekana kavuşturdum ve projeyi kıvrılan bir duvarla (undulating wall) tamamladım. Bunlar Türkçe mimarlık terminolojisinde eksik olan kavramlar. Gerek şehir gerek yapı yapma kültürümüzde bu tabirlerin yeri yok çünkü sık rastlanan örnekler değil.
Galerinin girişindeki kıvrımlı duvar, yolu hem uzatıyor hem de kısaltıyor. Uzakta gördüğünüz bir yere gitmeye üşenmediğiniz ve her an karşınıza bir şey çıkacak heyecanıyla ilerlediğiniz için bu yol sizi daha mekansal ve zamansal bir boyuttan geçiriyor. Bu benim sıkça kullandığım bir teknik. Burada Firavunlar Vadisi de var. Yerin altına bir mekan hazırlayıp oraya merdivenle inmek. James Stirling buna 'grave architecture' (mezar mimarisi) diyor. Ben daha ziyade 'womb feeling' (ana rahmi hissi) terimini tercih ediyorum. Sizi sarıp güvende hissettirmesi açısından... Bebeğin doğmadan önceki dünyasının içine girmek. Örneğin bir koridordan geçerken ufak bir cebe denk gelir ve buradan uzaktaki manzarayı görürsünüz. Sizi aniden o koridorun trafiğinden kurtarıverir. Bence bir galeri mekanında bu çok önemli bir unsur. Bu sayede sizi dış etkenlerden tümüyle yalıtıp, hayal dünyanızla ve izlediğinizle baş başa bırakabilir.
Maçka Sanat Galerisi biraz deneysel bir mekan. Nitekim başta hamam, sonra hela dediler (gülüyor). Ama bu tepkileri bekliyordum. Yaptığım hemen hemen bütün yapıtlarda bunun gibi garipsemeler oluyor. İnsanoğlunun doğal reaksiyonu bu; tanımadığı bir şeyi en çok tanıdığına benzeterek ona bir yakınlaşma hissediyor. Ordu'da yaptığım Sağra Evi'ne de Anıtkabir demişlerdi.
"Siz yalnızca orada eserlerini sergileyecek sanatçılar için bir kap yapıyorsunuz"
Sanatta vitrin işi olmamasını savunuyorsunuz. Bu aslında bir galeri için oldukça zorlayıcı bir durum...
Galeride aradığınız zaten duygusal, metapsişik bir ilişki kurmak. O ilişkiyi kurarken başka bir unsurun ortama dahil olması pek istenilen bir şey değildir. Burayı kapatırken itirazlar da geldi; galeri başarılı olmazsa butik yaparız dediler. Ben de, galeriyi galeri olarak tanımlarsanız çalışır diye yanıt verdim. O zaman bir tek Şerbetçiler'in galerisi vardı, Abdurrahman Hancı'nın yaptığı. Eğer bir galeri tasarlıyorsanız, orada herhangi bir tefrişin, fazladan bir mimari ögenin olmamasını sağlamalısınız. Çünkü siz yalnızca orada eserlerini sergileyecek sanatçılar için bir kap yapıyorsunuz. Bu kap, az önce bahsettiğim hisleri sağlayan mekan olmaktan öteye gitmemeli. Bu sizi ister istemez minimalist mimariye götürüyor. Minimalizm benim ille de takip ettiğim bir ekol değil. Ama işlevleri doğru tanımlayıp onlarla yetinirseniz, ekonomik unsurları da bir katman/değer olarak ortaya koyarsanız, bu kendiliğinden minimalist adını alıyor. İşlevi yerine getirdikten sonra bunun üstüne kendi arzu ettiğiniz süsü koymak, bence ekonomik anlamda bir kapristir. Yaptığınız ekleme o işlevi artıya doğru götürüyorsa o zaten artık herhangi bir süs değil, olması gerekenin parçasıdır.
Bu galeriyi tasarlarken üzerine ciddi olarak düşünmemi gerektiren bir konu vardı; duvarı neyle kaplayayım ki hem Firavunlar Vadisi'ndeki bir mezara girmiş gibi gizemli bir hava yaratsın hem de dayanıklı olsun ve kalsın. O ara bir mimar arkadaşım Bozüyük'te atölye açmıştı ve seramik üretiyordu. Bu seramiklerin sırlanmadan önceki hali aklımdaki senaryoyla örtüştü. Renksiz, duru, içindeki ile yarışmayacak ve nötralliğini her zaman koruyacak bir malzeme. Bunlar her dakika değiştirebileceğiniz mekanlar değil, özellikle de dış mekan. Sanki bir bütünmüş gibi sizi sokaktan alıp, içeriye sürükleyip tekrar aynı malzemeyle dışarı çıkartmak. Tabi bu 40 sene dayanacak bir malzeme, nitekim mekan 40 senedir pek değişmedi.
"Yapının kalıcı olduğunu kanıtlaması buraya duygusal anlamda başka bir değer yükledi"
Galerinin kurucusu Rabia Çapa size sormadan çivi bile çakmamış...
Evet, Rabia yalnız Türkiye'de değil, dünyada da pek sık rastlanmayacak bir işveren örneği...
Öncesinde tanışıyor muydunuz?
Kardeşi Varlık (Yalman) bizim Göztepe'deki köşkün komşusuydu. Ama iş konusunda bir diyaloğumuz olmamıştı. Galeriyle aynı yıl (1976) Sevim Butik'i yapmıştım. Sevim bunun gibi içe dönük mekan kurgusundaki becerimi bildiği için beni tavsiye etmiş. Rabia, "Bize de böyle bir mekan yapabilir misin?" deyince kabul ettim. Fakat korkuyordum. Apartmanın içinden girilen bir bodrum katı. Bir tek üstte vasistaslar var. Ev sahibi yazlığa gider gitmez inşaata başladık. Hemen duvarı açtırdık. Bir geldi ki bahçenin üçte biri yok. Fakat sonra o da çok benimsedi, sevdi. Bir maceradır yani burası...
Mehmet Konuralp ve Rabia Çapa
MSG'nin ardından başka galeri projeniz oldu mu?
Hayır. Buraya gelen insanların benim galeri yapma yöntemimi ya da konseptimi özümleyerek, bir prototip olarak gördüklerini pek söyleyemeyeceğim. Yani "bu iyi bir galeri mimarı dedirtecek" bir yer değil burası. Çok aykırı ve belirsiz (ambiguous) bir örnek. Tabi Rabia'nın 40 senelik inadı ve o inadın ardından yapının kalıcı olduğunu kanıtlaması buraya duygusal anlamda başka bir değer yükledi.
"Aydınlatmada göz yanıltıcı bir teknik kullanmam gerekti"
Mekanın gücü nedeniyle burada sergi yapmayı zorlayıcı bulan sanatçılar olmuş. Öte yandan tasarlanmış bir mekan olmasının getirdiği avantajlar var. Örneğin sergiye hazırlık niteliğindeki merdiven, 10*10'luk karo seramikler sayesinde mekanın sekanslar halinde algılanması...
Ben onu çok önemsemedim. Bu karolajı iki nedenle yaptım; malzemenin bütün boyutlarda aynı olmasını istememin nedeni, mekansal değerleri kaybettirmek, yani ölçek yanıltısı vermekti. Çünkü küçük bir yerin içinde zemini, duvarı, tavanı ayrı ayrı tanımlarsanız, bu size röperleri daha doğru okutur. Burası 80 metrekareden büyük gibi gözüküyor ama değil. İkincisi, galerilerin çoğunda tavanda sergilenen aydınlatma elemanlarının burada olmaması mekana büyük bir artı getirdi. Aksi takdirde o aydınlatmalar sanat yapıtlarıyla yarışmaya başlıyor. Buranın tavanı alçak olduğu için aydınlatmada göz yanıltıcı (illusive) bir teknik kullanmam gerekti. Diğer boyutları nasıl kaybetmeye çalıştıysam, tavanda da bir derinlik hissi yaratmak istedim. Norveç'teki evimizde kullandığım keten perdelerin kuzey ışığını çok güzel süzen bir dokusu vardı. İstanbul'a gelirken yanımda birkaç tane getirmiştim. Bunu tavanda yaşmak gibi kullandım. Buradan süzülen ışık hem daha homojen olacaktı, hem de tavanın yüksekliği hakkında fikir vermeyecekti. Nitekim ben de bu perdenin üstünde ne kadar yükseklik olduğunu bilmiyorum. Herkesin gözüne göre değişen bir yükseklik hissi veriyor.
"Galeri ne kadar nötral olursa olsun, bir uyum daha lezzetli oluyor"
Sizce bugüne kadar bu mekanı en iyi şekilde değerlendiren sergi ve sanatçılar hangileri?
Candeğer Furtun'un sergisi beni çok etkilemişti. François Morellet, Serhat Kiraz - "Construction / Reconstruction" sergilerini de beğeniyle izledim. Serpil Aslan'ın "Amigdala" sergisi, boş mekanın içinde objeleri kullanabilmenin değerli bir örneğiydi. Galeri ne kadar nötral olursa olsun, bir uyum daha lezzetli oluyor. Bu mekan, burada eser sergileyecek sanatçıyı ne kadar etkiliyor ya da ona bir şey empoze ediyor mu, bilemiyorum ama bunun ille de karolajdan kaynaklandığı kanaatinde değilim. Bu karolajı çok sevip, ondan yola çıkan ilginç çalışmalar da var; Daniel Buren - "Yerleştirilmiş Çalışma / in situ", Dagmar Demming - "Dünü Duymak".
Daniel Buren, Yerleştirilmiş Çalışma / in situ (1993)
François Morellet (1994)
Dagmar Demming, Dünü Duymak (1996)
Serhat Kiraz, Construction / Reconstruction (2007)
Serpil Aslan, Amigdala (2014)
"Hepsi de projenin en başında hayal ettiğim parçaları kompoze ederek yarattığım sanat eserleri"
MSG, 40 yıl boyunca aynı mekanda sergi yapan tek galeri. Dolayısıyla bulunduğu semt ve İstanbul için önemli bir bellek mekanı. Burayı var eden kişi olarak, son sözü de siz söylüyorsunuz. Tectonic Impressions (Tektonik İzlenimler) sergisi ile nasıl bir mesaj vermek istediniz?
Rabia bana özel bir misyon tanıdı ve "Sen yaptın, sen bitireceksin" dedi. Sanatkâr olarak burada bir şey yapmak harcım değil. Yani bu, deneyimlerimden yararlanacağım bir alan değil. Tektoniği mimarlığın en ilginç alanlarından biri olarak görürüm. Ülkemizde çok az bilinen, dünyada da yüzlerce tarifi olup, bir türlü doğru tarif edilememiş bir konudur. Maçka Sanat Galerisi'ndeki ögeler, Öklid geometrisinin çok saf ve net parçaları. Bu parçalardan bilinçaltımdakiler nasıl sanata dönüşür diye bilgisayar başında denemeler yaparken bunlar ortaya çıktı. Hepsi de bu yapının çeşitli ögelerini 'collective memory' (kolektif bellek) şeklinde, projenin en başında hayal ettiğim parçaları kompoze ederek yarattığım sanat eserleri. Karolaj üstünde eğri ile kartezyen rijiditesi arasındaki gerilim... Dikkat ederseniz, kartezyen düzlemlerle eğrilerin arasındaki gergin, birbirini iten ilişki bu çalışmaların çoğunda var.
solda: Mehmet Konuralp'in çizdiği galeri planı / sağda: Tectonic Impressions sergisinin afişi.
Örneğin 'undulating wall'un içeri doğru kayması ya da iki kapının arasındaki dolu kısım. Galerinin cephesindeki kolon, apartmanın ortasından aşağı inen bir eleman. Fakat yukarıdaki kütleyi buraya taşırken çok cılız kalıyordu. O koca kütleyi görsel olarak bu boyutta bir şeyin taşıması gerektiğini düşünerek genişlettim. Kolon sadece taşıyıcı öge olarak değil, proporsiyon ve ölçek olarak da doğru olmalı mesajını verdiğiniz anda bu tektonik değere kavuşuyor. Yani tektonik bir tamamlayıcı değil, yapının bütününde olması gereken bir öge. Architectural Association (AA)'de Stanford Anderson'ın öğrencisi oldum. Onun sayesinde, yapının ögelerinde süsle gereksinim arasında ayırım yapmamayı öğrendik. Şunu ekleyelim de güzel olsun gibi bir eğilimimiz hiç olmadı.
Tektoniği aynı hassasiyetle ele aldığını düşündüğünüz mimarlar/yapılar var mı?
Frank Lloyd Wright'ın Johnson Wax Building projesindeki mantar döşemeler (mushroom slab). İşte tektonik o; yapıyı oluşturan esas unsurlarla tezyin sanatının tek defada ve bir bütün olarak ele alınması. Mantar döşeme, kolonları başlıklı olan kirişsiz betonarme döşemedir. Statik olarak bunu bildiğiniz anda, bu sizin için aynı zamanda tektonik bir veridir. Frank Lloyd Wright bunu o kadar iyi biliyor ki, aralarını camla bölüp, her birini ayrı ayrı gösteriyor. Bu şekilde mantar döşemenin sadece taşıyıcı değil, aynı zamanda estetik bir öge olduğunu söylüyor. Bunu dediği anda tektoniği yaratmış oluyor.
Johnson Wax Building / fotoğraf: Carol M. Highsmith
"Karayolları Binası inşallah yeniden yapılacak"
1996 yılında MSG ile ilgili kaleme aldığınız yazıda, "İstanbul'a bakıyorum nerede ise yok. Sanki bu şehirde doğmamışım" diyorsunuz. Bu yazının üzerinden 20 yıl geçti ve şu anda içinde bulunduğumuz mekan binanın yıkılması ile birlikte yok olacak. Karayolları Binası ise "korunması gerekli kültür varlığı" olarak tescillenmesine rağmen yıkıldı. Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Karayolları Binası inşallah yeniden yapılacak. Yeni mal sahiplerinin binayı tescilden düşürme uğraşısı halen 10. İdare Mahkemesi'nde sürmekte. Ayrıca Fikir ve Sanat Eserleri'ne ilişkin bir dava daha açtım. Cumhuriyet Savcılığına da ihbarda bulundum çünkü bu binayı, aynısını yapmak üzere yıktılar. Kültür Bakanlığı tescilden düşürmeyi reddetti. İki kıtanın birbirine bağlanmasını simgeleyen bir Avrupa kapısı olarak düşünülmüş ve o nedenle tasarlanıp inşa edilmiş olan Karayolları Binası, başka binaların yardımı olmadan, bir heykel olarak tek başına ayakta durabilen bir yapıdır. Süreci ısrarla devam ettirmemin esas nedeni, bunu, Türkiye'nin her şeye bu kadar kolay sahip olmasına karşı duran bir dava olarak görmem. O binayı yeniden yapmakla rant avcılığının geçersiz kalabileceğini kanıtlamış olacağım. Toplumsal hafıza çok mühim. Bir şehri yok etmek istiyorsanız, ilk önce o şehrin kerterizlerini yok etmelisiniz. Eyfel'i yıktığınız anda röperleriniz ve oryantasyonunuz yok olur. Üzerine adınızı kazıdığınız ağaç, ömrünüz boyunca röperlerinizden biridir. Bu röperler size şehir bilinci, mekan bilinci veren ve kente olan bağlılığınızı kanıtlayan şeylerdir. Yani sizi göçebelikten kurtaran budur.