Kamusal alanda yaptığı işlerle tanıdığımız Melek Zeynep Bulut ile AKM önünde 10 Aralık'a kadar ziyaret ederek deneyimlenebilen Açık Yapıt üzerinden bir söyleşi gerçekleştirdik.
Fotoğraf: Mehmed Arda
Son günlerde adını sıkça duyduğumuz, Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamaları kapsamında Atatürk Kültür Merkezi’nde sanatseverlerle performatif ve deneysel bir mekan kurgusu olarak buluşan Açık Yapıt'ın yolculuğunda ona eşlik eden Melek Zeynep Bulut ile üretimlerinin üzerinden tasarım ve sanat etrafında konuştuk. Melek Zeynep, multidisipliner stüdyosunda tasarım ve sanat üretimlerini sürdürmeye devam ediyor.
Fotoğraf: Taran Wilkhu
Tasarım ve sanat arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Bu bağlamda üretim tekniğiniz ve anlayışınızdan bahsedebilir misiniz?
Sanat ve tasarım hem birbiri ile çok ilişkili ve yer yer birbiri, hem de birbirinden çok kopuk olabiliyor. Bana kalırsa bu aralıkta üretmenin en temel koşulu tanımlamamak; şu an tasarım yapıyorum ya da şu an sanat üretiyorum kalıbına sokmamak. Zaten üretim sürecinde izlediğiniz birçok faktör var; sezgi, malzeme, örüntü... Bütün bunlar insanla şekillenmek, adını koymak isteyen bir tasarıma da dönüşebilir ya da tamamen soyut zeminde kalabilir. Tanımlamama, kalıba sokmama, hikâyeden kopmama cesareti burada mühim ve belki koruması da en zor şey. Olmak isteyen her ne ise eşlik etmek ve hikâyeyi izlemek çok değerli. Bu da benim üretme anlayışımı oluşturuyor sanırım ve umarım.
İstanbul ve Paris arasında devam ediyor çalışmalarınız. İş yapma biçimleri özelinde ne gibi farklılıkları var, nelerinden besleniyorsunuz?
Covid sonrası Paris’te çok üretim yapamadık, öncesinde çok daha güçlü, çeşitli bir üretim alanımız vardı. Paris’te kolektif sergilemelerde ve küratör, sanatçı olarak yer aldığım çokça proje oldu. Oradaki tecrübelerim elbette paha biçilemez ancak benim her zaman beslendiğim, felsefeyi ve işimin çıkış noktası aldığım yer burasıdır. Buranın felsefesi, dinamikleri, hikâyeler, zihnimizi oluşturma biçimini dünya ile uyumlandırarak dünyaya üretmek bence çok değerli. Hep böyle düşünüyordum. Bu iki şehir arası yolculuğumda da bu çok temel bir belirleyici idi. Birbiri ile hem çok ilişkili, hem çok bağımsız iki şehir sosyolojik olarak da çok güçlü dinamikler ve analizler sunabiliyor. Sundu da, verimli süreçlerdi. Ama İstanbul ve Paris yakın zamanda İstanbul ve Londra’ya dönüştü bunu da duyurmuş olayım. Açık Yapıt ve ödülün ardından Londra’dan çok fazla işbirliği ve akademi ile de birlikte hareket edebileceğimiz çok değerli teklifler geldi. Bunlar da beni Londra’ya taşıdı.
Irregular
Çalışmalarınızın ortak noktası ya da merkezi nedir?
Sezgi. Sezgimizin formları yerli yerine koyduğunu, oluşturduğunu düşünüyorum. Bu doğada da böyledir. Sezgi ile hareket etmek yaşamı belirler. İnsan bundan bağımsız değil. Ben de sezgimi izlerim. Bir başlık zihnimde belirdiğinde, bir proje ile buluştuğumuzda hemen zihnimde, gözümde belirmiyor ve onu çok iyi tanımıyorsam yapmıyorum. Onu oluşturan tüm yolları sezgisel olarak bilmek çok önemli böyle bir iş yaparken zira insan, duyular, sosyolojik zemin, psikoloji, madde gibi birçok dinamiğe temas ediyorsunuz. Hepsine kendi kimyasına göre az çok hakim olmalısınız, her yerde olmalı, her yeri algılamalı ve hiçbir yerde olmamalısınız, işin kendi duygusuna izin vermelisiniz. Bu yalnızca stratejik, 2x2=4 bir akıllı kotarılamaz, sezgiye merkezlenmeliyiz.
Açık Yapıt'ın yolculuğuna geçmeden önce diğer kamusal alan çalışmalarınızdan bahsedelim... 2017-18’de "Irregular" kamusal sanat yerleştirmesi, 2020'de "Rene" deneysel bir heykel-mekân-kent çalışması olarak tanımlıyorsunuz ve son olarak ise Londra’da başlayan Açık Yapıt serüveni...
Evet bu eserler kamusal sanat işleri ve ölçek olarak daha kente temas eden işler olduğu için en çok bunları konuşuyoruz. "Irregular", adı üstünde düzensiz bir kalıp aşma işi. Ana oluşturucuları hafıza, yer yer kentsel hafıza, aidiyet temaları. Bu iş benim o mekânı ilk gördüğümde hissettiklerimle başladı. Vatan Caddesi’nin, şehrin en hareketli noktalarından birinin ortasında dev bir saçak. Altında her kültür, inanıştan insan bir ‘kimlik’ almak için bekliyor. O kadar vurucuydu ki anlatamam. Onlarca galeride işlenen temayı burada, bu hafıza mekânında en çıplak hâli ile yapmak tam yerine koymak olacaktı işi. Göç İdare binası zaten orada çeşitli sergilemeler yapıyordu göçle ilgili, biz de izinler için başvurduk, çok kolay bir süreç olmadı. İşi yerinde koruyamamamızdan bunu anlarsınız. Bireysel bir sanatçı girişimi benim bütün işlerim. Hiçbir galeri, kurum ile çalışmıyorum. Yalnızca ben ve fikirlerim var. Bir yere bir yerleştirme ya da sergi yapacağımızda gerekli izinler için başvuruyoruz, izin alıyoruz ya da alamıyoruz. Zillerden oluşan soyut bir sürü rüzgarla hareket ederek ikinci bir çatı oluşturur ve içeri girerek tüm binayı sarar. Muhteşem bir işti. Bugün olsa yine aynını yaparım, tek bir çizgisini değiştirmem. İlk günden uluslararası basına da düşmüştü zaten. Şu an nerede bilmiyorum, aidiyet teması ile bu kadar uyumlu da bir kürasyonu var:)
Rene Pavilion ise çağdaş ve ilkel bir ‘yer’leşme, mekânlaşma çabası. Yerdeki topografya çizgilerini alıp yükselttim ve ondan bir ‘karın’ oluşturdum. Sonra içine girip ona vurdum, döve döve duvarlarını yarı şeffaflaştırdım ve modern bir çilehane yorumu oluştu zihnimde.
Bir kabuk, bir hafıza parçası ve en derin hissettiğim işlerimden. Bugün bir koleksiyonda sergilemesine devam ediyor.
Açık Yapıt; aslında bir süredir anıtlar, temsiller ve bunların ele alınması ile ilgili teatral bir fikrim, çabam var. Teatral anıtlar yapmak fikri beni bir süredir heyecanlandırıyordu. Onu çizdim, çalıştım. Londra Bienali bir açık çağrı açmıştı. Bu açık çağrıya eserin proposalını gönderdim. Çok ilgilendiler ve bizi ikinci aşama olan jüriye davet ettiler. Moma, V&A direktörlerinin, Es Devlin gibi iyi sanatçıların olduğu jüri o gün bize tam not verdi ve hemen ardından bana bir davet mektubu gönderdiler. O mektubu hâlâ hatıra olarak saklıyorum. Sonrasında jüriden geçtik ama iş yok ortada, sergi yapmak için bakanlık, ateşelik izinleri gerekiyormuş, bu süreçlerde bienalin direktörü Victoria bana çok destek oldu. Kültür Ateşesi ile o görüştü ve bienal izinleri aldı benim orada sergi yapmam için. Sponsor arayışlarında keza öyle bienal hep arkamızda durdu, destek yazıları yazdı ve zaten böyle büyük bir uluslararası organizasyonun herkes içinde olmak istedi. Ardından kendimizi Somerset House’da bulduk.
Açık Yapıt ilk günden kendini çok iyi anlattı ve Londra’da muhteşem bir sergi yaptı. Londra’da kültür&sanat etkinliklerine katıldığımda beni tanıyorlar ve fotoğraf çekilmek istiyorlar böyle bir etki yarattı ve ben de şaşırıyorum her seferinde. Bu güçlü sergi zaten ödülle taçlandı ve hemen ardından ikinci, üçüncü, dördüncü sergi davetlerini aldı. Şunu öğrendim ben de bu süreçle; sen yalnızca iyiyi üretmekle ilgilen, iyinin önünde hiçbir şey duramaz ve tüm yollar onun içindir.
Açık Yapıt’ın Türkiye’ye gelme yolculuğunu dinlemek isteriz. 16-24 Eylül'de Londra Tasarım Festivali'nde Türkiye'yi temsil ettiniz. Nasıl başladı bu süreç?
Londra Tasarım Festivali ikinci sergimiz, ilki Londra Bienali idi. Şöyle bir dinamik var; siz Türk bir sanatçı iseniz ve bu da uluslararası bir organizasyon ise doğal olarak ülkenizi temsil ediyorsunuz. Londra Tasarım Festivali ödülün hemen ardından gelen bir davet. Ki İngilizler takvimlerine 2-3 yıldan önce bir şey koymaz. Bize 3. ayı olmadan ikinci sergiyi yaptılar. 20. Yıl özel edisyonlarını kutladıkları bir organizasyondu dünya devleri ile birlikte. Dünya tasarım başkenti misyonu ile bunu yürütüyorlar. Bana da yazılı bir davet gönderdiler. Bu kez bir ters köşe yaparak Thames Nehri üstünde ve Londra Silüeti’nde asılı hayalet bir anıt olarak Açık Yapıt’ı konumlandırdık. Harika bir sergi oldu. Tate Modern’in az ilerisi idi, London Eye hizası. İkonik bir sergileme idi ve bu sergileme ile de Kırmızı Kitap’a girdik.
Sonra halk oylamasında birinci oldu ve Public Award'ı kazandı. Ardından da AKM için sergi daveti geldi Türkiye’den. Türkiye’den davet alma sürecinizi anlatır mısınız? Neler etkili oldu sizce bu davette?
Evet Bienal’in belirlediği bir sistem bu, oylama ile biz seçildik ödül aldık ama zaten bu beklenen bir şeymiş, siz içindeyken algılayamıyorsunuz bunu insanlardan ve bienal ekibinde artık dost olduğumuz arkadaşlarımızdan duyuyorum. Avlu dolup taşıyordu ve insanlar bizim eserimizi görmeye geliyordu, bazen Somerset’in içindeki sergilere gitmeden geri dönüyorlardı. Çok fazla ziyaret ve içselleştirme vardı. İngiliz basınında sürekli dönüyordu. Otoriteler ziyaret ediyordu. V&A gibi kurumlardan tebrik yazıları alıyorduk. Açık ara bir farkla da ödülü aldık zaten bu sürecin neticesinde. Türkiye’de bir sergi yapmayı çok istiyorduk ama bir teklif, davet yoktu. Ödülün ardından ikinci sergiyi yaparken iş daha çok ses getirmişti ve Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlamaları kapsamında bizim de bir sergi yapmak isteyip istemediğimizi sordular biz de çok mutlu olduk ve bu anlamlı günde eserimizi Türkiye’ye getirdik.
Londra’da dünyanın en büyük iki tasarım organizasyonunda ve çok kısa sürelerde davetler alarak iki büyük sergi yapmış, dünya devlerinden tebrik ve davetler almış, dünya koleksiyonerlerini ağırlamış, ödül almış, son 20 yılın en etkili işlerinin içine girmiş ve bir ‘modern sanat’ işi ile bu kadar ses getirmiş olmak bir işin ülkesinde sergilenmesi için yeterli bir etki değil mi? Elbette Açık Yapıt’ın başarısı etkilidir. Ki biz Cumhuriyet’i kutlamak için Londra’da ve Miami’de iki çok önemli teklifi geri çevirdik ve ülkemize getirdik. Ve AKM sergisi de harika bir sergi oluyor, çok buluşturucu, birleştirici ve buraya özgü kürasyonu ile ziyaretçisi ile bağ kuran, çok anlamlı geri dönüşler aldığımız bir sergi.
Fotoğraf: Mehmed Arda
Açık Yapıt’ta ve Irregular’da malzemeden kaynaklı bir ses çıkarma vurgusu var. Malzemeyle olan ilişkinizi nasıl anlatırsınız?
Malzeme ile olan ilişkim, ilişkimiz bedenle olan ilişkimiz demek bana kalırsa. Tüm fikri hâlimiz, algımız ve ötesini hissetme arzumuzun bir muhatabı var o da beden. Onunla hissediyoruz, kumandamız. Bir eser de önce fikir, ötesini hissetme arzusu ve algıyı aşmak biçimidir. Dolayısıyla eseri bedenleme aşamamız olan malzeme burada insan bedeni gibi davranır benim işlerimde. Katıdır evet ancak basitçe bir rüzgar dahi onu harekete geçirir. Ses çıkarır, bazen sesi yutar. Her birinde tanıdık bir şeyler vardır ancak bağımsızdır da.
Rene Pavilion’da da sesi yutma var. Irregular zil benzeri bir sistemle salınır. Açık Yapıt zaten akustik tüplerden oluşuyor. Malzeme ile ‘ten’ i seslendiriyorum.
Ziyaretçilerin eşlik etmesiyle bir performansa dönüşüyor Açık Yapıt. Aldığınız geri dönüşler nasıl?
Muhteşem. Aslında bizim sergilerimizde asıl izleyici üçüncü kişidir. Ziyaret eden serginin bir parçasıdır. Eser, ziyaretçisi ile bir performansa dönüşüyor, açık bir sahne gibi davranıyor. İzleyici faktörü burada çok güçlü bir aralık. Ancak ziyaretçilerin geri dönüşleri ile ilgili çok net olarak şunu söyleyebilirim; işi nereye kursak oradaki ziyaretçi onunla bağ kuruyor. Toplumun her kesiminden insanları ağırlıyoruz, herkesin ortak noktası eserle bağ kurmak için bir yol geliştirmiş olması. Bu da bana ümit verdi. Türkiye’de kamusal sanatın önünün açılması gerektiğini düşünüyorum, insanlar kentle düşünme biçimine açıklar.
Fotoğraf: Erdem Dilbaz
Açık Yapıt’la ilgili aldığınız ve unutamadığınız bir yorum, yorumlar?
Sevgili Mehmet Öğün, Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli mimarlardan ve fikir insanlarından Açık Yapıt ile ilgili çok değerli, beni çok duygulandıran bir yorum yaptı. Bu benim saklayacağım çok değerli bir hatıra. Bir de Sir Norman Foster ve Marina Abramovic ile Royal Academy’nin bir etkinliğinde buluşmuş ve eseri konuşma fırsatımız olmuştu, Foster Somerset’te de ziyaret etmişti ki zaten birlikte sergi yapıyorduk onların da bir sergilemesi vardı. Açık Yapıt’ın tek kelime ile zaman dışı olduğu yorumunu yaptılar, zamansız değil, zaman dışı. Bunu da hiç unutmayacağım.
Başka neler var üzerinde çalıştığınız?
Özellikle metin yazmak, metinleri çiziye çevirmek ve onları videolaştırmak çalışmayı çok sevdiğim niş alanım, bilinç akışı tekniği derler yer yer o akışla bunu sürdürmek benim belki en keyif aldığım, ben hissettiğim alan. Beraberinde ürün ve detay, sistem tasarlamak; prizden masa lambasına, kapı koluna birçok üretimim var. Sistem detayı tasarlamak büyük ölçekli yerleştirmeklerin detay çözümlerinde de pratik hareket etmemi sağlıyor. Geldikçe kapak tasarımları da yapıyorum, fotoğraf ve marka oluşturmak, kreatif stüdyo yanım da var ki bu kendimi hem sürekli güncellediğim, hem de günlük üretimlerimi ezcümle bütünümü de oluşturan parçalarım. Temelimde ölçek farketmeksizin el ve zihin koordinasyonunu yaşama dökmek var. Bazen bir söz, cümle, bazen bir yerden tutma hâli, bazen de içinde olmak. Adına ne derseniz.
Fotoğraf: Murat Germen
Sitenizde Açık Ofis altında bazı metinler/yazılar var, nedir bu Açık Ofis?
Açık Ofis benim bir masanın etrafında toplanıp fikir çarpıştırma, istişare etme, konuşma ve tartışma kültürüne olan düşkünlüğümün küçük bir organizasyona dönüşmüş hâli. Vakit buldukça ofisimizi insanlara açıyoruz. Bir tema belirliyoruz ve o işi en iyi yapan insanları da davet ediyoruz. Yer yer öğrenciler ile ilgilendikleri alanın üreticilerini, yer yer bir kitabı tartışıyor, bazan terasta film izliyoruz. Mesela Doğan Apartmanı terasında Muhsin Bey filmini izlemiştik, tam sahnelerinin çekildiği yerde. Küçük, iddiasız ama bende yılın en iyi etkinliği idi:) Müstakil bir organizasyon hülasa, ben kek ve kahve yapıyorum, biri bir konuyu tartışmaya açıyor, bir film açıyoruz, bir metin yer yer ve olaylar gelişiyor.
Gelecek ile ilgili hedefleriniz, planlarınız nelerdir?
Planlarsam büyüsü bozulurmuş gibi gelir hep, önüme geleni en iyi hâliyle üretmeyi sürdüreceğim; bu bir kapı kolu tasarımı da olsa, kilometrelerce süren bir heykel de olsa. Sezgilerimi izleyip onları en iyi aktarmakla ilgilenmek ve bu denge hâlinde kalabilmek tek hedefim.