Mimar-yazar Simlâ Sunay, "Biyografik Söyleşiler" dizisinin ilkinde, mimar-restorasyon uzmanı Selda Baltacı'yı konuk ediyor. Sohbetin bu ilk bölümünde konuşmalar, Baltacı'nın kendi evi ve ofisinin de dâhil olduğu 3 EV restorasyon projesi merkezinde, mimarlık pratiğine ve Kuzguncuk'a odaklanıyor.
Selda Baltacı, Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden 1989’da mezun olmuş. Mimarlık Atölyesi’ni 1997 yılında kurmuş ve bugüne dek pek çok restorasyon, ahşap konut yenilemesi, müstakil ev tasarımı, konut, restoran, kafe, otel iç mekan düzenlemesi ve fabrika proje ve uygulamasını ekibiyle birlikte hayata geçirmiş. Hâlâ ayakta durmakta olan eski eser ahşap yapıları yıkmadan restore etme ilkesiyle çalışan, yeniden yapılması gerekenleri ise aslına uygun olarak yeniden inşa etme anlayışını benimseyen mimar Baltacı’yla bugün kendi evi ve ofisinin de dâhil olduğu 3 EV restorasyon projesi merkezinde, mimarlık pratiğini, “yıkmadan yapmak” gibi zor bir mesleki eylemi ve Kuzguncuk’u odağa alarak konuştuk. (Söyleşimizin ikinci kısmındaysa KUZGUNCUK 573-1 (Nail Kitabevi) restorasyon projesi merkezinde Selda Baltacı’nın mesleğinin son dönemlerini okuyabileceksiniz.)
"Akademi'de hocalarımızın ofislerinde çalıştığımız saate göre maaş alırdık"
Simlâ Sunay: Merhaba Selda, bizimle söyleşiyi kabul ettiğin için çok teşekkür ederek başlamak istiyorum. Senin mimarlık hikâyenin, restorasyonlarındaki titiz ve ilkeli tutumunun, detay keşiflerinin mesleğe yeni başlayanlar tarafından duyulmasını çok gerekli buluyorum. Bu biyografik söyleşinin temel amacı da bu. Söyleşimiz iki kısımdan oluşacak ve temelde Kuzguncuk’ta yer alan, biri kâgir diğeri ahşap olmak üzere iki restorasyon projesine dayanacak ama öncelikle sormak isterim, neden mimarlık, neden restorasyon ve neden Kuzguncuk?
Selda Baltacı: Asıl ben çok teşekkür ederim Simlâ. Bu sorularının hepsine birden, aslında hayatta tesadüf diye bir şeyin olmadığını çok iyi bilen birisi olarak tırnak içerisinde ‘’tesadüf’’ diyeceğim. Çünkü bunların hiçbirisini önceden düşünmemiş ve planlamamıştım. Mimarlığın nasıl bir meslek olduğuna dair hiçbir fikrim olmadan, üniversite sınav tercihlerime mimarlık seçeneklerini yazmıştım. O zamanlar, sınava girmeden önce tercihlerimizi yapıyorduk ve aldığımız puana göre yaptığımız tercihlerin sıralanışının da etkisiyle bir okula hak kazanıyorduk. Ben de resim ve çizim yapmaya meraklıydım. Lise yıllarımda komşu çocukların resim ödevlerini yapardım. Edebiyat dersinde o hafta hangi yazarın konusu işlenecekse, ansiklopedilerden fotoğrafını bulup, ona bakarak karakalem portresini defterime çizerdim.
Çizmeye merakım nedeniyle ve mimarlığın çizim ile ilgili olduğundan başkaca bir fikre sahip olmayarak, ikinci, üçüncü ve dördüncü meslek seçeneklerine mimarlık bölümlerini yazmıştım. Birinci tercih sıramda ise, babamın isteği ile yazılmış tıp fakültesi vardı.
Bunu bu kadar uzun anlatmamın sebebi, benim okuduğum yıllarda bu meslek tercihlerini ben ve benim gibi pek çok kişinin nasıl da rastgele ve bilgisizce yapmış olduğumuzun önem taşımasından. Neyse ki şimdi gençler, sınavdan aldıkları puanları görerek buna uygun tercihler yapabiliyorlar. Ben çok şanslıydım tabi bu konuda. İkinci tercihim olan, o zamanki adıyla, Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nü kazandım. Her nasıl olmuşsa birinci tercih sıramdaki tıp fakültesini kazanmamıştım ve ilerideki yıllarda bunun benim için ne kadar da doğru bir meslek olduğunu düşünecektim.
Gerçekten de hiç bilmeden girdiğim bu okulda, hem okulu hem de mesleği pek çok sevdim. Ben başladığımda, mimarlık bölümü Beşiktaş sahilindeki eski tütün deposu olan ve Fen – Edebiyat Fakültesi’nin bulunduğu oldukça bakımsız bir yapıdaydı. Birinci sömestri orada okuduktan sonra ikinci sömestr Fındıklı’daki o nefis binaya geçtik. Orada, denizin kenarındaki bu yapıda çok güzel yıllarım geçti. Derslerimi ve okulumu çok sevdim. O zamanlar biz, öğrenci iken, boş saatlerimizde hocalarımızın ofislerinde çalışırdık. Çalıştığımız gün ve saatleri not alır, buna göre de maaş alırdık. Böyle bir uygulama vardı. Mezuniyet projemi hazırlarken, Yunan mimar Niko ile tanışıp arkadaş olmuştum. Niko, projeleri resim kâğıdına çiziyor ve suluboya ile boyuyordu. Çok hoşuma gitmişti. Bana da bu tekniği öğretmesini istedim. Ona da Danimarkalı bir mimar olan babası öğretmişti. Diploma projemi suluboya ile boyanmış olarak teslim ettim. Projemi astığım gün Nihat Gök hocamız bana, ‘Baltacı! Bizimle çalışır mısın?’ dedi. Utarit İzgi ile birlikte çalışıyorlardı. Böylece ben de Utarit Hoca’nın ofisinde işe başladım. Bundan birkaç yıl sonra, 1991 yazında Niko beni Kuzguncuk’a getirip Nevzat Sayın ile tanıştırdı ve onun yanında çalışmaya başladım. O sırada hamile olduğum için birkaç ay çalışıp işten ayrıldım. Kızım Derin bir yaşına yaklaştığında, Nevzat beni yeni bir iş için ofisine çağırdı ve yeniden iş hayatına dönmüş oldum. Ofisinde bir yapı restore edilecekti ve bu iş için beni görevlendirdi. Bu yapının rölövesini alarak işe başladım. Koruma Kurulu’na giderek, onarım izni almak için gerekli evrakları, çizimleri vs. öğrendim. Tüm istenilenleri hazırladım. Yapının uygulama işlerini takip ettim. Yapı Kuzguncuk’ta ve ofise çok yakındı.
"Nevzat'ın uygulama detaylarını bizzat çizişi, hevesimin yükselmesinde etkili oldu"
Yapının onarımı için çalıştığım sürede, bu işi ne kadar çok sevdiğimi fark ettim ve ben böyle tarihi yapıları onarmak, restorasyon yapmak istiyorum, dedim. Nevzat’ın, yapıların uygulama detaylarını bizzat çizişi, her köşesini, kenarını tasarlayışı ve yalın detay çözümleri uygulamaya olan merakımın ve hevesimin yükselmesinde etkili olmuştur. O sıralarda ofiste başka restorasyon projeleri olmaması ve fabrika projelerinin ağırlıklı olması beni, kendi hevesim ve isteğim olan restorasyon ve ev projelerine yönlendirdi. Böylece serbest çalışmaya başladım. Önceleri biraz evde, biraz şantiyelerde derken bir de baktım ki bir ofisim olmuş.
Kuzguncuk’ta yaşıyor, çalışıyor ve yine çoğunlukla burada uygulama yapıyorsun. Kuzguncuk’ta üretirken de yerel farklı disiplinlerle işbirliği içinde çalışıyorsun. Bu “yerel” hâlin avantajları nelerdir?
Aslına bakarsan Kuzguncuk’la veya başka bir "yer" ile birlikte anılmak çok tercih ettiğim bir şey değil. Yani ben kendimi böyle ilişkilendirmiyorum. Nevzat’ın ofisinde çalışmak için geldim Kuzguncuk’a. Orada bir yıl kadar çalıştım. Önce Erenköy’de daha sonra da Suadiye’de oturdum. Ofisimi de evime yakın olması isteğiyle o tarafta kurdum. Üç kez taşınmak zorunda kalarak, Feneryolu, Caddebostan ve Erenköy’de ofislerim oldu. Bu sırada Kuzguncuk’ta birkaç şantiyem oldu. Onarımlarını yaptığım ahşap evler yani. İlk ofis çalışmama Cem Yücel ile ortak olarak başlamıştım. Daha sonra tek başıma Kuzguncuk’ta kiraladığım minik bir mekâna taşındım. Gerçekten de tek kişilik bir ofisti yani. Hem çizim yapıyor hem şantiyeye gidiyordum. Daha sonra asistanlarım, ofisimde benimle birlikte çalışan mimar arkadaşlarım oldu. Suadiye’de oturduğum ve burada şantiyem olduğu zamanlarda, Kuzguncuk'u seviyordum ancak evime, ofisime dönmeyi daha da çok seviyordum. Burası biraz daha, nasıl desem, köy gibiydi. Bir Boğaz köyü zaten. Suadiye’de daha şehirli bir hayat vardı.
Yani buradaki mahalle havası, herkesin birbirinden haberdar olması, mini bir şortla sıra sıra dizilmiş kahvelerin önünden yürüyerek geçilmesindeki zorluk gibi şeyler hiç beni burada yaşamaya yönlendirmemişti.
Çok isteyerek değil de, oluşan sebeplerden dolayı önce ofisimi, sonra da ofise yakın olması nedeniyle evimi taşıdım buraya. Sonradan ‘3 EV’ adını verdiğim, birincisi kendi ofisimin ve evimin olduğu yapıyı alıp restorasyonunu yapınca ben de buralı olmuş oldum.
Üretimlerim açısından, semt olarak burada veya başka bir yerde olmamın çok önem taşımadığını düşünüyorum. Ama İstanbul söz konusu ise, bu kentin herhangi bir eski mahallesinde, tarihi dokunun, sokakların, evlerin tamamen kaybolmamış olduğu eski semtlerinde rastlanan yerellikten tabii ki söz edebiliriz. Bu Kuzguncuk’a ait özel bir şey değil bence. Balat’ta, Kandilli’de, Fener’de, Anadoluhisarı’nda ya da Arnavutköy’de olmaktan çok çok farklı değil.
3 EV / Kuzguncuk Tahtalı Bostan Sokak, restorasyon sonrası arka bahçe
Sonraki sayfada:
"Yapı yapma pratikleri ile süregelen özellikler, plan şemasındaki özgürlüğümüzün sınırlarını çiziyor"