Biriktirilen ve Üretilen Bir Dörtyüzsaniye İstiyoruz

09 Ocak 2008

 

Peki Dörtyüzsaniye'ye gelelim. Orada artık akademik bir ortamda değilsiniz, dolayısıyla kendinize daha farklı amaçlar, hedefler seçmiş olduğunuzu tahmin ediyorum. Nitekim geçtiğimiz haftalarda beşincisini düzenleyerek Mimarlık Savaşları'ndan daha uzun soluklu olacağını gösterdiniz. Bu anlamda, o çarpışmadan bir adım ilerisi olarak ‘Dörtyüzsaniye' size ne ifade ediyor?

 

Enise Burcu Karaçizmeli: Dörtyüzsaniye daha farklı bir ölçek, disiplinlerarası bir doğası var. Amatörlerle profesyonelleri çarpıştırıyor ve farklı tasarım alanlarını bir araya getiriyor. Mimarlık Savaşları ise çok daha kısıtlı bir çerçevedeydi, yalnızca İTÜ'nün mimarlık öğrencileri vardı. Ancak Mimarlık Savaşları'nı da daha geniş bir kapsama alıp, farklı fakülteler ve hatta farklı bölümler bünnyesinde gerçekleştirmeye dair çalışmalarımız da var. Aslında gözümüzde Dörtyüzsaniye'den pek bir farkı yok, yalnızca çok daha fazla kişiye hitap ediyor.

P.A: Dörtyüzsaniye, çok daha fazla sayıda ürün çıkarma potansiyeli barındırıyor. Sunucuların sayısı arttıkça paylaşılan tasarım ortamının sınırları genişliyor ve biz sunuculara geri dönüp bugüne kadar sunulmuş tüm projeleri toplayarak bir tür ‘database' (bilgi dağarcığı) oluşturmak niyetindeyiz. Dörtyüzsaniye, kısa parçalardan oluştuğu ve bir konferansta verilen detaylara girmediği için de ilgi çekici diye düşünüyorum. Orada, meslek alanının içinden olsun veya olmasın, herhangi bir kimse dikkatini çeken bir sunumu dinleyebilir; ilgi uyandırmayan bir sunumdan sıkılabilir ve yanındakiyle konuşabilir ama bir sonraki sunumu merakla izlemeye devam eder. Böylelikle izleyiciler, normalde özellikle gidip sergisini ziyaret etmeyeceği bir projeyi tesadüfen görüp etkilenebiliyor. Asıl farklı ve iyi olan da bu galiba.

EBK: Aslında bu etkinlikten daha fazla şey bekliyoruz. Şimdiye dek hiç olmadı, ama sunum yapanların anlatılardan heyecan duyacağı, tartışacakları, fikirlerini paylaşacakları ve hatta bir araya gelip başka bir proje üretecekleri bir ortam yaratabilmek istiyoruz. Dörtyüzsaniye, tamamen ‘üreten' bir etkinlik olsun istiyoruz.

 

Dörtyüzsaniye'nin adı, salt görseller eşliğinde yapılan sözel sunumlardan daha fazlasını getiriyor insanın aklına. Belki sunum sırasında bir köşede duran ve sürekli olarak geriye sayan dijital bir saat ve böylelikle sunucuların dahil oldukları bir sınama gibi düşünülebilir. Dörtyüzsaniye'yi bu anlamda gerçek bir performans etkinliği haline getirme fikri var mı aklınızda? Aslında son yer aldığınız amber festivali de sizin böylesi bir potansiyelinize işaret ediyor diye yorumlamıştık.

 

EBK: Saatten bahsedecek olursak, böyle bir şeyi başından beri istedik. Formatına uygun olsun ve gerçekten zamanla limitli olsun diye diledik ama hiç başaramadık. Kesmek istiyoruz ve aslında sunumları isterken de hep 400 saniye ile kısıtlı olmasını talep ediyoruz. Fakat sonrasında tüm anlatımlar uzuyor, sorular geliyor, sunucu haklı olarak bir önceki slayta dönmek istiyor ve gerginlik oluyor. Dolayısıyla yapabileceğimiz fazla bir şey olmuyor.

 

 

Gündeminizi nasıl belirliyorsunuz? Herhangi bir kriterler dizgesi var mı?

 

P.A: Aklımızda belli bir tema, kafamızda belirlenmiş bir ajanda genellikle olmuyor. Sürekli okuyup, araştırıp biriktiriyoruz aslında. Veya çevremizden aldığımız öneriler oluyor, onların üstüne gidiyoruz.

EBK: Bununla birlikte belli konsepti olan Dörtyüzsaniye'ler yapmak hep istedik. Amber festival'inde tamamen dijital sanatlara dair işler ve sanatçıların sunumlarıyla kısmen bunu gerçekleştirdiğimiz söylenebilir. Öte yandan gündemimizi daha ziyade doğaçlama belirliyoruz. Kriterlerimizden biri ve belki en önemlisi, bağlantıya geçtiğimiz kişinin kendisinden bahsetmesini istemememiz. Üstelik bu konuda çok titiziz. ‘Sizi ve sizin işlerinizin bir seçkisini görmek istemiyoruz' diyerek, kendi seçecekleri tek bir projeyle ilgilendiğimizi ve işe odaklı bir sunum beklediğimizi baştan belirtiyoruz.

P.A: Bazen gerçekten de ‘bu kadar çok insana mı sunacaktım!' diyen ve çekinen insanlar da oluyor. Bu ortamdan ‘öğrenci ortamı' olduğu düşüncesiyle fazla bir beklentisi olmayanlar da olabiliyor; onlar bazen hazırlıksız geliyorlar veya sunacakları projeleri seçerken kimileri için ‘bu orada olmaz' diyebiliyorlar. Sonrasında da daha fazla özen göstermediği için veya ‘o' projeyi sunmadığı için pişman olabiliyorlar.

 

Dörtyüzsaniye içinde görsel ve sözel anlatım ötesinde farklı medyalarla veya doğrudan performans sanatlarıyla ‘sunum' yapıldı mı? Veya böyle bir talebiniz oldu mu?

 

EBK: Bir keresinde bir pasta tasarımcısı 400 saniyede pasta süslemişti.

P.A: Çok daha farklı şeyler düşündük. Örneğin bir dansçının, projesini anlatmasındansa, 400 saniyede o gösteriyi özetleyen bir başka gösteri yapmasını istedik. Veya bir gösterinin bir parçasını orada birebir gerçekleştirmesini...

EBK: Mesela müzik  ve dans performanslarına da yer vermeyi istedik, ancak bunlar o kadar kolay işlemiyor. Çok daha fazla deneyim ve çalışma gerektiriyor.

 

 

Mekan seçimlerini nasıl yapıyorsunuz? Mesela dördüncü etkinliğinizi Studio Live'da düzenlemiştiniz ve basın bülteninizde ‘çok gürültülü bir Dörtyüzsaniye' diye bir serzenişiniz vardı...

 

P.A: Mekanlar için kendi fikirlerimizden veya başkalarının önerilerinden yola çıkarak seçimlerde bulunuyoruz. Örneğin garajistanbul tamamen amber'in fikriydi. Bunun dışında Dörtyüzsaniye'yi düzenlediğimiz mekanlar genellikle bunun için tasarlanmış olmadıkları için sorun çıkıyor. Sunucuya çok uzak olan köşelere ses gitmiyor, dinleyemiyorlar ve konuşmaya başlanıyor. Fakat bu sefer onların gürültüsü ön tarafa geliyor. Ön taraflarda ise genellikle sahne çok küçük olduğu için çok fazla insan yığılıyor ve sigara dumanı toplanıyor.

EBK: Rahat bir yer olsun istiyoruz, insanlar konuşa da bilsin, konferans gibi asla olmasın, alkol de alınabilsin...Diğer yandan alkol demek eğlenmek, konuşmak demek olsa da orada ciddi bir iş yapmaya çalışıyoruz. Sunucular belli bir emek veriyorlar, önemli de insanlar. Yine de izleyiciler ‘fazla' eğlenebiliyorlar. Sıcak bir ortamın oluşmasını istesek de bu o kadar ince bir çizgi ki, ve doğrudan mekanla ilişkisi var. Dolayısıyla her seferinde farklı bir mekanda olmak istesek de bu oldukça riskli oluyor. Her seferinde yeni ses sistemi, yeni kurulum, yeni ekipmanla karşılaşmak çok risk taşıyor. Biz de bundan sonrası için tek bir mekanda karar kılmak istiyoruz. Aslında, daha doğrusu, kendi tasarladığımız, bize ait bir mekanımız olsun istiyoruz. (gülüşmeler) İnşallah ileride...

 

 

Peki orada bulunmanızın karşılığında para istenirse ne yapıyorsunuz?

 

EBK: Mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyoruz. Çünkü biz zaten bu işten para kazanmıyoruz ve onlara da yalnızca bir kitle vaadettiğimizi söylüyoruz. İşin ilginci ise şu: İşletmeciler anladığımız kadarıyla bu sektöre yakın durmak istiyorlar. Belli bir öğrenci kitlesi, akademisyenler, tasarımcı toplulukları ve hatta sanatçılar ziyaretçimiz oluyor ve sanırım bu, mekan sahiplerinin ilgisini çekiyor. Bu sayede olsa gerek, bugüne kadar bağlantıya geçtiğimiz mekan sahiplerinden böyle bir karşılık hiç almadık. Görünen o ki, kültürel etkinlikler yalnız bizim değil, onların da çok hevesli olduğu bir şey.

P.A: Zaten Cuma, Cumartesi gibi en yoğun günlerini almıyoruz; hep haftaiçi yapıyoruz.

 


Difüzyon İle Difüzyon Üzerine
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :