Mimar-yazar Simlâ Sunay, "Biyografik Söyleşiler" dizisinin ilkinde, mimar-restorasyon uzmanı Selda Baltacı'yı konuk ediyor. Sohbetin bu ilk bölümünde konuşmalar, Baltacı'nın kendi evi ve ofisinin de dâhil olduğu 3 EV restorasyon projesi merkezinde, mimarlık pratiğine ve Kuzguncuk'a odaklanıyor.
Selda Baltacı
"Yapı yapma pratikleri ile süregelen özellikler, plan şemasındaki özgürlüğümüzün sınırlarını çiziyor"
Kuzguncuk Tahtalı Bostan Sokak’ta bulunan 3 EV projesi nasıl başladı?
Biraz önce de kısaca söz ettiğim gibi ofisimi ve hemen yanındaki sokağa da evimi taşıdıktan sonra bir yandan restorasyon çalışmalarıma devam ediyor, bir yandan da kendim için onarıp kullanabileceğim bir yapı bakıyordum. Ben kızım Derin’le birlikte yaşıyordum, kız kardeşim de bir ev arkadaşı ile birlikte yaşıyordu. Bu yapıyı birlikte aldık ve hem beraber yaşayabileceğimiz, hem de ofisimin içinde yer alabileceği bir yer olsun istedik. Caddebostan’dan Moda’ya, Üsküdar’dan Salacak’a, hatta Kandilli’den Beykoz’a kadar pek çok yer baktık. Sonunda, bütçemizin imkânları doğrultusunda, hemen yanı başımızdaki bu evi bulduk. İlk bakışta tarihi eser olduğu anlaşılmayan bu yapı, bizden önceki sahibi tarafından, oldukça ‘’garip’’ bir onarımdan geçirilerek, ön cephesi apartmana benzer bir görüntüye dönüştürülmüş haldeydi. Yapının içerisi ise her katında ayrı bir daire olması için eklentiler yapılarak çok kötü bir kullanıma dönüştürülmüştü. Yapının bütünlüğüne, ahşap döşeme ve tavanlarına zarar verecek şekilde eklemeler yapılarak her katına mutfak ve tuvalet/banyo eklenmiş haldeydi. Ancak tüm müdahalelere rağmen yapının içerisine girdiğimde, tavanlarını görünce bunun da bitişiğindeki diğer iki yapının benzeri olduğunu yani yapıların üçüz olarak yapılmış olduğunu gördüm. Böylece bu evi alarak, orijinal haline dönüştürmeye ve bu şekilde kullanmaya karar verdim.
Yapının rölövesini çıkardım titizlikle. Giriş katı benim ofisim, ortadaki kat kızımın ve benim yatak odalarımız, onun üzerindeki kat kız kardeşimin yaşam alanı olacak şekilde bir proje çizdim. Girişin altındaki, arka tarafta bahçeye açılan (bodrum) katı ise ortak yaşam alanı olarak düzenledik. Buradaki geniş mutfağı ve bahçeyi ofis dâhil hepimiz kullanıyoruz. Yemeklerimizi burada yiyor ve bahçe keyfi yapıyoruz.
19. yüzyılın son dönemine ait Pervititch hartasında da yer alan bu sıra evlerin mimarı belirlenebildi mi?
Bu evlerin mimarı belirlenemedi. Benim kişisel fikrime göre de mimarları yok. Yani o dönemde daha büyük yapılar mimarlar tarafından tasarlanmış ancak bunun gibi az katlı konutlar çoğunlukla kalfalar ve ustalar tarafından yapılmış.
Sanırım 3 EV projesinin bu denli başarılı olmasında aynı döneme ait üç yapıdan oluşan bu sıra evlerin aynı anda restore edilme şanslarının payı var. Bir evde bozulmamış detay diğer evdeki bozulmuş detay için anahtar teşkil ediyor. Eski fotoğraflarda gördüğüm kadarıyla pencerelerdeki dönemsel müdahaleler ve orijinal durum bu yolla tespit edildi. Bu tespitleri veya keşifleri anlatabilir misin?
Evet, aynı anda olmasa da art arda yapıldı. Benim evimin cephesi tamamen değiştirilmiş olduğu için, hemen bitişiğinde ikizi bir yapının olması çok şanslı bir durumdu tabii. Buna rağmen, yapının rölövesini alırken, ön cephenin iç yüzlerinde, pencerelerin üzerindeki kısımların sıvalarını açarak, sıvanın altında, bir zamanlar orada olan pencerelerin izlerini, üzerlerindeki kemerli tuğlaları gördüm. Eski sahibi, yapının cephesindeki üç pencereden ikisini aralarındaki duvarı kaldırarak tek bir büyük pencere yapmıştı. Pencereyi yatayda büyütmüş olmasına karşılık üstten beton bir hatılla, parapet hizasından da delikli tuğlalar doldurarak pencere yüksekliğini azaltmıştı. Yapının içerisinden kaldırdığımız bir bölme duvarının tuğlaları ile kaldırılmış olan başka bir duvarı yeniden ördük. Böylece yandaki yapıya bakarak değil, yapının kendi izlerini takip ederek üç pencereli (şu anki) cephesine ulaştık ve bu da yanındaki yapı ile aynı pencere özelliklerine sahip bir cephe oldu. Ama mesela yapının kat silmesini (bizimki tamamen yok olduğu için) yandaki yapının kat silmesinden profil alarak yaptık. Benim ön bahçemdeki, çoğu kısmı yok olmuş olan demir pergolayı yandakilere bakarak tamamladık.
3 EV'in içinden bir görüntü
Üç farklı kullanıcı için farklı ihtiyaçlar çıkmış olmalı. Plan şemasında ne kadar özgürdünüz, yapılar ihtiyaçları karşılayabildi mi?
Her üçümüz de konut olarak kullandığımız için oldukça benzer ihtiyaçlar vardı. Aslında, ofisim de evin içerisinde olacağı için, en farklı ihtiyaç şeması benimki idi. Yine de ev sahiplerinden birisi mutfağını giriş katında isterken, diğeri üst katta istedi. Böylece iç mekân kullanımları birbirine hiç benzemeyen üç ayrı proje oldu. Plan şemalarında fazla özgürlüğümüz yok bu tip yapılarda. Bu evler diğer pek çok benzeri gibi dikdörtgen planlı ve iki dar cephesinden ışık alıyor. Yani, sıra ev oldukları için yalnızca ön ve arka cepheleri var. Şu anda konuşmakta olduğumuz üç yapının her biri yaklaşık olarak 5 metre eninde ve 12 metre boyunda. Dış duvarları kâgir, yani çepeçevre tuğla duvarlar ile yapılmış. İçeride ise ahşap karkas duvarları ve üzerinde bağdadi çıtalı sıvaları var. Döşeme ve tavanları ahşap. Yapıldığı malzemenin de özelliklerine uygun olarak 4 metrelik bölümler halinde inşa edilmiş. Yani, 12 metre olan uzun kenar her 4 metrede bir bölünerek, ön tarafta bir oda, ortada merdiven ve arka tarafta bir oda oluşturulmuş. 4 metrelik ölçü ahşap sistem için ideal bir ölçü. Bundan daha uzun ahşap bulmak hem zahmetli hem pahalı. Sonuçta bu yapılar orta halli insanların evleri olarak yapılmışlar.
Hem ekonomik sebeplerden, hem parselasyon düzeninden, hem de kullanılan malzemelerin imkânlarından kaynaklanan ve alışılagelmiş ‘’yapı yapma’’ pratikleri ile süregelen özellikler bunlar. Plan şemasındaki özgürlüğümüzün sınırlarını bunlar çiziyor. Bu 4 metrelik bölümlemeleri hem taşıyıcı sistemin devamlılığı açısından, hem de yapının zemin ve tavanlarındaki izlerin takibi açısından her zaman koruyorum. Ancak bazı durumlarda kapıları kaldırarak ve açıklıkları artırarak bir kat içerisinde tek bir mekân hissi sağlamaya çalışıyorum. Planda pek fazla oynayamamakla birlikte, yapıların kat kat olması, her katın da zaten neredeyse bir oda büyüklüğünde olması katlar arasındaki ilişkilerde farklı çözümler üretmeye imkân veriyor. Plan şeması düşeyde çözümleniyor bir bakıma. Gördüğüm kadarıyla yapılar tüm ihtiyaç programını fazlasıyla karşıladı.
"Her şeyi ilk haline mi döndürmeliyiz?"
Pervititch haritasında baştaki evin arkasında yer alan balkon görünmüyor. Acaba sonradan mı eklenmiş? Bazı muhdes öğeler restorasyonda kullanıma bağlı olarak yeniden yorumlanabiliyor mu?
Evet, aslında bu bir restitüsyon çalışması problemi. Yani yapının hangi dönemde yapılmış olan eklerini tutacağım, hangilerini kaldıracağım? Her şeyi ilk haline mi döndürmeliyiz? Bu, her proje için yeniden değerlendirilmesi gereken bir konu. Bazen 1930’larda yapılmış özenli bir eklenti o yapıya çok da yakışmış olabilir. Yani zemine öyle bir çini karo kaplanmıştır ki, kırıp altındakini bulmak istemeyebilirim.
Senin sorduğun balkon konusu tam böyle değil tabii. O yapının arka tarafında sonradan eklenmiş boylu boyunca bir balkon vardı. Betonarme ayaklar üzerinde, tuğla parapet duvarlı bir balkondu. Çok yıpranmış durumdaydı ve yapıyla ilişkisi içler acısıydı. Tamamen kaldırılıp atılması gerekiyordu ancak evin sahipleri balkonumuz da balkonumuz dediler. Ben de onlara, bunu kaldırıp yerine bir balkon yapacağıma söz verdim. Böylece yapıdan tamamen ayrık duran ve ortada durduğu için arka cepheden yapının bütünüyle algılanmasını kesmeyen, istemedikleri zaman kaldırıp atabilecekleri bir balkon tasarladım. Bence o üç yapının gelip sonunda öyle bir balkonla toparlanıp bitmesi de hoş oldu.
Restorasyon öncesi ve sonrası 3 EV
Bu restorasyonla birlikte Tahtalı Bostan Sokağı’nın çehresi de değişti. Restorasyon 2004’te tamamlandıktan sonra, sokakta ve Kuzguncuk mimarisinde ne gibi değişimlere neden oldu?
Bu üç yapı sokağın içerisinde özellikli bir konuma sahipti. Bir yanı apartmana yaslanmakla birlikte diğer yanında köşe bir yapı gibi konumlanıyor. Yani, Pervititch haritasında Tahtalı Bostan olarak görülen yere daha sonraları apartmanlar yapılmış ancak bu yapılara değmemiş ve üç evden sonuncusunun yan cephesi sokağa bakar halde açıkta kalmayı başarmış. Önlerindeki küçük bahçeleri ve narin demir pergolaları ile sokakla çok güzel bir ilişkileri var. Benim ofisimin olduğu yapının cephesinin orijinal haline gelmesiyle birlikte, bu üç yapı sıra pencereleri ile yanlarındaki apartmana kadar tamamlanmış oldu. Bu apartmanın, bizim yapıların hizalarından daha önde, yola doğru çıkıntılı olması da bir yan duvar etkisi oluşturduğu için sokağın o tarafından gelince, sürprizli, bahçeli, çiçekli bir köşede buluveriyor insan kendini. Yapıların tamamlanması ile birlikte, bu ön bahçelere ektiğimiz yasemin, begonvil ve mor salkımlar hızla büyüyerek bahçeleri kapladı.
Ben bu yapıları oldukları hali ile onarıp yenileyerek; bunun gibi yapıların sağlamlığını yitirdiğini, güncel ihtiyaçlara cevap verecek hale gelmesi için yeniden yapılması gerektiğini zanneden insanların aslında yıkılmadan onarıldığında, mevcut kapılarının, duvarlarının o yapıdan asıl beklenen hislere ve estetiğe daha kolay ve doğrudan cevap verdiğini görebilmesini isterim.
Kuzguncuk’ta çok sayıda mimari ofis var, bunun nedenleri ne olabilir? Bir mimar için ev-ofis ortak kullanımının avantajları nelerdir sence?
Evet, gerçekten de son yıllarda burada çok sayıda mimarlık ofisi oldu. Ben bunun için "mimarlar Kuzguncuk’u çok sevdi" diyorum. Sanırım buradaki mahalle/Boğaz köyü dokusunun bozulmamış olması önemli bir etken. Bunda bir samimiyet var. Ayrıca, yapıların oldukça küçük metrekareler üzerine kurulu olması, kendi kendine çalışmak isteyen ya da az sayıda kişi ile birlikte ofis çalışması yürüten mimarlara, bu imkânı kolaylaştırıyor. Bir de Kuzguncuk, konumu nedeniyle pek çok yere kolay ulaşım imkânı olan bir yer. Taksim’de, Nişantaşı’nda, Beşiktaş’ta bir yerlerde toplantım olduğunda Üsküdar’a gidip bir vapurla kolayca oralara ulaşabiliyorum. Üsküdar’a yürüme mesafesinde olması, karşı kıyıya ulaşımda büyük kolaylık sağlıyor. Ayrıca burada da sabah ve akşam saatlerinde hizmet veren bir iskele var, Kuzguncuk'ta yaşayan pek çok insan araba kullanmadan bu şekilde işlerine gidiyor.
Ev-ofis konusuna gelince, ben hep böyle bir şey istemiştim. Daha önceleri de evim ve ofisim her zaman birbirine yakın oldu. İş yerime istediğim saatte kolayca ulaşabilmeyi önemsiyorum. Şimdi sadece üst kattan alt kata inerek masamın başına geçebiliyor olmaktan çok memnunum. Bazı arkadaşlarım (ki bunların içinde mimar olanlar çoğunlukta) ev-ofis çalışma düzeninin çok zor olduğunu düşünüyor. Benim için öyle değil. Sabahları ofisime inerken, sanki dışarıda bir yere gidiyormuşum gibi çantamı koluma takıp, ayakkabılar filan tam bir şekilde giyimli olarak inerim. Çalışma arkadaşlarıma günaydın deyip biraz sabah sohbeti yaptıktan sonra işime koyulurum. Bazen de, hava güzelse, sahile inip denize bakarım ve ofise geri dönerim. Ofisin evde olması, ev hali ile ortalarda dolaşmak anlamına gelmiyor. Akşamları yemekten sonra da çalışabiliyorum. Günlük koşuşturmacanın, yoğunluğun, telefon ve gelen gidenlerin yokluğunda, sessizce, arta kalan işlerimi toparlıyorum. Hemencecik evimin bir köşesinde bunu yapabilmek çok keyifli oluyor.