Hedef Yolculuğun Kendisi

Banu UÇAK / 02 Nisan 2013
Yolları, yolculuğu, terminalleri, garları hatta bekleme salonlarını genel eğilimin aksine çok severim. Ne kadar kimliksiz, kalabalık veya yorucu olursa olsun bana yeni göreceğim yerler ve insanları çağrıştırır.

Yolları, yolculuğu, terminalleri, garları hatta bekleme salonlarını genel eğilimin aksine çok severim. Ne kadar kimliksiz, kalabalık veya yorucu olursa olsun bana yeni göreceğim yerler ve insanları çağrıştırır. İşim sebebiyle eskisine göre biraz daha fazla seyahat etmeme rağmen bu duygum azalmadı. Özellikle ilk defa göreceğim bir yer için yola çıkarken hep ümit ve heyecan duyarım.


Geçtiğimiz hafta sonunu Kalebodur'un davetlisi olarak Kapadokya Argos Otel'de geçirdim. Kalebodur'un, internetin imkanlarıyla geniş kitlelere yaydığı "Mimarlar Konuşuyor" toplantılarının dördüncüsünü şanslı bir azınlıkla yerinde izleme fırsatım oldu. Bu vesile ile 33 yaşında bir mimar olarak ilk kez Kapadokya'yı gördüğümü utanarak söylemeliyim. Bu nedenle başta da söylediğim gibi, cumartesi sabah erkenden yola düştüğümüzde keyfim yerindeydi. Mimarlık camiamızdan Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, Tülin Hadi - Cem İlhan, Mehmet - Burcu Kütükçüoğlu, Han Tümertekin, Abdi Güzer, Uğur Tanyeli, Radikal'den Cem Erciyes ve toplantının moderatörü Nuri Çolakoğlu ile İstanbul'dan Nevşehir'e uçtuk. Nevşehir'de Gülsün Tanyeli de ekibe katıldı. Alanlarında tanınmış bu isimleri biraraya getiren, "kimlik" konusunu tartışmak üzere planlanan "Mimarlar Konuşuyor" toplantısıydı.

Yolculuğun kendisi kimlik konusunu düşünmek için insana uygun bir zemin sunuyor aslında. Eski dış hatlar terminalinden devşirilmiş iç hatlar terminalimiz, bir köşesine stilize Selçuklu deseni uygulanmış, biraz da işlevi nedeniyle kimlik bunalımı yaşayan İç Hatlar CIP Terminali ve en çok da yolculuğun kendisi...

Büyük şehirlerdeki çarpık kentleşme, günlük sohbetler için bilinen ve ortak payda yaratan bir şikayet konusudur. Oysa Anadolu'nun sonradan kentleşen küçük kasabaları, Uğur Tanyeli terminolojisi ile "periferi" bence çok daha dramatiktir. Nevşehir havalimanından Uçhisar'a yola çıktığımızda en hafif tabiri ile bir "periferi sıkıntısı" içimi kapladı. İçinden geçtiğimiz şehir Nevşehir değil, Adıyaman, Tokat, Kırşehir deseniz kimse aksini düşünmez. Şehrin girişinde zenginleşmeyi temsil eden, türdeş, oransız apartman blokları, boz boşluklar, şehrin eteklerine doğru daha eski ve belli ki artık muteber kabul edilmeyen bölgeler. Tabii İstanbul'un aksine, bu şehirler bir noktada bitiyor ve neyse ki bir boşluk başlıyor. Orta Anadolu'nun bu boşluğu şiirsel. İnsanın aklına Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları şiirinin mısraları takılıyor; "Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı"...

Bizi baharla karşılayan Uçhisar'a yaklaştıkça yolun kenarında akan peri bacalarının insanı hayrete düşüren güzelliği ise göz kamaştırıcı. Tabii yine, gereğinden büyük yapılmış çirkin oteller, bunların yanına yaraşan boz sıvalı yapılar görüyoruz. Mimarlık eğitimi aldığım yıllarda dergilerde rastladığım Merih Karaaslan'ın ünlü Peri Tower Oteli'nin yanından geçiyoruz. Arkasındaki kurguyu kavramakla birlikte, resimlerinden sevemediğim yapıyı yakından gördüğümde de ısınamadım doğrusu.


Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :