Türkiye’de, mimarlık ortamında verimli tartışma alanları yaratan yazılar neredeyse yok denecek kadar azdır. Eleştiriler genellikle anonimleştirilmiş düşüncelere yapılır, kimse bunları üzerine almaz ve sonuçta, yazılanlar /söylenenler hedefine ulaşmadan, tartışma oluşturmadan buharlaşıp yok olur. Bu bağlamda ilk elde umut veren, tartışma ortamı yaratmaya niyetli bir yazı Arredamento Mimarlık dergisinin Eylül 2016 tarihli sayısında yer alıyor. Yazı Günkut Akın’ın, başlığı ise “Sorunlu İlişkinin Ardından: Türkiye’de Modernist Mimarlık ve Geçmiş – I”1. Oldukça uzun olmasına karşın, başlık, yazıya ilişkin bir fikir vermiyor; yazı da epey uzun, ama okuyup sonuna ulaştığınızda yazarın düşüncesinin açık ve net bir biçimde ortaya çıktığını söylemek zor. Ayrıca son derece dağınık ve aceleye gelmiş izlenimi bırakan bir metin. Bunlara karşın, Akın’ın meselesinin modernleşme/koruma ilişkisi olduğu anlaşılıyor, ancak daha geniş bir değerlendirme yapmak için bu ilk metni takip edecek yazıları beklemek gerekecek.
Metinde dikkat çeken bir başka nokta ise, odaklandığı konudaki kavram karışıklığı. Akın, modernlik-modernleşme-modernizm kavramlarını karışıklığa yol açabilecek bir keyfilikte kullanıyor, “modernist” yerine “modern”, “modernleşme” yerine “modernizm” diyebiliyor; ileride bu kullanımların örneklerini göreceğiz. Günkut Akın’ın bu kavramlar arasındaki ayrımı bilmemesine olanak yok, daha önce de söylediğim gibi metin titiz bir yazı sürecinden geçmemiş olmalı. Biz yine de –en azından genç okurlarımız için- kavramlar arasındaki ayrımları yeniden belirtelim: “Modernlik”, geleneksel olanın çözülmesiyle birlikte ortaya çıkan durum için kullanılır. Özne-nesne bütünlüğüne dayanan geleneksel dünya, bu bütünlüğün çözülmesiyle ve özne-nesne arasına mesafe girmesiyle birlikte yerini modern dünyaya bırakır; bu sürecin adı ise “modernleşme”dir. “Modernleşme”den söz etmek, Avrupa’da Rönesans’a dek uzanan bir değişim sürecinden söz etmek demek. “Modernizm” ise, ilkelerini, normlarını 20. yüzyıl başlarında tanımlayan doktrinin adıdır. Örnek vermek gerekirse, 18. yüzyılın Barok mimarlığı modern bir mimarlıktır, ama modernist bir mimarlık değildir.
Bu yazıda asıl üzerinde durmak istediğim konu ise Günkut Akın’ın benim metinlerimden alıntılar üzerine yaptığı yorumlar. Önce benden yaptığı ilk alıntıyı hangi bağlama yerleştirdiğini görelim; şöyle demiş Akın: “[Sedad Hakkı] Eldem mimarlığının modernist ilkelerle uyuşmaması hep sorun olarak görülmüştü. Betonarme yapının olanaklarını modern [herhalde ‘modernist’ demek istiyor A.K.] öğretiye uymayan bir şekilde, neredeyse dekoratif amaçlarla kullandığı ileri sürüldü. Kimi kez alıntılar fazla mimetikti.”2 Burada Akın’a sorulacak ilk soru “Hangi Eldem mimarlığı?” olacaktır. “Eldem mimarlığı”, Sedad Hakkı’nın gençlik yıllarından son yıllarına dek gelen bağdaşık bir bütün değil. Örneğin 1950 sonrası modernist üretim dönemini ele alalım, bu dönemde Eldem’in betonarme yapının olanaklarını modernist doktrine uymayan bir biçimde, dekoratif amaçlarla kullandığı ileri sürülebilir mi? Kaba bir tasnifle, Sedad Hakkı’nın mimarlığında dört dönemi ayırt etmek olası: İlkgençlik yıllarının erken modernist dönemi, 1930’ların ortasından 1950’ye dek süren ulusalcı dönem, 1950’lerin modernist dönemi ve 1960 sonrasının bağlamsalcı dönemi. Ne var ki -yine ileride benden yaptığı bir alıntı bağlamında göreceğiz- Günkut Akın, Sedad Hakkı Eldem’in üretiminde farklı dönemler olduğunu görmek istemiyor, onun için tek bir bağdaşık “Eldem mimarlığı” var.
Eldem’den 50’ler modernizminin başyapıtı: Rıza Derviş Köşkü (1956-1957)
Akın, yazısını şöyle sürdürüyor: “Modernizmin sonrasına geçildiği, onun kavram dünyasının ve ilkelerinin çoktan beri sorgulandığı 2002’de bile Aykut Köksal ‘ulusalcı’ denilen Eldem mimarlığına ekstra-modern bir eleştiri yöneltmişti.”3 “Ekstra-modern eleştiri”yi anlamlandırmak zor, ama sanırım Akın yine “modernist” yerine “modern” demeyi yeğlemiş; bu durumda “ekstra-modern eleştiri”, “fazla-modernist eleştiri” demek oluyor; yani Günkut Akın, “post-modernizm bile geldi geçiyor, Aykut Köksal hâlâ fazla-modernist eleştiri yapıyor” demek istiyor. Doğrusu, söz konusu olan bir mimari eleştiri metni olsaydı bu yargıyı tartışabilirdik; ama Akın’ın sözünü ettiği metin, Türkiye mimarlığındaki modernleşme ve ulusalcılığı, dönemin resmi ideolojisi ve kültür siyaseti bağlamında, disiplinlerarası ilişkileriyle ele alan, mimari üretimi bu çerçevede okumaya çalışan bir değerlendirme yazısı, mimarlık tarihyazımına küçük bir katkı denemesi, bir mimari eleştiri yazısı değil.
Bu hazırlık cümlelerinin ardından, Akın’ın, Arredamento Mimarlık’ın Ulusallık/Ulusalcılık dosyası içinde yer alan, 2002 tarihli metnimden yaptığı alıntıya sıra geliyor: “Ulusalcı mimarlığın, düşünsel arka planıyla ne denli yoksul olduğu, bağlamla girdiği ilişkide çok açık biçimde ortaya çıkar. (…) Cumhuriyet’in Ulusal Mimarlık hareketi ise sivil mimarlıktan derlediği sözlüğü bir üniversite yapısına [İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi] aktardığında, ideolojik programın bir karikatürü ortaya çıkar. Taşlık Kahvesi için söylenen ‘suyu çekilmiş yalı’ sözü de bir başka karikatürün dile getirilmesi olur.”4
Ulusalcı dönemden iki çalışma: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (1942-1944) ve Taşlık Kahvesi (1946)
Bu sözleri şöyle eleştiriyor Akın: “Oysa Köksal’ın düşünsel arka plandan yoksun olduğunu söylediği Eldem, (…) 1930’lardan itibaren geleneksel mimarlığın seçkin örneklerine dönük ilgisini kapsamlı araştırmalarla derinleştirmiş, tipolojik ve morfolojik çözümlemeler ortaya koymuş ve bu konularda az bulunur bir yayın faaliyetine girişmişti.”5 Akın, şaşırtıcı bir özensizlikle kaleme almış eleştirisini: Ben Eldem’in değil, ulusalcı mimarlığın düşünsel arka planıyla yoksul olduğunu söylüyorum, Akın kendi alıntıladığı metne daha dikkatle bakmış olsaydı bunu görecekti. Yazımın konusu, tek başına özne olarak Eldem ya da başka bir mimar değil, Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarda izlediği kültür siyasetinin bir sonucu olarak, müzikten edebiyata, oradan mimarlığa uzanan ulusalcı hareket; Eldem - tıpkı Adnan Saygun’un müzikte yüklendiği rol gibi- bu ulusalcı hareketin mimarlıktaki lideri olarak ortaya çıkıyor, bağımsız bir özne olarak değil.
Benim yazımın bütünü dikkatle okunduğunda, 1929 dünya ekonomik bunalımının ardından (başka ülkelerde de olduğu gibi) Cumhuriyet’in nasıl içe kapandığı ve ulusalcılığın yükseldiği, 1932’de toplanan I. Türk Tarih Kongresinin ve Güneş Dil Kuramının ulusalcı siyasetin ana adımları olarak ortaya çıktığı, Eldem’in ulusalcı çıkışının da, tipoloji ya da morfoloji araştırmalarına değil, resmi ideolojideki bu değişime bir an önce ayak uydurma kaygısına bağlı olduğu görülecektir. Ulusalcı üretimin programı ise resmi siyaset tarafından belirlenmiştir: Cumhuriyet’in yeni müziği halk müziğine dayanacak, edebiyat halk edebiyatından beslenecek, mimarlık da halk mimarlığına yani geleneksel sivil mimarlığa yaslanacaktır. İşte ulusalcı mimarlığın başını çeken Eldem’in, tipoloji ve morfoloji çalışmalarına temel oluşturan Milli Mimari Seminerleri, resmi siyasetin tanımladığı bu programı mimarlık bağlamında hayata geçirme çabası olarak, Eldem’in ilk ulusalcı çıkışından daha sonra başlar. Kısacası, Eldem’in araştırmalarını, ulusalcı mimarlığını hazırlayan ve düşünsel arka planı oluşturan çalışmalar olarak görmek olguların akışıyla örtüşmüyor.
Bu söylediklerimi netleştirmek için kronolojik seyire bakalım: Sedad Hakkı Eldem’in ilk ulusalcı çıkışı, 1933’te Mimar dergisinde yayımladığı “Bir Villa Projesi” başlıklı çalışmasıdır. Eldem’in bir mimarlık manifestosu olarak tasarladığı projenin takdimi şu sözlerle sona erer: “Neticede bu eser, mahalli mimarinin en has bir numunesidir. Orijinaldir. Çünkü Türk sivil mimarisini gösteren bir eserdir.”6 Eldem’in bu proje için uzun boylu tipoloji, morfoloji çalışmaları yapmış olduğu sanılmasın, tipolojik kaynak hemen yanı başındadır: Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın T planlı selamlık divanhanesi. Sedad Hakkı, Akademi’de ilk milli mimari seminerini bir yıl sonra, 1934’te düzenler.7 Milli Mimari Seminerleri’nin asıl başlangıç tarihi ise 1936, yani Mimar dergisindeki ilk çıkıştan üç yıl sonra. Akın’ın sözünü ettiği “az bulunur” yayın faaliyeti içinse Türk Evi Plan Tipleri’nin yayımlandığı 1954 yılını beklemek gerekecektir. Bir diğer önemli çalışması olan Köşkler ve Kasırlar ise 1969 tarihli. Başka bir deyişle, Eldem çalışmalarını düzenli yayınlara dönüştürdüğünde Türkiye ulusalcı mimarlığı terk edeli çok olmuştu.
Eldem’in Mimar dergisinde yayımladığı “Bir Villa Projesi” (1933)
Yine metne dönelim. Akın, benim yazımdan alıntı yapmayı sürdürüyor: “Cumhuriyet ulusalcılığının (…) modernleşme sürecinde büyük bir gecikmeye neden olduğunu söyleyebiliriz. Bu gecikmenin, Türkiye mimarlığının modernizmle de üretken (yani hesaplaşan ve kendini yeniden üreten) bir ilişkiye engel olmuş olduğu açıktır. Mimarlığın bugün Türkiye’de yaşadığı ağır bunalımların başında da bu gecikmenin yer aldığını söylemek her halde çok yanlış olmayacaktır.”8 Akın bu alıntının ardından şu soruyu soruyor: “Bir tekil özne gerçekten bu denli büyük bir etkide bulunmuş olabilir mi?”9 Bilmem bu soruya yanıt vermek gerekiyor mu? Yukarıda, ulusalcı dönemin hangi dinamiklerle ortaya çıktığını, çeşitli disiplinlerde resmi siyasetin nasıl belirleyici olduğunu anlattım, bu anlattıklarım söz konusu yazımda daha da ayrıntılı olarak yer alıyor, hâlâ “tekil özne”den söz etmek mümkün mü? Akın’ın buna ek olarak sorduğu bir soru daha var: “Türkiye modernizminin sorunu içe kapalılık ve dünya ile ilgilenmemek olabilir mi?”10 Kuşkusuz olamaz; modernizm “içe kapalılığı, dünya ile ilgilenmemeyi” a priori yadsır, örneğin 50’ler modernizminin dili bu yüzden “uluslararası üslup” diye adlandırılır. Peki bu soru nereden çıktı? Ben Akın’ın bu sorusuna yol açacak bir görüş ileri sürmüyorum. Ama sanırım yine kavram kaymasıyla karşı karşıyayız, galiba Akın “Türkiye modernleşmesinin sorunu içe kapalılık ve dünya ile ilgilenmemek olabilir mi?” diye sormak istiyor, çünkü soruyu böyle sormuş olsaydı, benim görüşüme atıf yapmış olacaktı. Bu sorunun yanıtı ise çok açık: Evet. Mimarlığı bir yana bırakalım, tüm kurumlarıyla Türkiye’nin bugününe bakalım, ana sorun Türkiye’nin eksik modernleşmesinin içe kapalılığı değil mi?
Yukarıdaki alıntıya ilişkin Akın’ın şu sözlerini ise hiç anlamadım: “(…) ötekileştirmenin, yani olumsuzluğu başkasına yükleyip kendini iyi tarafta gösteren biner/ikili bakışın asıl zararının suçlamayı yapana yöneldiğine ilişkin savın doğrulanmasıdır bu.”11
Günkut Akın, 23 numaralı dipnotta, bu kez benim başka bir yazımdan alıntı yapıyor: “Akademi yenilemesi, Sedad Hakkı Eldem’in üretiminde en parlak dönemi oluşturan 50’ler modernizminin ilk önemli çalışmasıdır (…) 50’ler modernizminin parlak bir örneği[dir]”12 Bu alıntı üzerine Akın şöyle diyor: “Köksal, Sedat [doğru yazılış ‘Sedad’ olmalı A.K.] Hakkı Eldem’e ilişkin görüşlerinin en azından bir kısmını değiştirmiş olmalı ki, 2013’te MSGSÜ’nin (eski Akademi) kuzey yapısı olan eski Cemile Sultan Sarayı’nda 1948 yangını sonrası, onun Mehmet Ali Handan ile birlikte yaptığı modern dönüşümü olumlar.”13 Doğrusu üzülerek ifade edeyim, görüşlerimde bir değişiklik olmadı. Eldem’in ulusalcı döneminin zayıflıkları konusunda bugün de aynı düşüncedeyim. 1950 sonrası modernist üretimini ise hep başarılı buldum. Ama –daha önce de değindiğim gibi- Akın “Eldem mimarlığı”nı bağdaşık bir bütün olarak görüyor, o zaman bu mimarlığı ya toptan beğenmek gerekiyor, ya da toptan yermek. Ayrıca, Sedad Hakkı Eldem üzerine son yıllarda iki yazı yazdım, Akın bunlara bakarak görüşlerimi değiştirip değiştirmediğimi görebilirdi.14
Güzel Sanatlar Akademisi yenilemesi (1953)
Başta da belirttiğim gibi, Akın, anonimleştirilmiş düşünceleri eleştiren bir metin yazmak yerine, o düşüncelerin sahibi olan kişileri doğrudan zikrederek bir tartışmaya giriyor. Bunu son derece önemli buluyorum, ama keşke ortaya çıkan metin daha özenli olsaydı.
Dipnotlar:
1. Günkut Akın, “Sorunlu İlişkinin Ardından: Türkiye’de Modernist Mimarlık ve Geçmiş – I”, Arredamento Mimarlık, sayı 301 - Eylül 2016, s. 73-80.
2. Akın, s. 76
3. Akın, s. 76
4. Aykut Köksal, “Türkiye Mimarlığında Modernleşme ve Ulusalcılık”, Arredamento Mimarlık, sayı 149, Temmuz Ağustos 2002, s. 91 (Anlamın Sınırı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2009, s. 48.)
5. Akın, s. 76
6. Mimar Sedat Hakkı, “Bir Villa Projesi”, Mimar, 1933/2, s. 50-51.
7. Sibel Bozdoğan, Modernizm ve Ulusun İnşası, Metis Yayınları, İstanbul, 2002, s. 285.
8. Köksal, s. 91.
9. Akın, s. 76
10. Akın, s. 76
11. Akın, s. 76
12. Aykut Köksal, “Akademide İç Huzur Yoktur”, XXI, Haziran 2013, s. 26-27.
13. Akın, s. 76
14. Bkz. Aykut Köksal, “Cumhuriyet Mimarlığının İki Ustası: Sedad Hakkı Eldem ve Turgut Cansever”, Cumhuriyet: Yeni İnsan Yeni Hayat (Ed. Ekrem Işın), İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2013, s. 69-87; Aykut Köksal, “Sedad Hakkı Eldem”, Türk Mimarisinde İz Bırakanlar II, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Ankara 2015, s. 109-114.