Mimar-yazar Simlâ Sunay, değerli sanatçı, tiyatro üstadı Genco Erkal ile bir dönem Dostlar Tiyatrosu’nun yazlık tiyatro mekânı olan aile yadigârı tarihi Ali Paşa Han hakkında konuştu.
foto: Ali Önder Biter
Ali Paşa Hanı, İstanbul'un Küçükpazar semtinde yer alan 18. yüzyıla ait bir vakıf-ticaret hanı. Küçükpazar, Fatih ilçesine bağlı küçük tarihi bir semt. Cibali ve Yavuz Sinan mahalleleri arasında kalıyor. Atatürk Bulvarı ve Atatürk Köprüsü'nün birleştiği kavşakla Eminönü’ne bağlanıyor. Hanın kim tarafından ya da ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmiyor ama duvar tekniği 18. yüzyılı işaret ediyor. Sadrazam Çorlulu Ali Paşa (ö. 1711) tarafından, çok sayıdaki hayratına vakıf geliri sağlamak üzere yapının inşaatına başlandığı ancak sadrazamın idamıyla çalışmanın yarım kaldığı söyleniyor.
“Han dikdörtgen biçiminde olup ortasında yamuk bir avlu vardır. Dış cepheler taş ve tuğla şeritler halinde örülmüştür. İçeride revak kemerleri taş payelere oturur. Hanın en ilgi çekici tarafı, şehrin eski sokak dokusuna uydurulmuş olmasıdır. Bu yüzden Eminönü tarafındaki bölümü cephenin geri kalanından kırılarak dışarı taşar. Haliç'e bakan cephenin köşelerinde ise iki çıkma mevcuttur. Burada üst katta güzel bir mimari çözüm ile bir pencere yerleştirilmiştir ancak bitişiğine 1960'lı yıllarda inşa edilen modern bir iş hanı bu pencereyi kapatmıştır. Giriş cephesinde kapının üstünde taş konsollara dayanan bir çıkma vardır. Alt katta kemerlerle dışarı açılan tonozlu dükkân gözleri, üst katta ise her biri, iki pencereden ışık alan ocaklı odalar bulunur. Ali Paşa Han, Osmanlı devri Türk şehir içi ticaret hanlarının güzel ve nispeten iyi korunmuş bir örneği olup şehrin ana caddelerinden birini bütün cephesiyle süslemektedir.”
Günümüzde hanın cadde ve sokaklara bakan dükkânları dolu ama avluya bakan iç kısmında sadece kırk altı yıllık bir dövme bakır imalathanesi işliyor. Gerisi boş.
Tahtakale’nin uzantısı, daha çok lokumcu ve tatlıcıların olduğu cıvıl cıvıl, dar, hareketli Kıble Çeşme Caddesi’nden geçip de Ali Paşa Hanı’ndan içeri girdiğimde bir sır bulmuş gibi hissettim kendimi. Duymuştum. Size de anlatacağım. Ama şaşkınlığıma inanmanız gerekir önce. Sıkışık, bitişik nizam dokudan, asmalı bir avluyla, taşları usul usul, şiirsel döşenmiş hana girdiğimde zamanı da atladım sanki. Zaman, Dostlar Tiyatrosu’nun eski afişlerinin asılı olduğu dış kapının altında bir eşik taşı gibi duruyordu demek. Nâzım Hikmet’in fotoğrafının olduğu tiyatro afişine bakıp da sonrasında Bursa Cezaevi’nin avlusunu andıran bu mekâna girince gerçeklik tahayyülüm de zamanla birlikte alt üst oldu. Zamana direnen tek şey mimarlıkmış. Ve hanın ilk sahibi Osmanlı sadrazamı Ali Paşa’nın tuhaf yaşam öyküsüyle başlayan renkli tarihine, hanın odacısı İsmet amcanın belki de altmış yıllık tadı taşıyan o nefis çayı eşliğinde müdahil olmak, bana şu soruyu sormak için güç verdi: “Mimarlık direnmekteyse, biz mimarlar neye dura duruyoruz böyle?”
Bir hanın yaşam öyküsü, bir şehrin ve mimarinin de yaşam öyküsünü üstleniyor. Ali Paşa Hanı’na bakarak, kıvranmaktaki bu şehre, biraz olsun hak vermek geçiyor aklımdan. Değerli sanatçı, tiyatro üstadı Genco Erkal’la, bir dönem Dostlar Tiyatrosu’nun yazlık tiyatro mekânı olan, aile yadigârı han hakkında; sahnelenmesinin ellinci yılında, 'Bir Deli’nin Hatıra Defteri' adlı tek kişilik oyununa girmeden hemen önce konuştuk.
"Dostlar Tiyatrosu, Yapı-Endüstri Merkezi'nde kuruldu"
Merhaba, söyleşimizden sonra elli yıllık bir oyun olan 'Bir Delinin Hatıra Defteri'ni oynayacaksınız. Biz de izleyeceğiz. Ne mutlu bize. 1969 yılında kurulan Dostlar Tiyatrosu’nun turneler dışında sabit bir mekânı oldu mu? Muammer Karaca Tiyatrosu elinizden alınmadan önce, Dostlar Tiyatro Topluluğu’nun hikayesini dinleyebilir miyiz sizden?
Genco Erkal: Şimdi, bu çok ilginç bir soru oldu, çok ilginç başlayacağız. Çünkü Dostlar Tiyatrosu, Yapı-Endüstri Merkezi'nde kuruldu. İlk oyunumuzu orada sahneledik. Şimdi o yapı ne halde, içine girmedim ama büyük bir konferans salonu vardı. Biz orayı, her oyun için ayrı bir konumda düzenlenen değişken bir sahne haline getirdik. Sahnesiz bir sahne olarak düşündük. İlk üç oyunumuzu; ‘Rosenberg’ler Ölmemeli 1969 – 1970’, ‘Durdurun Dünyayı İnecek Var 1969 – 1970’ ve ‘Ha Me Ka Ha Ha Pe (Haysiyetli Milli Kalkınma ve Hak Hukuk Partisi) 1969 – 1970’i orada oynadık. Kuruluşumuz 'Yapı-Endüstri Merkezi' binasıdır yani. Bir yıl orada çalıştık. Bizden sonra orayı başka tiyatrolar da kullandı. Bir süre Ulvi Uraz’ın, bir dönem Vasıf Öngören'in tiyatrosuydu, sonra devam etmedi tiyatro olarak.
foto: Ali Önder Biter
Dostlar Tiyatrosu sonra hangi mekânlarda devam etti?
GE: Yapı-Endüstri Merkezi'nden sonra neredeyse bizim oynamadığımız tiyatro kalmadı. Küçük Sahne, Ferhan Şensoy'un eski Fransız Tiyatrosu, Şişli'deki Ümit Tiyatrosu, Elhamra Tiyatrosu, Baro Han ve son olarak da Muammer Karaca Tiyatrosu. Orası kapatılıp biz dışarı atıldıktan sonra da farklı sahnelerde oynuyoruz. İki yıldır Kenter Tiyatrosu'nda yerleşik gibiyiz. Ama haftada iki kez cuma ve cumartesi günleri. Onun dışında, Trump, Kozzy, Ataköy Kültür Merkezi, haftanın iki üç günü İstanbul dışındayız, diğer günler şehir içinde dolaşıyoruz. Tam bir göçebe tiyatroyuz biz. Hiçbir zaman uzun bir süre bir yere yerleşme imkânı olmadı.
Tiyatro yapısı eksikliği kanayan bir yara Türkiye mimarisinde.
GE: Ne yazık ki, zaten tiyatro olarak yapılmış bina yok. Olanları da yok edip ölüme terk ediyorlar. AKM gibi, Muammer Karaca Tiyatrosu gibi… Yeni salonlar da yapılmıyor. Tiyatro binası açısından ne yazık ki ülkemiz çok acıklı bir durumda.
"Perşembe Pazarı’nın açılmasıyla ve İstanbul Hali’nin taşınmasıyla han işlevini yitirdi"
Çocukken Ali Paşa Hanı’na gelir miydiniz? Nasıl hatırlıyorsunuz?
GE: Giderdim. Babamla amcama, iki kardeşe aitti bizim hisseler. Biz de iki kardeş kaldık mirasçısı olarak. Amcamın çocukları hayatta değil. Hanı ailesi için yaptıran Sadrazam Çorlulu Ali Paşa, Midilli'de kellesi alınınca yarım kalmış inşaat. O devirlerde bizim dedelerden birine geçiyor ve öyle başlıyor tarihi. Çocukken az da olsa giderdim hana. Mesela tel kadayıfının nasıl yapıldığını orada öğrendim. Lokumcular vardı, bakırcılar vardı. Göz boncuğu yapanlar, kitap ciltleyenler, tenekeciler, kilitçiler. Birçoğu yok oldu ama at ve eşek eyeri yapan usta hâlâ orada, son kalan ustalardan biri.
Ben handa bir gün geçirdim. Çevredekilerle, esnafla konuştum. Odacıyla, çay verirken doğu türküleri okuyan çocukla. Sora sora hanın geçmişteki işlevlerini listeledim: Lokumculuk, Reçelcilik, Tatlıcılık, Leblebi Şekerciliği, Helvacılık, Sandıkçılık, Sepet Örmeciliği, Çeyizcilik, Tutkalcılık (Cilt tutkalı), Dosya Teli İmalatı, Zımbacılık, Tenekecilik, Dövme Bakırcılık, At ve Eşek Eyeri İmalatı, Gözlük ve Şemsiye Tamirciliği.
GE: Han eskiden cıvıl cıvıl yaşayan bir yerdi, sonra giderek Perşembe Pazarı’nın açılmasıyla ve İstanbul Hali’nin de taşınmasıyla yavaş yavaş işlevini yitirdi. Sanayileşmeyle oradaki insanlar işsiz kaldı, kimi iflas etti ve göçtü. Şu an Demirci Osman dışında başka zanaatkâr yok. Bomboş kaldı.
Ve tarihi han tiyatroyla buluşuyor...
Hanla ilgili ne gibi planlarınız vardı?
GE: Kardeşimle ortak olarak, han hakkında sanat ve kültürle ilgili bir yer olabilir mi diye çok düşündük, insanlara danıştık. Butik otel olabilir mi diye de düşündük ama az oda çıkıyordu. Bir ara Almanya’dan ressamlar için sanatçı evi gibi kullanılması düşünüldü. Restoran olur mu dendi, büyük bir şirketin merkez ofisi olması düşünüldü ama hiçbiri ciddi bir sonuca ulaşmadı. Caddeye bakan dolu ve kullanılmakta olan dükkânlar da hana dahil olduğu için bütünlüklü bir işleve sahip olamayacaktı yapı. Dışını ve içini birlikte istedi yatırımcılar. Bütün yapı düşünüldüğünde caddeye bakan kısımda mülkiyetler farklı. İç kısımdaysa Demirci Osman dışında, bütün odalar kardeşim ve bana ait ama sadece bu bölüm, bu saydığımız işlevler için yeterli olmayacaktı. Daha sonra kardeşimle tiyatro olması konusunda anlaştık ama sonra nasıl olduysa istemediğini söyledi ve şimdi bu ailevi anlaşmazlık nedeniyle artık tiyatro olarak kullanılamayacak maalesef.
foto: Ali Önder Biter
Ali Paşa Hanı’nda üç sezon, bahar ve yaz aylarında, Dostlar Tiyatrosu tıklım tıklım dolu oynadı, ‘Yaşamaya Dair’ adlı oyun ve bu mekânın yaşadığı acı tatlı her şeyle tarihe geçsin isterim. Ayrıca o dönemde oyun ve mekân hakkında pek çok olumlu yazı yayımlandı. İnsanlar sevmişti.
foto: Dostlar Tiyatrosu
Aslında Muammer Karaca Tiyatrosu’ndan çıkarıldıktan sonra Dostlar Tiyatrosu kendine mekân buldu diye düşünülmüştü o zaman. Kendine ait sabit bir alanı vardı artık. Bir simgeydi. İnsanlar şimdi bile hana gelip, “Genco Erkal’ın tiyatrosu burası mı?” diye soruyor kapıdan. Bir hayli tatsızlıklar yaşanmış. Bir yangın da çıkmış çay ocağından başlayan. Olanları anlamak gerçekten çok güç...
GE: Evet. Demirci Osman da bundan rahatsız oldu. Bana öyle geliyor ki tiyatroya da karşıydılar. Tiyatro hana yerleşirse biz de dükkândan oluruz diye düşündüler sanırım. Biz bir ara avlunun üstünü kapatmayı ve hanı kışın da tiyatro için kullanmayı düşündük ama sonuçlanmadı, bu nedenle dükkânını kaybedeceğinden korktu ve bizi istemedi orada. Ancak asıl anlaşmazlık aile arasındadır.
Platformların doğranmış hali / foto: Dostlar Tiyatrosu
Biz Osman Bey'le konuştuk. Beni iyi karşıladılar handa, çay ve sohbet değerliydi. Kırk altı yıllık baba mesleği dövme bakırcılığı orada mümkün mertebe sürdürmek istiyorlar anladığım kadarıyla. Orada büyümüşler. Kendileriyle bütünleşmiş han artık. Bir zanaat tarihini ve mekânı sahipleniyor ve belki de bilinçli olmadan koruyorlar da. Böyle bir dürtüleri ve evet korkuları var. Bana göre kentsel dönüşümün haksızlığına karşı bir anlam ihtiva ediyor tutumları. Ali Paşa Han’ı korur bir halleri var bana kalırsa.
GE: Keşke kalsalar orada ve uzun ömürlü olsa zanaatları. Keşke. Gündüz orada böyle dükkânlar çalışsa, zaten onlar akşam kapatıp gidiyor, akşam da tiyatro olsa yaz aylarında. Kış için avluyu kapatmak adına iyi bir sonuç bulamadık, içimize sinmedi. Duvarlara değmeden bir çözüm çıkmadı. Çirkin çelik yapı olsun istemedik. Binayı korumak istediğimiz için yapmadık.
Oyunlar başlamadan önce nasıl bir hazırlık süreci oldu handa? Bir onarım ya da tiyatro normlarına göre yeni bir düzenleme yapıldı mı ruhsat için?
GE: Belediyeden geçici izin alındı. Belli bir restorasyon yapılmadı. Yangın çıkışları mevcut kapılardan kullanıldı, onlara yönlendirme yapıldı. Tuvaletler onarıldı. Bir gişe eklendi. Yukarı kattaki mevcut odalar tiyatro personeli için kullanıldı. Yapıya hiçbir müdahale yapmadık. Zemin düz değildi, bu bizim için zordu ama asla dokunmadık. Seyyar dekorumuzla gelip, oyun bittikten sonra da toplayıp aynı haliyle bırakarak çıktık. Işıkları mevcut demir gergilere astık.
Mimar Selen Erkal'ın tasarladığı tiyatronun çizimleri:
Uygulama aşamasından kareler:
foto: Dostlar Tiyatrosu
foto: Dostlar Tiyatrosu
foto: Dostlar Tiyatrosu
foto: Dostlar Tiyatrosu
foto: Dostlar Tiyatrosu
foto: Dostlar Tiyatrosu
Gerçek ile kurguyu buluşturan tarihi atmosfer...
Yaşlı bir asma var avluda, çok da güzel. Doğal bir dekor olmuştur. Çay ocağı var. Şimdi de aktif. Dileyen hanın içine girip çay içebilir, hanı gezebilir.
GE: Evet bizim istediğimiz de buydu zaten. Yepyeni bir mekân değil. Tarihi bir atmosfer. Binanın hiçbir yerine müdahale etmeden doğal haliyle kullandık. Güzel olan da buydu. Bu benim yıllardır aklımdaydı. Globe Tiyatrosu gibi, o da bir handı. Ama kardeşim hep karşı çıktı. En son ikna olmuştu ama uzun sürmedi. Tiyatro izni çıktıktan sonra ben 'Yaşamaya Dair' oyununu buraya göre yazdım. Bursa Cezaevi avlusu, koğuşları, hep bunlar zihnimdeydi, bir odanın penceresi açılacak orası Piraye’nin evi olacak, üst katlar onların Çamlıca’daki köşkü olacak gibi, hepsi kafamda canlanmıştı.
Mekâna yazılmış bir oyun…
GE: “Dışarıda bahar geldi karıcığım” diyor Nâzım, asma baharı gösteriyor. “Ay ışığı” diyor, avlunun üstünde ay ışığı var. “En ufak yıldız” diyor, gökyüzünde yıldızlar seyircilere ait. Martılar geçiyor. Yarasalar içeride dolaşıyor. Kediler geçiyor. Şiirin içinde de kedi vardı, han sahnesinden de kedi geçiyordu.
foto: Dostlar Tiyatrosu
foto: Dostlar Tiyatrosu
Oyuna gelen izleyiciler kimlerdi? Dostlar Tiyatrosu’nun müdavimleri mi? Yerel halktan duyup da gelen oluyor muydu? Süleymaniye’den, Eyüp’ten mesela?
GE: Zannederim oluyordu. Muhafazakâr izleyicilerimiz artmıştı son dönemde. Gençler çok geliyordu. İlerde daha çok yerel bir kaynaşma olacaktı belki de.
Han, daha yapılışından, adasına, arsasına kavisli yerleşimi, yola uyumlu dönüşüyle, bir yapının bulunduğu yere uyum özelliğini de simgeliyor, halkla bütünleşmesi daha mimarisinden başlıyor.
GE: Dikkat ettiyseniz dik açı yoktur. Satıhları yamularak uzar. Tam yerine uymuş.
Ali Paşa Hanı, sadece yapının değil işlevinin de korunması için önemli bir mimari miras bizlere. Sahip olduğu işlevleri koruması için de tiyatroya ihtiyacı var yoksa kentsel dönüşümün o yıkıcı, acımasız etkisiyle yitecek. Hem şehir, hem de şehirli için büyük kayıp olacak. Eminönü çevresinde çok şey değişmek üzere. Tahtakale ve Mahmutpaşa tehlikede. Ucuz tekstil ürünü alabilen halkın elinden alınacak ve turistlere geçici kullanım için verilecek. O efsanevi uğultusu, edebiyata giren pazarlık diyalogları, hepsi yok edilecek. Oysa Kapalıçarşı’ya uzanan bu gelenekte, yüz yüze sözle yapılan alışveriş, vitrinsiz bir satış, unutulmuş ticari bir özen ve güven, hepsi yitirilecek.
GE: Nasıl canlı bir yerdir Mahmutpaşa ve çevresi. Yabancı arkadaşlarım oralara hayran kalır. Gerçek İstanbul orasıdır.
Çok teşekkür ederim bizimle söyleştiğiniz için. Dilerim bu yazı Ali Paşa Hanı’nın mimarlık tarihindeki yerini ve tiyatro adına verilen bir savaşın hikâyesini ölümsüz kılar.
GE: Benim için önemli olan Ali Paşa Hanı gerçeğinin; tiyatro ve hatta mimarlık tarihinde özgün bir yeri olacak bu deneyimin belgelenmesi, hoyratça yok edilmesi ve engellenmesi boyutunun tarihte yerini almasıdır. Ben teşekkür ederim.