Simla Sunay'ın Sanat Mevsimi Yazıları, Ramazan Can’ın ‘Yüklük Serisi’ ile devam ediyor. Anna Laudel Gallery’nin temsil ettiği sanatçı, kumaş esaslı gerçek malzemeleri beton bloklar içine gömerek oluşturduğu seriyle izleyiciyi, bir tür mekân olarak da görebileceğimiz “yüklük”ü yeniden düşünmeye çağırıyor.
Yüklük, 2017, beton-dokuma yerleştirme
Heykeltıraş Ramazan Can’ın (d. 1988) Yüklük Serisi ile ilk kez Contemporary Istanbul 2017 sanat fuarında karşılaştım. Bana göre fuarın bu seneki en etkileyici yerli eseriydi. Anna Laudel Gallery’nin temsil ettiği sanatçı, eski ahşap evlerin yatak odalarından bildiğimiz yüklüklerin içinden topladığı dokuma ürünler; kırlentler, yün yorganlar, battaniyeler, keten çarşaflar, heybeler, kilim ve halı gibi geleneksel doku ve desendeki iplik ve kumaş esaslı gerçek malzemeleri beton bloklar içine gömerek oluşturduğu Yüklük adlı yerleştirmesiyle bizi bir tür mekân olarak da görebileceğimiz “yüklük” üzerine derinlemesine düşünmeye çağırıyor.
Yüklük eski bir sözcük artık, gömme dolap yerini alalı epey oluyor, oysa yüklüğün işlevini tam da karşılamıyor. Günümüzde kimse kimseye yatıya gitmiyor, bu nedenle kıvrılmış yün yataklar için ayrı derin bir dolap alanına da ihtiyaç yok artık evlerde. Çekirdeklere bölünen ailenin yaşam biçimi değişti. Yüklük bugün geleneksel, tarihi evlerde karşımıza çıkan, korumamız gereken konut mimarisinin bir parçası olarak belleğimizde yer alıyor.
Anadolu konut mimarisinde yüklük dediğimiz alan çok çeşitlilik gösteriyor. Kapı arkasında atıl bırakılmış bir alan değil, mimari olarak planlanmış, bazen odaları bölen, bazen çatı katlarında çatı eğiminden doğan kayıpları işlevlendiren, bazen raflı olup yorgan sanatının bütün güzelliğini açık eden pek çok tür yüklükten söz edebiliriz. Peki, sadece bu kadar mı?
Yerlileştirme I (Yüklük Serisi), 2017, beton-dokuma yerleştirme
Ramazan Can yüklüklerden çıkma dokumaları neden beton blokların içine gömüyor peki? Eserin alt metnini okuduğumuzda daha iyi kavrıyoruz; göçerlikten yerleşik düzene geçen yörüklerin yanlarında taşıdıkları bu dokumaları yeni yaşam biçimlerinde sabit olarak konumlandırdıkları bir alan, yüklük. Sanatçı önce yüklük sözcüğünün özüne iniyor.
Sanki her an yeniden göçe çıkacaklarmış gibi hazır içinde her şey yüklüğün. Üst üste dizilmiş, renk renk… Eşya içinden alınıp hayvanların sırtına atılacak sanki hemen. Geçmişten bakınca böyle görüyoruz. Peki tersinden bakarak anlamaya çalışsak eseri... Bugünün kentleşmiş insanının çok eskiden göçer bir yaşam sürdüğüne inanmak ne kadar güç, değil mi? Bence sanatçı da tersten; günümüzden geçmişe bakıyor, bu yüzden beton blokların bazılarının üzerinde dokumalar taşmış, görünüyor, kabuk tam kapanmamış, özü kendini ele veriyor, hatta bazılarının üst yüzeyinden apaçık. İstanbul’un betonlaşmayla sıkışan tarihi yüzeylerini andırıyor bize bu dokumalar. Ne tamamen beton, ne tamamen dokuma. Ne tamamen yeni, ne tamamen eski…
Gelenek asla tümüyle yok edilemez, diyerek göründüğünden umutlu bir anlatımı var sanatçının. Gelenek, Ramazan Can’ın bloklarından hep sıyrılmayı, sarkmayı, sızmayı başarmış. Bizim, bir ihtiyaç, bir dolap işte diye baktığımız “yüklük” aslında toplumun değişen yaşam biçiminin mekânsal bir izi. Bir kararın yükü. Gerçekten bir yükü taşıyor. Devenin, katırın sırtındaki yük, ev içinde elbette ki yük-lük oluverecek.
Yerlileştirme II (Yüklük Serisi), 2017, beton-dokuma yerleştirme
Serinin Yerlileştirme I ve Yerlileştirme II adlı eserlerinde, göçer toplumun kendisiyle birlikte taşıdığı bütün özelliklerinin, yerleşik düzene geçtiği coğrafyada artık “yerlileşeceği” ve doğal olarak bu özelliklerinden kayba uğrayacağı kavramsallaştırılıyor. Yerli olan şey yerli değil mi aslında? Yerlileştirilmiş mi? Belki de yerli diye bir şey yok. Büyük bir karışım var sadece.
İskânlardayım (Yüklük Serisi), 2016, Beton – kıl çadır yerleştirme
Yüklük Serisi'nin İskânlardayım adlı eseriyse ana fikri pekiştiriyor. Göçerliğin genetik varoluşuna bakıyor. İskân bir tür isyan. İskân bir varış mı peki? İskân almış bir yapıya mikroskopla bakıyor gibiyiz. Yörüklerin kıl çadırını beton bloğun içinde tam saklayamadan “hapsediyor”. Beton, çadırın yüklüğü artık. Sanki çekilip alınacak ve eskiye dönülecek. İki ucu açık.
Göç her an yeniden başlayabilir, diyor bize Ramazan Can.